31 Temmuz 2009 Cuma

sözler-4-

Kendi buyruğunu yazamayanlar, başkalarının yazdığı buyruklara itaat eder..

sözler-3-

Sözler 2'ye atıfla

"Sürüden ayrılanı kurt kapar" sözü, kaçınılmaz son değil, sadece sindirmek için uydurulmuş bir göz dağıdır.. Bir ihtimaldir olsa olsa..

Efsane olanlar, bu riski alabilenlerdir.

Leyla'nın olmadığı yerde Mecnun ne gerek..


Hadiselere, sadece bakarak yorum yapanlar için Don Juan, kadın tarlasına girmiş keskin bir oraktır.. Kadınların kalbine gerçek olmayan bir aşkı eker, hasat zamanı gelince de şehvet biçer.. Acımasızdır..Arkasında bıraktığı sadece gözü yaşlı kadınlar değildir.. Kimi zaman gözü yaşlı kadınların öfkeli babaları , kimi zaman da aldatılmış eşler ve sevgililer de O’nun kurbanları arasındadır..

Sevimlidir, çekicidir.. Kadın denen mahlukun zaaflarını , kendilerinden daha iyi bilebilmek gibi bir meziyet bahşedilmiştir kendisine..Kadınlar, ateşe uçan pervaneler gibi Ona doğru uçarken , sadece tenleri değil ruhları da tutuşur.. Bu yangınlardan yanmadan kurtulabilen bir tek kişi vardır her defasında :DON JUAN..

Buradan sonra yazacaklarımın hemcinslerimin çok da hoşuna gitmeyeceğini zannediyorum..Ziyanı yok.. Sezar’ın hakkı Sezar’a..

Kimse Don Juan(lar)’ın , kadınlara olan bu düşkünlüğünün nedenini düşünmez..O sadece, aklı fikri uçkurunda olan bir sapıktır adeta.. Gerçekten öyle midir? Yanılıyor olamaz mıyız?

Onun , kadınlarla kurduğu ilişkinin dram olduğunu düşünürüm nedense.. Ama kadınların dramından çok Onun dramıdır bu.. Onca kadın, onca aşk ve hala ruhunu bir kadına teslim edemeyiş..Yada ruhunu teslim alabilecek bir kadına rastlayamayış..Don Juan, sayıca inanılmaz çokluğun içindeki kadından yana fakirliğin, kadını bulamayışın ve her defasında eli boş kalışın en dramatik örneğidir belki de..

“Leyla’nın olmadığı yerde Mecnun’a ne gerek” der söz.. Hakikat payı olabilir mi? Belki de kadın, sahip olduğu kudretin farkında olmadığından bütün bunlar oluyor..Kadın olabilmek..Varılmayan bir ufuk çizgisi.. Boşalttıkça dolan bir şarap şişesi.. Teslimiyet ve har dem erkeğin fetih arzusunu kamçılayan bir ele geçmezlik.. Sefkat.. Yahut şehvet.. Değil.. Her ikisi..
Etrafa bakıyorum.. Kadına.. Bu kadar mı çabuk tükenir insan.. Bu erkeğin maymun iştahı mıdır? Kadının sunmayı bilmeyişi mi? Neden 2-3 sevişmede biter kadın.. Neden kasıktaki yangının sönmesiyle bozulur büyü.. Nerde Yavuz Selime "Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek" dedirten kadın.. Pespaye.. Ucuz .. Sıradan.. O yada bu şekilde satın bile alınabilir üstelik. Dur, sakin ol.. Satın alınabilirlikten kasıt , aklından ilk geçen değil.. Ne olduğunu izah etmek.. Çok güç.. Yani aklına başka bir yorum gelmiyorsa hele, imkansız hatta..
Don Juan yada şu moda kahramanlarımızdan Issız Adam.. Hakkında binlerce cümle yazılan günah keçisi.. Kadınların lanet okuduğu ama bir o kadar da içinin eridiği.. Onunla beraber olmak istediği ,ama öyle bir ilişkiyi göze alamadığı.. Hepsi bir..O kadar da kötü değiller.. Yani tabii bence..
Kadın diyorum.. Kadın.. gücünün farkında olmayan Kadın.. Kendini edilgen sandığı noktada kudretinden bi haber.. Tutmak, seçmek, almak, reddetmek, tercih etmek, vermek, vermemek noktasında belirleyen..Ne yazık ki çoğu zaman bacaklarının arasındaki küçük dünyasından başka bir gücü olmadığını düşünen Kadın.. Çok mu acımasızım.. Belki.. Belki etrafım bunun örnekleri ile dolu olduğundandır..

Her neyse Don Juan'ı seviyorum.. O kötü biri değil.. Bir kadın katili hiç değil.. Öyle olsa, filmini izlerken katılasıya ağlarmıydı.. Mecnun'u aramaya başlamadan önce aynaya bak! Sen Mecnun edecek kadar Leyla mısın?

sözler-2-

Sürünün efsaneleşen hikayesi olmaz..

Efsaneler , sürüden ayrılanlar için yazılır..

sözler-1-

Hayat, ağır ağır ama çok ince öğüten bir değirmedi..

Köşemde öylece seyrediyorum, dik başlı taneciklerin un haline gelişini..

lethe..

Unutmak istediğim onca şey varken, Lethe'nin gerçek olmama ihtimaliyle kırılan cesaretimi toparlıyorum yeniden..

Burda bir yerde olmalı..

Ben, beni terketmeden...

Beni bul Lethe!

Beni bul..

GİDEN'e

Gidiyordu,
Renklerimi peşinde sürükleyerek gidiyordu..
Her adımında, karanlığın koynuna düşüyordu şehrim
Tüm evler kör oluyordu içimdeki
Terkedilmiş çocuklar ağlıyordu kaldırımlarımda
Cümlelerim dermansız, düşüyordu..
Sokak lambaları, darağacım oluyordu..
Ama O...
Gidiyordu....

*

Gidiyordu,
Kelimelerim çaresizliği öğreniyordu..
"DUR" cesaret bile edemiyordu seslenmeye
"GİTME", "NE OLUR"dan medet umuyordu
Belki diyordu....
Belki birlikte yalvarırsak..
Harflerim boynunu büküyordu..
Ama O....
Gidiyordu...

*

Gidiyordu,
Götürdüğü renkler değildi hayattan
Renkleri bahşeden güneşi götürüyordu gözleri
Ay yoktu,
Ve yıldızlar, yolunu kaybetip düşüyordu bir bir
Gökyüzüm , kendi karanlığından ürküyordu..
Ama O ...
Gidiyordu...

*

Gidiyordu,
Dillerim lâl,
Ellerim nâr...
Öylece kalıyordum...

Ve O...
Gidiyordu...
Yâr bile diyemediğim yâr...

gök/yüzüm.

YILDIZLARIM,
KENDİ AĞRILIĞINA YENİLİP
D
Ü
Ş
Ü
Y
O
R
.
.
.
.


GÖKYÜZÜM

KAPKARANLIK...




Biz de dilek tutuyoruz her yıldız kaydığında

İroni diye buna derim (y.a)

................

sevgili ** yorumun o kadar tamamlamış ki yazıyı ..
yeri burasıydı bence.. teşekkürler..

S/oyun


Soyun!

dedi adam,

Kadın,

Soyundu..

Bir yılan gibi süzülüp gitti S

Kalan

Sadece

oyundu..

senden nefret (bile) etmiyorum...


-Yavaş! Acele etme, tamam .Daha vakit var. Randevu ikide zaten.
-Olsun gidelim de biran önce, sıramızı başkasına verirler filan.
-Öyle bişey olmaz .Merak etme.. Hadi sen otur bekle..
-Ben de geleyim seninle..
-Gerek yok.. Bekle sen. Bi çay alayım mı sana.
-Yok .. Hadi git gel...
O uzun , upuzun koridoru kimbilir kaçıncı defa yürüyordu umutsuz adımlarla.. Elinde üçbeş kağıtla doktor göründü.
-Hah, geldiniz mi. Harika . Hadi hemen başlayalım. Sanırım bu defa bişeyler bulduk.
Genç adam, doktorun karşısındaki koltuğa oturdu. Yüzü her zamanki gibi ifadesizdi.. Onun bu tavrı, doktorun sinirlerini bozuyordu.Doktor içinden "oynuyorsun biliyorum, kimse bu kadar kayıtsız olamaz" diye geçirirken genç adamın zihninden "yapma doktor, ben duyarlı insan olduğunu ispat için kendine popüler bunalım hastalıkları yakıştıranlardan değilim" cümlesi geçiyordu.
Ama doktor duymuyordu ..
-Sorunun ne olduğunu bulduk..
-.....
-Ne olduğunu sormayacak mısın?
-Bu kadar uğraştıktan sonra bulduğunuz sonucu kendinize saklamayacağınızdan eminim zaten..
-Neyse... Sorun şu..Yaptığımız testlere göre direncinin bukadar düşmesinin sebebi **** eksikliği.. yani senin anlayabileceğin ifadeyle NEFRETİN EKSİK.. Şimdi bir kaç test daha yapmamız gerek.
-Kafama yine o aptalca şeyleri takacaksınız değil mi?
-Evet . Ama bu defa daha kısa sürecek..
-Tamam.
-Dışarda oturan adam...
-Dedem...
-Senin için endişe ediyor değil mi?
-Biliyorum.. (Ah doktor umurumda olan tek şey de bu zaten.. O ihtiyar adam benim için endişe ediyor.. Her defasında benimle beraber o kadar yolu gelip, saatlerce bekliyor.. Bu kapıdan çıktığımda yine, tamam mı bittimi der gibi birşey sormadan bakacak.. Ve ben, ona verecek bir cevap bulamayacağım... )
-Bak bu defa sonuca yaklaştık.. Şimdilik sana verdiğim ilaçları almaya devam et. .Uykunu düzene sokmaya yardım edecektir. (Etmiyor sersem.. etmiyor.. Beynimin içinde kıvranan yılanı uyutmuyor o küçük renkli şekerlemeler..Sırf bu yüzden içki bile içemiyorum. En azından içince uyuşturabiliyordum beynimi)
-Yarın gelirsin.. Bir kaç saat sürecek bir test.. Bir hocam görmek istiyor seni..
- .... (Vayy, terfi ettim desene.. Proflar tarfından gözlemlenecek bir kobay gibi hissediyorum kendimi.. Halbuki bana sorsan sana ne olduğunu , neden olduğunu söyleyeceğim ama sormazsın. Uzman sensin ya.. sen koyacaksın teşhisi değil mi.. İyi sen bilirsin ara da bul bakalım)
-Saat 09.00 da burda ol.Bu gece ilaçları alma.. Sonuçları etkilemesin Doğal halinle gözlemlemek istiyorum seni.
-...(Nihayet yaaa.. Bu akşam içebileceğim... off sarhoş olmaya ihtiyacım var.. sana söz doktor senin yerine de içeceğim.Ne de olsa senin düzenli yaşantın böylesi taşkıınlıklara izin vermiyordur.. Merak etme senin içinde... söz sana.. Akşam, çocukları bulmalı...)
-Bana sormak yada söylemek istediğin birşey var mı?
-Hayır..
-O halde yarın sabah görüşürüz..
-Görüşürüz...
Kapıdan çıktı..İhtiyar adam, onu görür görmez ayağa kalktı. Onu incitmemek için soramadığı onlarca sorunun gözlerine yansımasına mani olamıyordu.. Hiç birşey konuşmadan binadan çıkarlarken genç adam hala kendi kendiyle sohbetteydi.( ahmaklar sürüsü.. Nefretim etsikmiş..nedenini bulacaklarmış.. ha haaa.. Ben söyleyim mi neden nefretim eksik.. Çünkü kimseyi nerfet edebilecek kadar sevmiyor ve umursamıyorum..Sorun nefret hormonlarımda değil.. Bir de sevgilerimi kontrol etmeyi akıl edebilseydiniz.. ama uğraşın bakalım.. Nasılsa pes edeceksin sen de doktor.Sende senden öncekiler gibi pes edeceksin )
Otobüs durağına geldiklerinde, duraktaki banka yazılmış silik bir yazı dikkatini çekti:

Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir, Müptela-i gama sor, geceler kaç vakittir...

Gülümsedi..Cebinden çıkardığı kalemle altına şunları yazdı..

Gecelerin kaç vakit olduğunu merak ediyorsan beni ara...05* *** ** **

30 Temmuz 2009 Perşembe

yazı/klar olsun....

Evinize misafir gelsem ve size ait bir şeyi izinsiz alıp götürsem bana ne dersiniz sahi ?Tabii ki HIRSIZ...
Hırsızlık, size ait olmayan bir şeyi, sahibinin rızası olmadan almaktır değil mi?
O günden sonra ne zaman evinize gelecek olsam, kıymetli eşyalarınızın olduğu dolabı kilitler,anahtarı da saklarsınız.. Beni odada asla tek başıma bırakmazsınız.. Gözünüz sürekli üzerimde olur...Ben gittikten sonra, evin altını üstüne getirip eksilen bir şey var mı diye kontrol edersiniz.. Belki, üçünüz beşiniz bir araya gelip HIRSIZ olduğumu konuşursunuz kendi aranızda..

Peki, eşyanın çalınması konusunda bu kadar hassas olan insanl/cık, emeğin, fikrin, tarzın çalınması konusunda neden bu kadar müsamahakardır? Neden mi ? Cevap basit.. Herkes yapıyor ama bunuuuu.. Ne güzel değil mi? Yanlışları , çoğunluğa mal ettiğimize göre hepimiz aynı haltı yiyebiliriz.. Hepimiz, dibimiz birbirimizden kara tencereleriz.. Hepimiz birbirimizin dinine söven müslüman olmayanlarız.. Ee peki nerde kaldı sûi emsal ,emsal teşkil etmez mantığı..

Öfkeliyim, evet.. Birbirinden etkilenmekten uzak taklitlerden nefret ediyorum.. Acı acı gülümseyerek okuyorum yazılan yazıları.. Kötü taklitler.. Çok kötü taklitler.. Renkler, işaretler, hatta kelimeler aynı olsa da bangır bangır bağıran bir eğretilik.. Çok kötü çok.. İnsan orjinal olmalı.. Herşeyiyle.. Tıpkı parmak izi gibi.. Tavrı, tarzı, ŞAHSİYETi olmalı.. Basit cümleler kurmalı.. Basit ama kendisine ait ve kendisi gibi kurduğu cümleleri olmalı..

Yoruluyorum böyle ahmakça oyunlardan.. Aşk yazıyor biri.. Aşk ama nasıl bir aşk.. İnsanın" ahh bu aşk benim olsa keşke" dediği türden.. Sonra birgün ,delinin birini şeytan dürtüyor, alıyor o yazıdan güzel bir cümleyi GOOGLE amcaya soruveriyor.. Aaaa, ne görelim.. Bizim o orjinal sandığımız cümle ve onun gibi daha onlarca cümle....Hepsi alıntı.. Pardon ,ALINTI demek sahibi belirtilerek yapılan kopyalamalardır değil mi? Bunlar ALINTI değil, ne yazık ki bunlar ÇALINTI..

Asıl anlamadığım şu ; neden ? Yani ordan, yani bunu yapanların penceresinden bakınca, çok mu salak gibi duruyoruz? O küçük, küçücük beyinlerden bakınca biz, kandırılabilir bir avuç ahmak mıyız?Yani yazdığınız, pardon sağdan soldan çalıdığınız o yazılara yorum geldikçe nasıl bir halet-i ruhiyeye bürünüyorsunuz? Çok eğlenceli oluyor mu.. Geldi benim sazanlar mı diyorsunuz?

Yoruldum.. Çok yoruldum..
şimdi birtek şey istiyorum, Ç/alıntı aşklarınızı alın ve gidin başımdan..Baştan sona imla hatalarıyla dolu basit bir SENİ SEVİYORUM cümlesini bile yazamamışsanız eğer, gidin kendi derdinize yanın ağalar-beyler....

O aşk ki; kendi şiirini yazdıramıyorsa aşk mıdır diye sormuşum bir şiirde.
Değildir..
Hırsızlığın izahı yoktur..Hele böylesinin..

Kendi buyruğu yazamayanlar ,yazılmış buyrukları okur...
Kendi buyruğunuzu yazın..
Kendiniz gibi..
Kendi cümlelerinizle..



sakın gelme...


Sakın gelme ,dur!
Nasılsa gideceksin az sonra…


Bir efsuna kapılıp gelmeler bilirim..
Bir hayalin peşine düşüp sarhoş olmalar..
Kapıları yumruklamalar bilirim..
Kilitleri kırmalar..
Bazen yalvarmalar, kıramadığı kapılarda günlerce ağlayarak sabahlamalar…
O kapının ardındaki gerçeği, gelen bilmez..
Kapının diğer yanı bilir sadece..
Kapının diğer yanı, gelenin akıbetini de bilir..
Bilir de; hani bir “belki”ye teslim edip aklını, aralar kapıyı usulca..
Ardı karanlıktır kapının, ardı soğuk, ardı ayaz..
Kapının ardında, hayal edilene benzemeyen bir surat..
Hayal edilenden umulmayan bir hayat..

Hep en iyi bilenlerdir AŞK’ı gelenler..
Sonsuz aşkı arayanlardır..
"Hesapsız, kitapsız olmalı aşk dediğin" diye nara atarak gelirler..
Ahh insan..
İnanmadığın cümleleri nasıl da rahat kurarsın böyle..
Nasıl da, yüreğinin kaldıramayacağı yüklerin altına girebileceğini taahhüt edersin..
Ahh insan..
Sen neden , sahi sen neden bu kadar yalansın?

Sakın gelme ,dur!

Sana verecek bir ben yok bende..
Sana verecek bir ten de..
Ben ,bana bile ait değilken,
Sahip olmadığımı sana nasıl verebilirim ki? Söyle!
Sen, kasıklarında taşıdığın ateşe aşk de…
Sen ,o ateşi söndür, her gün bir başka ateşte..
Sen şehvetine,
Sen iştahına,
Sen teninde takılıp ruhuna nüfuz edemeyen aşkınla…

Orda öylece dur, sakın gelme…

Birazcık haysiyetli ol!

Ölümünün yaklaştığını hissedince, sahibini terkedip ,ona ölüsünü göstermeyen kediler kadar bile asil değiliz..
Ne zaman acı çeksek, ne zaman yaralansak, can çekişmemizi muhatabına duyurma telaşındayız..

Sevgi ve ilgi dilenmenin en aşağılık yöntemi..

Ahh insan...
Ne kadar zavallısın/yım..

Defalarca açtığım avuçlarımı ,sıkı bir yumruk yapıyorum şimdi..
Suratımın tam ortasına patlatıyorum..

Birazcık haysiyetli ol!

bir bardak suda kopan fırtına/m


Geniş ağızlı bardağın içindeki saydam sıvıyı , kaç dakika seyrettiğimin farkında bile değilim.. Belki bir kaç dakika, belki bir kaç saat.. İsteksiz ve takâtsizim..Kendime bile yük olduğumu düşündüğüm zamanlardan birindeyim yine..

Kendine bile yük olmak.. Üstelik bu yükten kurtulacak cesareti bile olmamak..Avazın çıktığı kadar bağırmamak, bağıramamak.. Hesabını veremeyeceğin versen bile kimsenin anlayamayacağını bildiğin için ağlayamamak.. Boğazında nefes alışını güçleştiren bir yumruyla boğuşmak..

Parmağımı bardağın içine daldırıyorum.. Usul usul çeviriyorum içinde.. Su, parmağımın hareket yönünde dönmeye başlıyor.. Vay bee! Ne kadar güçlüyüm.. Parmağımla bir bardak suyun akış yönünü değiştirebiliyorum..

Yavaşça çıkartıyorum parmağımı suyun içinden.. Parmağıma yapışan bir kaç damla bardağın içine düşüyor.. Pıt..pıt... Aldığını geri veriyor parmağım.. Aldığını? Aldığı bir şey yok aslında.. Sadece parmağın yüzeyine asılı kalan bir kaç damla.. Suya girdiğinde, üzerine birşeyin asılı kalmaması mümkün değil.. Hala parmağımda suyun ıslaklığı.. Derimin üzerindeki kıvrımlarda hapis kalan bir nem.. Birazdan kuruyacak o da.. İşte parmağımın suyla olan bütün alış verişi bu kadar.. Bu kadarcık bir şey..

Bardağın içindeki saydam sıvı.. Parmağımı çektiğim anda içindeki hareketliliğin de frenini çekmiş oluyorum.. Kısa bir süre, ona çizdiğim rotada daireler çiziyor.. Sonra duruyor.. Hiç dönmemiş gibi.. Yeniden eski halini alıyor.. İçine soktuğum parmağın suda bıraktığı boşluk doluyor.. Cismimin işgal ettiği bölge kendi kendini tamamlıyor, kendisiyle.. Hiç olmamışım gibi..

Varlığım... Önemsediğim varlığımın hayatla münasebeti de bu kadar..
Şimdi yok olsam diyorum.. Hani olmaz ya bir anda yok olsam.. Hadi somutlaştırayım bu yok oluşu zihnimde, maddeler dünyasından çekilsem yani ölsem..

Ne değişir? Yani kimin hayatında ne değişir? Hayatın kendisinde ne eksilir? Hiç..Koca bir deryadan, küçük bir parmak çekilir.. Parmağın bıraktığı boşluğu tamamlar derya.. Hemen değil yavaş yavaş belki ama mutlaka bir gün.. Belki izimi bilen son insan da parmağını çekip aldıktan sonra deryadan, silinip giderim..

Yokmuşcasına...
Hiç olmamışcasına..

Bütün bunları bildiğin halde neyin nesi derseniz bu kendini önemseyiş ,bir halt sanış...Yani, tersinden kendine bu kadar kızarak öfkelenerek de olsa kendini bu kadar umursayış.. Cevabım yok.. Belki de kocaman bir çelişki..

Bildiğim tek bir şey var..
Hayat dediğimiz şu döngünün zerre kadar umurunda değiliz...

Ve sen parmak.. Dikkat et, seni her an suyun içinden çıkartabilirim..

şu AN..

Adına "Haz" dediğim o sahte ANları ,
Bildiğim ama yine de duymaktan keyif aldığım yalANları,
Kendime ettiğim bütün ihANetleri,
Ruhumu çepe çevre saran çıbANları,

Dünü, bugünü ,yarını...
İçinde cesedimin kaybolduğu bütün zamANları..

versem sANa..
Bana geri verebilir misin ZEYNEP'i ?
*
*
*
*
*
*
......
Biliyorum veremezsin..

ses




Beni duyuyor musun?
*
*
*
*
?nusum royuyud ineB



Duyduğumu sandığım sesler, sadece sesimin yankısıymış...

Yalnızlık, insana sesini unutturan sağır bir arkadaştı..

Ta ki ;Delilik gelip bütün sesleri duyurana kadar..

29 Temmuz 2009 Çarşamba

yakamoz


Ay, dönüp arkasını gider ansızın..
Yıldızlar, yenilip kendi ağırlığına düşer ..
İşte tam o zaman çıkar suyun üzerine
Ay'ın peşinden, denizin attığı çığlıklar
Yakamozlar..

Gittin...
Cümlelerim,
Sayfalarımda kıvranan yakamozlardır..

annecii

Anneciiii ;

Annecim değil, anneciii.. Çocukken böyle derdim değil mi ben sana..

Bu sabah, sesime en ışıltılı maskeyi takıp "nasılsın" dedim sana.... Uyku sersemiydin sanırım ,sesimdeki neşenin sahte olduğunu anlamadığına göre.. Yoksa, sen de mi sesimden halet-i ruhiyemi anlama yakınlığını yitirdin.. Yoksa 1000 km. seninle beni de mi bitirdi.. Yok ,yok.. Kendimi kanatmayacağım bu konuda..


Çok yorgunum;

Şimdi gelsem ..Dursam öylece kapının eşiğinde.. Üstüm başım çok pis anne. Pantolonumun dizleri yırtılmış düşmelerden.. Üstelik leş gibi kokuyorum...Kokuma kendim bile katlanamıyorum anne.

Kirlendim anne.. Sakın kirlenmek güzeldir esprisini yapma bana. .Gülemiyorum. Yüzümdeki tonlarca yükü kaldırıp gülemiyorum anne..


Kirliyim.. Hiç olmadığım kadar.. Hiç ummadığım kadar.. Küçük suratlıkızından hiç beklemeyeceğin kadar..

Kalpler kırdım anne, gönüller çeldim, gözü yaşlı adamlar, nefret eden insanlar bıraktım arkamda.


Yorgunum...

Sakın yanlış anlama beni anneci ne olur..Hani 6 yaşımdaydım, hani en yakın dert ortağındım senin hatırladın mı? Peki o günlerde bana anlattıklarını.. Sen, neden masallar yerine göz yaşlarını anlattın sahi anne? Biliyor musun o günlerden sonra hiçbir erkeğe güvenemedim.. Bana güvenmemeyi öğrettin anneci neden? Biliyorum niyetin bu değildi, bunu kestiremezdin.Benim 6 yaşımda, sen daha küçücük bir genç kızdın bu çağa göre, bunu akledemeyecek kadar küçüktün.. Kırgın değilim.. Ama merak etme, uğradığın bütün ihanetlerin, bütün ihanetlerimizin intikamı alındı.. Kendimi bölmek pahasına alındı.. Artık içimde kalan tek nefret kendime.. Ama hala kendimi yok edemiyorsam demek ki yeteri kadar nefret edememişim kendimden..


Sana gelsem dedim ya ..Dursam öylece kapının eşiğinde.. çok kirliyim söyledim elbiselerim leş gibi.. Sarhoş kusmuğu, biraz göz yaşı ve en tiksindiğim şu bana ait olmayan ter kokusu...


Hani küçükken sokaktan geldiğimizde bizi eve almazdın ya pis kıyafetlerimizle.. Yine öyle kapının önünde soyup alsan beni içeriye.. Banyoya soksan.. Hayır, şofben istemiyorum.. Çocukluğumun banyo kazanını yak bana.. Gümbür gümbür yanan kazandan, küçük korlar çatırdayarak fırlasa, cısss diye sönse banyonun taşına düşüp. Suyu hazırlasan, yine herzamanki gibi biraz sıcak olsa.. Öyle olunca kirler daha iyi çıkıyordu değil mi... Ben yine sudan korksam, su burnumdan akarken boğulmaktan.. Yüzüme atletimi kapatsam, sen yine kızsan "aç şunu,yüzün temizlensin " diye bağırsan.. Saçlarımı yıkasan ,tırnaklarını hissetsem.. Sonra, lifi alıp var gücünle ovalasan her yerimi.. Kızarana kada ovalasan, bütün o pis deriyi kazısan atsan vücudumdan..

Sonra, mis kokan, o bembeyaz havluya sarsan beni. Bornoz değil anneci, havluya sarsan, o beyaz havluya.. Kucaklayıp çıkarsan banyodan.. Kombili evin metal ısıtıcısını istemiyorum anne.. Sobayı yak.. Beni o minderin üzerine bırak.. O sobayla duvarın arasındaki mindere.. Hani oraya, her girişimde dedemin "kızım çık ordan, bi tarafın yanacak "dediği yere uzansam.

Gelirken getirdiğim elbiseleri sobaya atsan, yansalar bir güzel, sonra bir daha yansalar, külleri de yansa sonra.. Yok olana kadar yansalar...Sen en sevdiğim elbisemi giydirsen bana.. Hatırlıyorsun değil mi hangisi olduğunu.. Evet ya, o kırmızı olan..Hani bayramda.. Neyse...


Olmayacak değil mi bunlar.. Büyüdüm değil mi anne.. Koca kadın oldum değil mi.. Haklısın..

Hiç olmazsa uyusak beraber..Eski öğlen uykularımız gibi.. Parmağımı saçına dolasam.. Sakın yanımdan kalkma olur mu, ben uykuya dalmadan.. Bilirsin ya, gittiğini hissedersem uyuyamıyorum... Yanımda kal, hiç olmazsa ben uyuyana kadar.. Ben uyusam, sen usulca çözsen saçını parmağımdan, kalksan gitsen...


Ben..Ben..

Hiç uyanmasam.....

sitâre-SON-

Sağ tarafı ayaza kesmiş yatağın, sol yanına sığınmıştı yine. Yüzünü üşüten boşluğun nefesine arkasını döndü uykuyla uyanıklık arası.. Bir alev yaladı sanki üşüyen yüzünü, bir çift kızıl göz ve hırıltılı bir soluyuşu andıran iğrenç ses : “Günaydın Sitare

Günaydın” dedi gayrı iradi. Yüzünü yalayan sıcaklık bütün vücuduna yayıldı. “Üşümüşsün” diyerek , sarıldı alev kollar.. Gözlerini kapatıp kendini O’na bıraktı.. Alev parmaklar saçlarında gezindi, dudaklarından boynuna doğru aktı.. Fısıldadı kulağına günahı.. “Seni istiyorum Sitare” dedi, “seni istiyorum ”. Korkup, soğuk ucuna kaçtı yatağın… “Korkma Sitare.. Korkma benden” dedi , tutup kendine doğru çekerken O’nu..

-Kaç gece oldu ?

-Üç..

-Canın yanıyor değil mi?

-Çok..

-Benim ol Sitare.. Benim ol.. İzin ver, acılarını dindireyim.

-…

-İzin ver Sitare..

-….

Yanaklarından süzülen iki damlayla sustu kadın.. Sustu Sitare.. Yaşları kuruttu önce alev nefes.. Cerahatli çıbana kesik atan bir neşter gibi, geçirdi pençe tırnaklarını kadının buz kesmiş tenine.. Kanla karışık irin akıverdi, siyah saten çarşafın üzerine.. Ruhundaki zonklamalar kesildi bir an.. Dudaklarından emdi nefesini.. Nefesini kendi alevine kattı..Alev görülmemiş bir kızıllıkla şahlandı.. Bir alev topunun içinde nefessiz kaldı kadın..

Bir kapı sesiyle yarıldı alev topu.. “Geldi” dedi kızıl gözlere bakıp..

-Ahh, Sitare.. Neden anlamıyorsun,kimsenin seni benim kadar istemediğini? Gelmeyecek..

-Geldi…

-Yanına gelmeyecek Sitare..

-Neden yapıyorsun bunu?

-Seni istiyorum.. Her şeyini.. Sitare.. Senden vazgeçmeyeceğim...

Alevin kollarında bekledi kadın.. Gelmedi.. Bir kez daha gelmedi.. Dakikalar geçti..Gelmedi..


Sürünürcesine kalktı yataktan.. Sıcak suyun altına öylece bıraktı bitkin cesedini.. Küvetin deliğinden daireler çizerek akıp gidişini izledi iyi niyetlerinin... Saçlarından damlayan sulara aldırmadan yürüdü aynanın önünde.. Sordu aynaya “çok mu çirkinim” diye.. Alev fısıldadı kulağına güzel olduğunu..Gülümsedi..

Evet de bana, Sitare” diye yalvardı ses.. “Yapamam” dedi , küçücük elleriyle yüzünü kapayıp.."Çok üzgünüm” dedi ses, “bana başka çare bırakmadın..”

Bir patlamayla çöktü tavan , odanın ortasına.. Bir deprem başladı.. Titredi kadın korkuyla..Sabahtan beri yalvaran , munis ses zalim bir buyurganlığa büründü :

-Aç gözlerini.. Aç ve bak kendine…

Ellerini çekti yüzünden Sitare.. Gördüğü şey … Dehşet sahnesinden kaçmış bir yaratık değilse neydi?

-İyi bak.. Tanıdın mı bu zavallıyı?

Titrek bir “ben”, çıkıverdi dudaklarından.. Yıllardır yaşadığı her anın ,bedeninde bıraktığı izleri gördü aynada.. Bedeni.. Yaşadığı ve unutmak için “lehte nerde” diye bağırdığı her şeyi.. Ağlamaktan kapanmış göz kapakları, yüzünün henüz kabuk bağlamamış yaraları, saçlarındaki hoyrat parmak izleri, sırtında aynı yerden saplanmış onlarca bıçak izi…

Ve bir patlama daha.. Yıkıldı duvarlar.. Ruhu ayrılıp bedeninden durdu önünde.. Kıvranışını izledi.. Acı, nefret, öfke, cinnet .. Lime lime edilmiş haline baktı..

Böylesi bir acı yoktu.. Bedeninde ve ruhunda, patlayıp sönmüş volkanların hepsi ve aynı anda patlıyorlardı yeniden.. Yığılıp kaldı yere..

Yeter” diyebilidi.. “Yeter.. Seninim”.

Aynadaki suret eski haline döndü birden.. Patlamalar kesildi…Sessizlik.. Siyah gözlerinin etrafında kızıl bir hare belirdi..

-Sen de benimle gelecek misin?

-Orda seni bekliyor olacağım merak etme..

……

Giyindi ve çıktı evden.. Korkusuz.. Endişesiz.. Ne hissettiğini sorguladı yol boyu.. “Hiç”. Koca bir hiç’ti hissettiği..

Bilmediği bir evin köhne kapısında durdu.. “Ya gelmemişse” diye geçirdi içinden.. Tek başına üstesinden gelemezdi biliyordu.. Kapı açıldı.. Ordaydı.. Kapıyı açanın tam arkasında , kızıl gözleriyle O’na bakıyordu.. “ Hoş geldin Sitarem” dedi sadece Onun duyabildiği sesiyle..

Gerçekte nasıl olduğunu bilmediği som altından bir odaya girildi..Başucunda yakuttan bir ırmak çağlıyordu..Tatlı bir hanımeli kokusu sarmıştı odayı.. Gördüğü en beyaz yatağa uzandı sessizce.. “Gözlerini gözlerimden ayırma sakın Sitarem” dedi Şey.. “Sakın gözlerini gözlerimden ayırma.. Bir an bile.. Korkarsın yoksa Sitarem.. Sakın.. Gözlerime sarıl ve hiçbir şey konuşma”.

Kızıl gözlere bıraktı ruhunu Sitare.. Duymadı hiçbir şey ve hissetmedi hiçbir dokunuş uzunca bir süre.. Birden, küçük bir gaflet.. Bir küçük kendine geliş.. Gözleri ,kızıl gözlerin elini bırakıverdi.. Yüzüne damlayan bir ter damlası, kezzap olup paramparça etti yüzünü..

Ahh diye bağırdı acıyla.. “Gözlerini gözlerimden ayırma dedim Sitare. Hadi yakala gözlerimi” diye seslendi Şey.. Tuttu Sitare kızıl gözlerin ellerinden ağlayarak..

.....

Arkasına dönüp bakmadı evden çıkarken..Eşikte alevin dudaklarını hissetti dudaklarında.. Tek başına kalmalıydı biraz..Yalnız başına bindi vapura.. Yüzünü rüzgara bıraktı.. Bir küçük kız çocuğu çekti eteğinden,yavaşça .Eğilip baktı.. “Zeynep” dedi yalvarırcasına..Utanmak ne kadar da hafif kalıyordu ifade-i hal için..

Zeynep “öl” diye emreden gözlerle gözlerine baktı…

Sadece baktı..

sitâre-2-

Kapıdan çıkar çıkmaz zaman ve mekan yok oldu sanki. Ateşten bir örtüye büründüğü hissine kapıldı.. Ateşten bir çitf kol tarafından tutkuyla sarılmıştı.. "gözlerini kapat ve korkma" dedi şey. Gözlerini kapattı mı gözlerimi kapandı bilinmez, tek bildiği bir karanlığın içine düştüğüydü. Aşağı mı iniyorlardı yoksa yukarı mı çıkıyorlardı. Düşmek yada yükselmek..Hissetmeye çalıştı, başaramadı.. Ve sesler, kulakları sağır eden çığlıklar.. Boğazlana vahşi bir hayvanın sesi, işkence edilen bir kadının çığlığına mı karışıyordu. Bir sarhoşun narası, bir mazlumun duasına mı.. Birbirinden ayrıştıramadığı, hiç birinin ne dediğini sonuna dek takip edemediği milyonlarca sesin, kulaklarını kamçıladığını hissediyordu..

Durdular... Devasa bir kapı.. Yüz yıllardır açılmamış hissi uyandıran kapının arkasında kendisini neyin beklediğini düşünmek ürkütücüydü.

Kapı köhneliğine inat bir sessizlikle açıldı..

"Tarif edilemez bir ihtişam.." Gördüklerini ifade edebilecek tek cümle buydu sanırım.

Elmas koridorlarların son bulduğu görkemli salonun gözün göremediği yükseklikteki tavanından kırmızı yakut bir avize sallanıyordu.. Kırmızı ışıklar tüm salonu kaplamıştı.. Salonun ortasında som altından iki taht ve hemen önünde coşkuyla dans eden alevler..( Alevler yerden mi yükseliyordu ) Yükselen elmas duvarların arkasında canlıymışcasına gülümseyen bir kadının resimleri.. Biryerden tasnıdığı hissine kapıldı birden.
-Tanıyor musun?
-Çok güzel..
-Güzel mi.. Sadece güzel mi... O göğün ve yerin gördüğü en güzel kadın..
-Kim O?
Evde otururken hissettiği ürpertiyi yeniden hissetti.Saçlarında dolaşan nefes miydi.. Çok sıcaktı..
-Hiç birşey hatılamadığın için ne kadar şanslı olduğun bilemezsin.. Oysa ben herşeyi hatırlıyorum.. Her anının, yüzlerce yıldır hem de.. Her anını , o an çektiğim ızdırabın her zerresini hissederek hatırlıyorum hem de.. Bunun nasıl bir acı olduğunu tahmin bile edemezsin.
-.....
- Susuyorsun.. Her zamanki gibi... Susmanın bu kadar yakıştığı başka bir dudak görmedim.. Her neyse.. İşte sana kapılarını açtığım mabedim bu.. Burda sonsuza kadar kalmanı istiyorum. Sonsuz diyorum.. Hiç sonsuz hakkında düşündün mü.. Son yok, bitiş yok, varış yok, tükeniş yok. Sonsuz... Sen ve ben...

Salonun uzak köşelerinden bir an belirip kaybolan insan silüetleri... Uzaktan kendisini izleyen gözler olduğunu hissediyordu... Hissetmek... Garipti.. Korku, kaygı ,sıkıntı.. Yani alışkın olduğu hiçbir hissin var olmadığını gördü o an içinde..
-Kimsin sen? Yada nesin?
-Ben kimim? Dilersen senden başlayalım.. Sen kimsin? Hiç sordun mu bunu kendine.. Eminim sorduğuna.. Tanrıya isyan ettiğin bir gece bunu sorduğunu biliyorum.. O zaman da ordaydım.. Öylece izledim seni. Çaresizliğini, zavallılığını, acı çekişini.. O kadar tanıdıkti ki..
-Kimsin sen...
-Ben değil Sen... Seni konuşacağız önce.. Adın ne?
-Herşeyi bilen gören işiten bir şey bunu da pek ala bilebilir.. Hem adımın ne önemi var ki.
-Doğru.. " nasıl olsa senin seçmediğin ,birkaç harften oluşan bir kelime" değil mi?

Kadın adını soranlara verdiği cevabı hatırladı..
Şey , elmas duvarlara yaklaştı.. Duvardaki kadın resminlerinden birinin önünde durdu, iğrenç bir çığlığı andıran sesi bir anda sükun buldu sanki.. Bir fısıltı halinde; " çok güzelsin" dedi.Ani bir hareketle döndü. Pelerininin etekleri kaynağı belli olmayan ateşe doğru savruldu..
-Sitare...
-.....
-Adını beğendin mi...
-Adım bu mu?
-Gel benimle..
Kadın elini uzattı.. Bir alevi avuçlamak gibiydi.Canının acımayışına irkildi. Alevlerin önünde durdular. "Şey", elini aleve uzatmasıyla alevin içinde görüntüler belirmeye başladı: "Duvarda resimleri olan kadın olmalıydı bu.. Kahkahaları duyuluyordu.. İçiçe geçmiş onlarca görüntü, yüzü seçilmeyen erkekler,kadının teni.. Çığlıklar.. Ve kan.. Alev kırmızısında bile seçilebilen koyu kırmızı kan.. Kimin kanı?"
Şey, elini çekti.. Acı çekiyor gibiydi. Başlangıçtan bu yana Onu ilk kez bu kadar aciz görüyordu kadın..

-Gözlerin hiç değişmemiş.. Ve bir de susuşun... Yüzyıllar önceydi. Bu mabed, sen ve ben... Yaratılmışların içinde benim kadar aşık biri yoktu.. Ama yaratıcı kıskançtır.. Ve kalplerde kendine duyulandan fazla bir aşka asla izin vermez.. Ve sen.. Sen aşktın.. Sen Soluktun... Sen ateştin.. Sen, varlığında yok olmaya gönüllü olduğumdun.. Ama Sen...
-....
- Sen sadece korkuyordun benden.. Tıpkı şimdi olduğu gibi korkuyordun.. Gücümden, aşkımdan ,benden korkuyordun.. Korkman umurumda değildi.. Korkuyordun ve benimdin.. Asla gitmeyecektin. Beni buna inandırmıştın.Korkunun sadakat değil ihanet olduğunu nerden bilebilirdim.. Bir gün benden daha güçlü biri ile ortak olduğunda yapacağın ilk şeyin ihanet olacağını nerden bilebilirdim.. Ahhh Sitare.... Neden?
-Ama...
-Şşşşt... Hiç birşey söyleme sadece dinle... İsteseydin yeri ve göğü sana secde ettirebileceğimi biliyordun.. Sana sadece bakarken, bir küçük oğlan çocuğuna dönüştüğümüde.. Farkettiğimde olabileceklerden hiç mi korkmadın. Sana söylerdim hep -bedelini ödemek kaydıyla herkes ihanet edebilir- derdim. Hatırladın mı?
Kadın , zaman zaman hiç bir kitapta okumadığı halde kendine ilham edilerek söylediğini düşündüğü sözlerin ne manaya geldiğini anlıyordu yavaş yavaş.

-Aylar süren bir savaştı.. Ölmekten değildi korkum.. Ölmekten hiç kormazdım..Sadece seni bir daha görememek endişesi.. Yakan, kavuran bir ateş.. Sadece endişesi diyorum.. Sadece endişesi... Sen hiç savaş meydanından, kadını için kaçıp gelen bir hükümdar gördün mü Sitare.. Ben geldim.. Sana geldim.. Senin için... Ve sen...
-.....
- İnsan başka birine tercih edildiğinde tükeniyormuş Sitare.. Dokunmaya kıyamadığım o ten, bir hayvanın iştahına teslim etmişti kendini.. Suskunluğu beni büyüleyen Aşkım, aşkı anlatıyordu .. Ben değildim...

Kadın ağlamaya başladı.."Şey" yüzünde hain bir gülümseme ile Ona baktı.

-Ağlıyor musun.. Ağlamalısın Sitare... Çok ağlamalısın.. Gözlerini akıtacak kadar ağlamalısın hemde.. Kendini yok edecek kadar ağlamalısın.. Göz yaşın tükenip kan ağlamalısın.. Tıpkı benim yaptığım gibi..

Kadın yüzünü sıyıran bir alev hissetti..

-Sana hala aşık olmam ne kadar acıtıyor beni birbilsen.. Kaçtım.. Ülkeyi ,seni, mabedi herşeyi bırakıp kaçtım.. Bilmediğim karanlıklarda kayboldum.. Tanrılar alay etti benimle.. Tanrılar Onlara vermediğim aşkın bedelini ödetiyordu bana.. Ödedim sitare.. Yıllarca... Sen bile hayal edemezsin yaşadıklarımı... Ve derken , tam ölümün kıyısında dolanırken O geldi.. Tıpkı benim sana geldiğim gibi geldi.. Elimi tuttu Sitare.. Tam uçurumdan düşerken hem de.. Kendimi Ona teslim ettim.. Ona sonsuz sadakatime karşılık, bana sahip olduğum gücü verecekti.. Kabul ettim.. Bana yaptığı iyiliği unutmamam için bir iz bırakacaktı.. Seni bıraktı Sitare... Seni ve senin yaşattığıklarını. Yüzyıllarca bekledim seni.. Senin gelmeni.. Ve nihayet geldin.. Burdasın.. Eskiden olduğu gibi.. Yine korkuyorsun Sitare.. Yine korkuyorsun ve yine susuyorsun...
-.....
"Şey" usulca sokuldu kadına yalvarır gibiydi sesi :
- Benden korkma.. Sadece benim ol... Sadece benim.
-Ama benden istediklerin..
-Benim değil, senin istediklerin. Sana arzularını yaşatmayı vaadediyorum.. Karşılığında tek istediğim sensin.. Sadece aşkın anlıyor musun? Yaptığım fedakarlığı anlıyabiliyor musun...
-Sana bir daha ihanet etmemden korkmuyor musun peki..
-Ah Sitare.. Sitarem.. Bunu göze alamayacağından eminim.


Konuşma orda bitmişmiydi ne olmuştu..Ne cavap vermişti.. Bütün bunlar yaşanmışmıydı.. Hepsi kötü bir rüyamıydı.. Öğrenecekti belki.. Ama şimdilik tek bildiği, uyandığında kendi yatağındaydı ve yine iki kişilik yatağın tek kişilik sıcağında kıvrılıp kalmıştı..

sitâre-1-

İki kişilik yatağın tek kişilik sıcağına sarılmış uyuyordu. Bebekler gibi uyurdu. Nefes bile almıyor sanırdınız. Çarşaf ve yorganı incitmezdi bile uyurken. Dünyanın en huzurlu uykusuydu sanki uykusu.. Yada uyku, yarı ölümden daha da fazlaydı Onun için.. Belki de uykuya daldığında bedenini savuracak kadar bile can kalmıyordu cesetin için de kim bilir.

Eski derin uykuları unutalı hayli zaman olmuştu. Artık küçük bir karıncanın yürüşüyü yada perdeyi titreten ufacık bir esinti yetiyordu yataktan fırlamasına. Tedirgin uykular edinmişti.. Depremleri bile duyurmayan derin uykular intikamını alıyordu artık.


Ayak ucunda bir sarsıntıyla irkildi. Gözlerini açıp açmamak arasında bir an gidip geldi. Gelenin kim olduğunu biliyordu nasılsa. Uyuyor gibi yapıp gitmesini bekleyebilirdi. Ama ya gitmezse, Ona uykuda yakalanmak felaketi olabilirdi. İstemeyerek açtı gözlerini.. Yanılmamıştı. Gelen O'ydu herzamanki gibi. Mahmur gözlerle baktı, sahte bir gülümseme takınarak.. Kızgınlığını ve korkusunu ,en çok da korkusunu gizlemenin en sevimli yoluydu bu.. Sahte bir gülümseyiş ve o saatte söylenmekten mahçup bir "hoşgeldin."


Siyah karanlık bir gölge... Sadece gözlerini seçebildiği.. Bu gözler.. Bir çift gözün bu kadar nefretle bakabileceğini ilk farkedişi değildi. İlk ürküşü de değildi bu.. Her seferinde aynı gözlerden aynı korkuyu duymak .. alışılamayan korkular varmış demek ki. Yada aşılamayan korku duvarları.. O bant hiç kopmuyordu nedense, o duvar hiç aşılamıyordu ne acı, her korktuğunda daha da yükselen o duvar, aşamadığı o korku.. Kalbinin ağzından çıkacak halde olduğunu anlaması işten bile değildi. Allahtan ayak ucundaydı yoksa yorganın titreyişini hissederdi muhakkak. Duyuları o kadar keskindi ki, muhakkak hissederdi.. Zaten bir şeye hükmetmek için duyulara ihtiyacı bile yoktu Onun, O birşeye vehmetti mi olmadığına ikna için Tanrıların dile gelmesi bile para etmezdi.

Sadece bakıyordı.. "Yataktan kalkmak en doğrusu" dedi kendi kendine.. "Yatak oldukça savunmasız bir mekan, kalkıp odaya geçersem hiç değilse kaçabilme şansım olur." Kalktı, yine aynı sahte tavırla "hadi içeri gidelim , birer sigara içeriz" dedi.. Bu sahtelik , bu hal onu lime lime ediyordu. İçindeki sövüp duruyordu dışındaki sahtekara.Çarpıp çıkamadığı kapının önünden geçip odaya girdiler. Gözler nefretini bir parça bile eksiltmeden öylece bakıyordu..

"Allah vere de ellerim titremese" diye içinden geçirirken odada yalnız olmadıklarını gördü.. Odanın karanlık noktasındaki koltukta sessizce, sinsice onları seyreden "şey", belli ki bu durumdan çok keyif alıyordu..

