
31 Mayıs 2009 Pazar
geldi & geç/ti..

Cinnet...
Ten savaşlarından...
Dumanı tütüyor hala yıkılan evlerimin..
Sokaklarımda ağlayan kız çocukları..
Sonra el ayak çekiliyor,
Issızlaşıyor heryer..
Uluyor çakallar..
Yüzümde yarasa kanatları..
Sırtlanların lanet olası dişleri..
Salamı veriyor puhu kuşu...
Ve Çığlık..
Nefessiz kalasıya çığlık..
Tanrının işitmediği..
Ebabil kuşlarını çağırın artık..
Yok etsin beni..
30 Mayıs 2009 Cumartesi
Kendi başıma buyruk
29 Mayıs 2009 Cuma
keçi peyniri

Oğlunun annesi, Kamil’i bırakıp gitmişti....Kamil, dünyanın en zor , en kolay adamlarından biriydi.. Zeynep , o günden sonra Kamil’in oğlunun da veliliğine soyundu.. Oğlan, aynı babası gibiydi.. Hırçın ve kural tanımaz.. Veliler, ilk toplantıda, onlarca şikayetle gelmişlerdi öğretmenin huzuruna.. Tuzu kuru, Seda Sayan hayranı bir sürü geri zekalı kadın, çocuktan dert yanıyor, onun uyumsuzluğuna öğretmeni iknaya çalışıyordu.. Bir tanesi , bardağı taşırdı nihayet :”Canım alsın çocuğunu , özel bir okula versin, burada çocuklarımızın da ahlakını bozacak bu çocuk.” Ahlak.. Ahlaklı annelerin ahlaklı çocukları.. Ahlaksız baba ve onun ahlaksız oğlu.. Bu kadar kolaydı işte.. Kamil’i yine asıyorlardı.. Zeynep yine ayağa kalktı..” Burası devletin herhangi bir okulu hanımlar,buraya gelenlerin kalitesinden rahatsız olanlar kıymetli çocuklarını alıp o bahsettiğiniz özel okullardan birine gönderebilirler.. O çocuk, sizinkilerden daha ahlaksız değil .. Şu saçmalığı bırakın..”
Kadınların anlam veremediği bu çıkış, her nasılsa Kamil’in kulağına gitmişti.. Hafta sonu, caddede karşılaşırlar. Kamil, en bitirim pozlarıyla Zeynep’e :
-Kızz! Yine dağıtmışsın ortalığı..
-Boşver ya.. Salak bu millet..
-Yine borçlandık sana , iyi mi? Ne olacak şu sana olan borçlarım..
-Annen yaşıyor mu?
-Evet..Niye ki?
-Keçi peyniri…
-Ne?
-Bana yine keçi peyniri getirirsin..
Birbirlerine bakıp gülümsediler..Zeynep, o gün hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmadığını, güzelliklerin küçücük ayrıntılarda gizli olduğunu öğrendi..
Bir süre sonra, Kamil , oğlunu da alıp başka bir yere yerleşti.. Bir yıl sonraydı..Oğlu okuldan gelip, Murat’ın (Kamil’in oğlu) onu okul telefonuna çağırdığını anlattı.. Anne dedi, “anne bir tek benimle konuşmak istemiş biliyor musun? Çocuk Esirgeme Kurumu’ndaymış…”
Araştırdı.. Soruşturdu.. Kamil.. Ölmüş.. Verem demişler.. Ölmüş işte.. Çocuğu , babaannesinin yanına verdiler bir süre sonra.. Sonra…
Sonrası.. Zeynep kendi hayat gailesi arasında dağılıp gitti.. Unuttu bazen Kamil’i, Murat’ı, hatta kendini bile..
Kamil , kahvaltı tabağına koyduğu bir dilim peynirle geldi aklına..
Başını kaldırıp oğluna sordu.. “Keçi peyniri yedin mi hiç sen?”
ifla h/s
Ve her defasında koluna bacağına dolanan yosun ve pisliklerle çıkmak sudan..
Ya iflah olmak..
Asla..
(Hatada ısrar ahmaklara mı mahsus? Belki de.. Akıl akıl olsaydı.. Üstad demiş diyeceğini , boşver gitsin..)
müebbet

-Ne dersin.. Tahliye çıkar mı bir gün?
-……
Hep böyle olurdu.. Ne zaman bu soruyu sorsa, susardı karşısındaki kadın.. Boş hayallerle onu oyalamak istemezdi besbelli.. Ama O, ısrarla sormaya devam ederdi aynı soruyu.. “Tahliye çıkar mı birgün..”
Dile kolay 10 küsur sene.. Az şey değil.Neden buradaydı.. Kadere suç atmayacak kadar kendi ahmaklıklarının farkındaydı.. İstemişti.. Tercih etmişti.. Şimdi de.. Bu dört duvar.. Bu demir parmaklıklar..
-Biliyor musun en çok ne zaman özgürlüğü arıyor insan..
-Ne zaman?
-Gel bak, göstereyim..
Parmağıyla, bahçe duvarının hemen dışındaki kiraz ağacını işaret ederek:
-Şuna bir bak.. En çok, bu çiçek açtığı zaman özlüyorum özgürlüğü.. Hani öyle diğerleri gibi gece olup başımı yastığa oyunca filan değil.. Gündüz.. Güpegündüz, ağaçlar çiçeğe kesince..Kuşlar gökyüzünde sevişirken kanat kanata.. O çiçeklere dokunamamak var ya.. İşte o zaman ölüyorum ben. Lanet olsun diyorum.. Bütün demir parmaklıkları paramparça edip kaçmak istiyorum..
Kadim dostu, susmuş, sadece dinliyordu.. Binlerce defa aynı konuşmayı yapmışlardı..Binlerce defa, hiçbir çözüm bulamamışlardı..
-Çayını tazeleyeyim mi?
- Belki de .. Hani o firar ettiğim zaman.. Belki de o zaman izimi kaybettirmeliydim.. Beceremedim işte..Off..
- Açık mı oldu ? Biraz daha dem?
- Ama, biliyorsun değil mi? Yani.. Nasıl izimi kaybettirebilirim ki? Onu kaybetmeyi göze alamam..
Başını çevirip ,bir umut dercesine baktı ,dostuna..Karşısındaki kadın umursamaz tavırlarla sigarasını dudaklarının arasına yerleştirdi.
- Çakmağı uzatır mısın?
- Hep burada kalacağım değil mi? Kiraz ağaçlarına hep demir parmaklıklar ardından bakacağım değil mi?
-….
- Bu sene bir başka güzel açtılar be! Orda olmalıyım ben.. Orda , o çiçeklere dokunabilmeliyim..
-….
- Dinliyor musun beni?
- Hı hıı.. Kül tablasını versene..
- Bu parmaklıklardan kurtulmanın bir yolu olmalı..
- Var tabii.. Ama bir de bedeli var..
- Neymiş o?
- Nefesin.. Cesaretin var mı ?
Sustular.. Omuzları düştü birkez daha.. Bir kez daha kelimeleri bitti.. Bir kez daha..
Sol elini pencereye doğru uzattı.. Parmağındaki demir parmaklığın ardından kiraz ağacının çiçeklerine bir kez daha baktı..
28 Mayıs 2009 Perşembe
Cin/ayetleri(m)-9-
Pistin ortasına kusanı olarak da..
Olumlu yönleriyle gündeme gelemeyenlerin, pislik yapma pahasına gündeme gelme çabasına sadece GÜLÜYORUM..
hadi...
Cin/ayetleri(m)le..
Çırıl çıplak..
Hadi!
Sol kaburgandan, yeniden yarat beni.
Cin/ayetleri(m) -8-
27 Mayıs 2009 Çarşamba
kırmızı mer/can bileklik

Şehrin , belki de sevdiği tek vitrinin önünde mıhlanıp kaldı kadın.. Küçük ,kırmızı mercan bir bileklik.. Gümüş halkalarla birbirine kenetlenmiş kırmızı taşlar, eski, masum bir tebessümle usulca uzatıverdi başını camekandan.. Saçlarını okşatmak isteyen yetim çocuklar gibi..
…….
Ermeni Diaspora’sının özür beklemediği yıllardı.. İstanbul’un gayrimüslimlerin en yoğun yaşadığı semtlerinin birinde , küçük bir kız çocuğu 7 yaşına girmenin verdiği heyecan ile evin içinde koşturup duruyordu.. Bir yıl önceki doğum gününü düşündükçe heyecanı daha da artıyordu.. O gün, Suzan Teyzesi , küçük hediyesini verirken, usulca fısıldamıştı kulağına: “Büyüyorsun kirbit kutusu..Seneye sana genç kız hediyesi alacağım..”
