
Şehrin , belki de sevdiği tek vitrinin önünde mıhlanıp kaldı kadın.. Küçük ,kırmızı mercan bir bileklik.. Gümüş halkalarla birbirine kenetlenmiş kırmızı taşlar, eski, masum bir tebessümle usulca uzatıverdi başını camekandan.. Saçlarını okşatmak isteyen yetim çocuklar gibi..
…….
Ermeni Diaspora’sının özür beklemediği yıllardı.. İstanbul’un gayrimüslimlerin en yoğun yaşadığı semtlerinin birinde , küçük bir kız çocuğu 7 yaşına girmenin verdiği heyecan ile evin içinde koşturup duruyordu.. Bir yıl önceki doğum gününü düşündükçe heyecanı daha da artıyordu.. O gün, Suzan Teyzesi , küçük hediyesini verirken, usulca fısıldamıştı kulağına: “Büyüyorsun kirbit kutusu..Seneye sana genç kız hediyesi alacağım..”
Genç kız hediyesi… Ne olabilirdi ki..
Evin içi kalabalık.. Yaz tatillerine denk gelen doğum günleri, O’nun doğum gününden ziyade, annesinin kabul günlerine dönüşürdü ama olsun.. Komşu teyzelerin kızları… Yok yok, kızları değil, daha çok oğullarıyla oynayabilirdi.. Daha o günlerden belliydi kadınlarla dokularının garip bir şekilde tutmadığı.. En sevdiği arkadaşlarının çoğunluğu erkekti .. Ne tuhaf.. Belki de aptal kadın rekabetinin farkına vardığından uzak duruyordu onlara.. Kim bilir.
Kocaman, çikolatalı pasta,üzerinde yıldızlar gibi parlayan 7 küçük mumla masanın üzerine kondu.. “Bir dilek tut” dediler.. Bir dilek tut.. Keşke bunu şimdi deselerdi . Deselerdi ve dileği kabul olsaydı..
Komşu teyzeler ve çocukları özensizce seçildiği her halinden belli hediyelerini verip, öptüler yanaklarından.. Suzan teyze , o saçma takı merasimlerini andıran hediye verme ayinine katılmadı.. Kanepelerden birinde oturmuş, küçük kızı izliyordu..Küçük kız da bir yandan hediyeleri alıyor, bir yandan da gözünün ucuyla Suzan Teyzeyi izliyordu.. Kalabalık hediye verme işini bitirip , pastalarını yemeye başlamıştı ki… Nihayet… Suzan Teyze eli ile gel işareti yaptı.. Küçük kız önündeki bütün hediyeleri bir kenara fırlatıp koştu .. “Uzat bakalım bileğini” dedi kadın.. Küçük kız, incecik bileğini uzattı.. Minik kırmızı taşları olan mercan bir bileklik.. O kadar güzeldi ki..Prenses tacını giymişti sanki.. Birkaç saniye bilekliği seyretti.. Sonra yüzünde ,gülüşlerin en harikasıyla sarıldı Suzan teyzesine.. Koşarak annesinin yanına gitti.. “Anne, bak! Prenses oldum”…
Prenses olmak … O yaşlarda, prenses olmak için minik bir mercan taşlı bileklik yetiyordu..
Odanın ortasında dans ederek dönmeye başladı.. Döndükçe etekleri havalandı.. Havalandı..
….
Kadın , camekânına mıhlandığı takı dükkanından içeri girdi.. Vitrinden,kendisine gülümsemeye devam eden kırmızı mercan taşlı bilekliği gösterdi tezgahtara..Tezgahtarın uzattığı bilekliği bileğine taktı.. Dakikalarca bekledi, Prenses tacının başına konmasını.. Olmadı..
Aradan geçen yıllar , kırmızı mercan bilekliği de değiştirmişti.. O artık bileğe takılınca prenses tacına dönüşüveren sihirli bileklik değil, kıyafete şıklık katacak sıradan kırmızı bir aksesuara dönüşmüştü..
Acı bir tebessümle okşadı kadın kırmızı mercan taşları.. Kırmızı taşlar gülümsedi.. Tezgâhtarın, “alıyor musun” sorusuna , Onun anlam veremediği bir cümle ile yanıt verdi. “Prenses olamayacak kadar büyümüşüm.”
Dedi …Ve çıkıp gitti.
Kesinlikle pervane olabilirim bu yazının etrafında...
YanıtlaSilDilerim genç kadın bileğinden hiç çıkarmayacağı kırmızı bir mercan bilekliğe sahip olur.
Ve bizler biliriz ki o hediyeyi veren erkek, kırmızı mercan bileklik kadının bileğinde kaldıkça onunladır.
Kırmızı mercan bileklik için fazla büyüdüm..
YanıtlaSil