Ürkütücü ama onunla sözler olmadan konuşabilmeyi beceriyordu. Bu yetiyi ne zaman kazandığını hatırlamak bile istemedi.

-Burda olduğunu tahmin etmeliydim..
-Bu eğlencenin mimarı kim sanıyorsun.
-Ne istiyorsun Ondan.
-Derdim Onla değil ki küçük ahmak.. Derdim seninle.
-Benden ne istiyorsun.
-Tabii ki seni..
-Ama neden?
-Benim için muhteşem bir beden olacaksın.Seninle öyle şeyler yapacağız ki bunları hayal etmeye senin bile sınırların yetmez.
-İyi ama neden ben..
-Çünkü senin milyonlarca sebebin var.. Ve kimse bunu benden bilmeyecek.Kafanı çalıştır.. Hani çok zekiydin.Hala anlamıyor musun.Sen tam bana göresin.
-Hiç bir zaman ele geçiremeyeceğini biliyorsun değil mi..
-Sen beni masal kahramanı mı sanıyorsun sersem..Oyunlarımdan haberin bile yok. Bak şimdi kalkıp Onun kulağına sana dair üfleyebileceklerimi bir düşün.. Bu arada sizin evde silah da varmış. Bu çok eğlenceli olabilir.
-Bunu göze alamazsın.. Sana cesetim değil bedenim lazım.
-Evet ve sen de ölmeyi göze alamazsın.Hayata seni bağlayan şeyler var..
-Ondan uzak dur..
-Ha haaa .. Korkma.. Derdim sadece seninle..

Sigaradan derin nefesler çektiler.. Hiçbir şey konuşmadan..
Sessizliği Onun sesi böldü :" Birgün seni öldürmekten korkuyorum."
Hiçbir şey diyemeden sustu.. Bu haldeyken Ona ne diyebilirdi ki..
Yanına usulca sokulan "şey", saçlarına dokundu:

-Çok güzeller.. Bunlarla neler yapabileceğimizi bir bilsen.Hadi inat etme.. Benimle kumar oynanmaz.. Kaybedeceklerini tahmin edemezsin..Sana sonsuz ihtişam vaadediyorum.. Sana mabedimin kapıların açıyorum.. Ordaki en eşsiz gözdem olmayı sunuyorum sana.. Evet de.. Bak herşey ne kadar güzel olacak.

Gücünün tükendiğini hissediyordu.. Onu koruyanların hızla kaybolduğunu hissediyordu. Sıcak hiç bu kadar sıcak olmamıştı..
O , eline silahını almıştı bu arada , "seni öldüreceğimden korkuyorum" diyordu sadece.. Devamını unuttuğu bir şiiri tekrarlar gibi.

Ve pes etti.. Ayağa kalktı en fahişe tavrıyla :" hadi aşkım, gel içeri gidelim bunları orda konuşuruz "dedi.. Elleri titremeden Onun elindeki silahı aldı birlikte yatak odasına yürüdüler..

O sırada içinden kopan parça mabedin gözdesi olmaya gidiyordu.

....en....

Vazgeçtim sende EN olmak hayâlimden..

Bana güvEN yeter..

bale pabuçlarımı giymeli




Kısa bir ara vermiştim hayatı parmak ucunda yaşamaya...

Ama şimdi..

Yeniden bale pabuçlarımı giymeli

Ve artık,

Kimseyi rahatsız etmemeliyim..

YÜREK


Mârifet, ateşin büyüklüğünde değildi aslında..

Küçücük bir kıvılcım bile bunu başarabilirdi..

Yanmaya öyle hazırdı ki...

beni seviyor musun?


Kadın ve erkek arasında 7 den fazla fark olduğu muhakkak..
Bu farkların ne olduğunu açıklamak değil niyetim.. Öyle bir esiverdi aklıma bir vesile ile farkların sadece birinden bahsedeceğim..
İki cins arasındaki farkın bence en ilginç olanlarından biri şu :
Erkek öğrenmek, kadınsa zaten bildiği şeyi teyid etmek amacıyla soru sorar..

Hiç bir kadın ,güzel olmadığını düşündüğü halde, "
çok mu çirkinim"diye sormaz..
Hiç bir kadın, zekasından emin değilse,
"beni zeki buluyor musun"sorusunun yanından bile geçmez...

Kadının sorusu kendince malum olanın ilan edilmesini istemesidir sadece...

Hele bir soru var ki; bir kadının bunu sorabilmesi için bundan adı kadar emin olması gerekir :BENİ SEVİYOR MUSUN?
Evet, işte bu soruyu sormadan önce, kadın ,aslında binlerce defa sevildiğinden emin olmuştur.. Bu soru bilmek değil, duymak için sorulur sadece..
Kadın kumar oynamaz çünkü.. o ayakları yere basan ve enteresan bir zeka işleyişi olan türdür.. Bildiği soruları sorar.. Aslında merak ettiklerini ise asla doğrudan sormaz.. Bu tür sorular için ,alengirli taktikleri herzaman mevcuttur..

İstisnalar kaideleri bozmaz.. o yüzden hemen atlayıp "ama ben öyle diiiliiilmm " deme sevgili okur..

Öyle aklıma geliverdi yazdım işte..
Ve Rabbime birkez daha şükrettim beni kadın olarak yarattığı için.. Ya erkek olsaydım ve kendimi , aslında cevabını bildiği soruları sorup duran bir kadınının, cevaplarını teyid eder halde bulsaydım..
Kabus olmalı..

Ama ben kumar oynamayı seven kadınlardanım..
Herkesi ve herşeyi sevebilirim..
Sıkı dur bakalım :
BENİ SEVİYOR MUSUN?

efendim?
Duyamadım...

sENi istiyorum


Seni istiyorum evet..
Seni..
Ama EN seni...
Gerçek seni..


******

Tırnak aralarında kuruyan kanını istiyorum..
Pürüzsüz teninle gizlediğin ruh çıbanlarını..
Faili meçhul cinayetlerini,
Sabıkalarını..

Kendine sövmelerini istiyorum..
Duvarlara hapsettiğin sayıklamalarını ,
Parke taşlardaki voltalarını,
Kaçışlarını,
Yakalanışlarını,
Hücreye atılışlarını istiyorum..
Kendi cehenneminde yakılışlarını,
Avaz avaz susuşlarını
Ve ağlayışlarını küçük bir oğlan çocuğu gibi..

Seni istiyorum!
Evet seni,
Beynindeki sigara yanıklarını,
Ayıplarını,
Ayıplanışlarını..
Bileğine atamadığın kesikleri,
Boynuna geçiremediğin ilmekleri,
Gitmek isteyişlerini
Gidemeyişlerini istiyorum..

Gücünü değil, aczini..
Zenginliğini değil sefaletini..
Kalabalığını değil, kimsesizliğini..
Cesaretini değil, korkaklığını..

Çaresizliğini,
Perişanlığını,
Tükenişlerini..

Kendinden bile gizlediğini istiyorum..
sENi istiyorum..
...