
“Ya o zamanlar neredeydin? Hangi kelimeleri söylüyordun?
Hangi insanlarla konuşuyordun?”
Eduardo Galeano
Çok geç kalmıştık tanışmak için biliyorum. Ama ruhlarımızın ezelde tanıştığını hissediyordum nedense..Sana inanmak istiyordum.. Delice olsa da karşında çırıl çıplak kalmayı göze almak istiyordum.
Güzel gidiyordu her şey yada ben, aradığını bulmanın verdiği coşkuyla öyle sanıyordum. Sanıyordum ki sen de benim gibi mutlusun, yetiniyorsun varlığımla.
Günler, ipe sapa gelmez sohbetlerimizle geçip giderken, sen gittikçe yalnızlaşıyormuşsun meğer ben bunu görememişim...
Oysa köklerimizden koparıp bir yerlere yerlere sürüklemişti bizi adına benim kader seninse .. Sahi, sen kaderin yerine hangi kelimeyi kullanıyorsun…
Biz birbirimizin bir şeyleri olmaya başlamıştık. Ya da ben öyle sanmıştım kim bilir.
Sen, inanılmaz bir hızla yalnızlaşırken ve ben hep senin yanında olduğumu sanırken; senin içinde yeşerttiğimi sandığım filizler çoktan solmaya başlamıştı.
Sen, terkedilmiş sokaklar gibi tenhalaşmıştın ve ben bunu hissedememiştim.
Ruhlarımız birbirinden çok ama çok uzaklaşmıştı işte ve ben bunu bilememiştim.
Ruhumu ruhuna katamamıştım. Bunu nasıl istediğimi hiç bilmeyeceksin..
Şimdi neye üzüleceğimi bile bilmiyorum, inan bana.
Paylaşılmaz denilen yalnızlığı paylaşmıştık işte ve birbirimize armağan olmuştuk. Bütün bunları ben kafamda kurgulamıştım yada, ve bütün yazdığım senaryolar gibi buna da inanmıştım..
Yıllar geçse de aradan; senden uzakta kalsam da; hep seninle olacağımı sanmıştım.
Ne kadar payım kaldıysa bu hayattan işte onu, senin ruhunun derinliklerinden sessizce çoğalan güzelliklerle geçireceğimi sanmıştım.
Kelimelere ihtiyacımız yoktu bizim sanmıştım;
Ruhunun yalnızlığını silecek olan benim kelimelerim olmalıydı…
O kelimeler ki sen yalnızken söylenemedi, şimdi lal olsa dilim neye yarar.
Ansızın çıkan bir dağ rüzgârı nasıl allak bullak ederse dev gövdeli ağaçları bile işte öyle sarsılıyor ruhum şimdi..
Şimdi ağladıkça, gözyaşlarım senin gözyaşların oluyor. Senin o asla dökemediğin gözyaşlarını döküyorum.. senin utandığın yaşları döküyorum.. Ama çok geç….Senin, ruhunda açılmış yaraları sarmak isterken kelimelerimle, içim, yazdığım her kelimede biraz daha yoksullaşıyor.Zavallı kelimelerim.. Hiç bu kadar çaresiz olmamışlardı.
Seni yalnızlaştıran acıyı ben taşımak isterdim. Ama vermezsin biliyorum..
Geceden kalan kırağıyı nasıl ışığıyla silerse güneş sessizce, işte ben de öyle silmek istiyorum şimdi senin yalnızlığını.Sessizce…..
Gün batıyor; birazdan gece siyah tülünü serecek üzerimize;
Ne olur burada olsaydın…
Yada ben , sen her nerdeysen orda…
Galeono’yu bilir misin sen..
“Ya o zamanlar neredeydin? Hangi kelimeleri söylüyordun? Hangi insanlarla konuşuyordun?”
O zamanlar sen neredeydin?
Kime hangi kelimeleri söylüyordun yalnızlığını silmek için.
Kiminle paylaşıyordun yalnızlığını dostum..
Kiminle?
İçim acıyor.
Birilerinin ışığı söndüğünde benim de ışığım sönerdi..
Senin ruhundaki ışıkların söndüğünü nasıl göremedim ben.. Nasıl?
Binlerce ışık yakmak istiyorum ruhunun karanlığına şimdi ama yoksun...
Gönlümü tarumar ettin; yalnızlığını ya tam vaktinde hissetseydim ya da şimdi hiç duymasaydım diyorum ama nafile.
Sen Kendini kendi karanlığında tüketirken ben, kelimelerimin kudretiyle böbürleniyordum belki de…. Ne acı.. Senin yalnızlığını silemeyen kelimeleri ne yapayım şimdi…
Hiç birşeyin telafisi mümkün değil değil mi? Hele sen, sen bu konuda ne kadar acımazsızın bilirim..…
Ama telafi etme imkânım olsaydı; senin kendini yalnız hissettiğin zamanları geriye alıp ruhunu yalnız ben sarmalamak isterdim.
“Ya o zamanlar neredeydin? Hangi kelimeleri söylüyordun? Hangi insanlarla konuşuyordun?”
İçimi ne acıtıyor biliyor musun senin yalnızlığından başka?
Sen yalnızlığını paylaşmışım, paylaşmamışım,bunun için üzülmüşüm, üzülmemişim bunu hiç umursamayacaksın..
Ben de ilk defa umursamıyorum seni..
Umursamayışını umursamadan SENİ SEVİYORUM…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder