
Hayat, bir gitar gibi tutuşturulur eline insanın.. Doğuşunuzla beraber size verilen ilk armağandır bu..
Kendi kendinize öğreneceksinizdir onu çalmayı.. Etrafınız, kendi gitarını çalanlarla doludur.. Kimi, tahammülü güç gürültüler çıkartırken, kiminin tınıları arasında hayranlıkla kaybolursunuz..
Tellere, ürkek ürkek dokunursunuz önce.. Sonra gittikçe ustalaşırsınız.. Yada ustalaştığınızı sanırsınız, keşfettiğiniz her yeni notada...
Artık, daha önce yapılmış besteleri çalma kısmı bitmiş, kendi bestelerinizi yapma çağı gelmiştir..
İşte asıl ondan sonra başlar her şey.. Bazen hırçın vurursunuz tellere, bazen öfkeyle, bazen isyanla koparıp atarsınız bir kaçını çalamıyorum ben bu gitarı diye, yada bazen biri gelir kopartır o en sevdiğiniz teli zalimce.. Elinizde, birkaç tel kalır kala kala..Onlarla da istediğiniz melodilere varamazsınız.. Artık gitarınız sadece karanlığı, yalnızlığı, hüznü çalmaya başlamıştır.. Ya insanlar bıkar sizi dinlemekten, yada siz utanırsınız artık aynı besteleri çalmaktan.. Köreliyorum diye bir korku kaplar içinizi.. Gençlikte çaldığınız o neşeli parçaları, artık çalamayacağınızı düşünüp kesmek istersiniz parmaklarınızı..
Sonra bir mucize olur.. Biri gelir, elindeki teli gitarınıza bağlar.. Bir küçük, küçücük LÂ sesidir bu..Ve o küçük küçücük LÂ sesi, geri verir size yitirdiğinizi sandığınız bir çok şeyi..
Çünkü aslında bir tek LÂ bile yeterlidir bazen, çocukluk günlerinizdeki şarkıları yeniden çalmaya..
sanki biraz da yeniden gibi...
YanıtlaSilve aslında hep gibi..
YanıtlaSil