Genç kız hediyesi… Ne olabilirdi ki..
Evin içi kalabalık.. Yaz tatillerine denk gelen doğum günleri, O’nun doğum gününden ziyade, annesinin kabul günlerine dönüşürdü ama olsun.. Komşu teyzelerin kızları… Yok yok, kızları değil, daha çok oğullarıyla oynayabilirdi.. Daha o günlerden belliydi kadınlarla dokularının garip bir şekilde tutmadığı.. En sevdiği arkadaşlarının çoğunluğu erkekti .. Ne tuhaf.. Belki de aptal kadın rekabetinin farkına vardığından uzak duruyordu onlara.. Kim bilir.
Kocaman, çikolatalı pasta,üzerinde yıldızlar gibi parlayan 7 küçük mumla masanın üzerine kondu.. “Bir dilek tut” dediler.. Bir dilek tut.. Keşke bunu şimdi deselerdi . Deselerdi ve dileği kabul olsaydı..
Komşu teyzeler ve çocukları özensizce seçildiği her halinden belli hediyelerini verip, öptüler yanaklarından.. Suzan teyze , o saçma takı merasimlerini andıran hediye verme ayinine katılmadı.. Kanepelerden birinde oturmuş, küçük kızı izliyordu..Küçük kız da bir yandan hediyeleri alıyor, bir yandan da gözünün ucuyla Suzan Teyzeyi izliyordu.. Kalabalık hediye verme işini bitirip , pastalarını yemeye başlamıştı ki… Nihayet… Suzan Teyze eli ile gel işareti yaptı.. Küçük kız önündeki bütün hediyeleri bir kenara fırlatıp koştu .. “Uzat bakalım bileğini” dedi kadın.. Küçük kız, incecik bileğini uzattı.. Minik kırmızı taşları olan mercan bir bileklik.. O kadar güzeldi ki..Prenses tacını giymişti sanki.. Birkaç saniye bilekliği seyretti.. Sonra yüzünde ,gülüşlerin en harikasıyla sarıldı Suzan teyzesine.. Koşarak annesinin yanına gitti.. “Anne, bak! Prenses oldum”…
Prenses olmak … O yaşlarda, prenses olmak için minik bir mercan taşlı bileklik yetiyordu..
Odanın ortasında dans ederek dönmeye başladı.. Döndükçe etekleri havalandı.. Havalandı..
….
Kadın , camekânına mıhlandığı takı dükkanından içeri girdi.. Vitrinden,kendisine gülümsemeye devam eden kırmızı mercan taşlı bilekliği gösterdi tezgahtara..Tezgahtarın uzattığı bilekliği bileğine taktı.. Dakikalarca bekledi, Prenses tacının başına konmasını.. Olmadı..
Aradan geçen yıllar , kırmızı mercan bilekliği de değiştirmişti.. O artık bileğe takılınca prenses tacına dönüşüveren sihirli bileklik değil, kıyafete şıklık katacak sıradan kırmızı bir aksesuara dönüşmüştü..
Acı bir tebessümle okşadı kadın kırmızı mercan taşları.. Kırmızı taşlar gülümsedi.. Tezgâhtarın, “alıyor musun” sorusuna , Onun anlam veremediği bir cümle ile yanıt verdi. “Prenses olamayacak kadar büyümüşüm.”
Dedi …Ve çıkıp gitti.
palavra.. palavra.. palavra...
Aramasın beni.. Benim için bitmiştir..
Deliler gibi bekledim, aramayınca çıldırdım, köpek gibi aramasını bekledim, arasa koşa koşa giderim diyebilecek kadar onurlu insanlar aranıyor...
Terkedilmek de sevdaya dahil.. Tek farkı onlar hala sevgili değil..Sadece biri, hala seviyor muhtemelen..
Ve bu da utanılacak bir şey yok..
Don Juan 'ın kadınları
Hadiselere sadece bakarak yorum yapanlar için Don Juan, kadın tarlasına girmiş keskin bir oraktır.. Kadınların kalbine gerçek olmayan bir aşkı eker, hasat zamanı gelince de şehvet biçer.. Acımasızdır..Arkasında bıraktığı sadece gözü yaşlı kadınlar değildir.. Kimi zaman gözü yaşlı kadınların öfkeli babaları , kimi zaman da aldatılmış eşler ve sevgililer de O’nun kurbanları arasındadır..
Sevimlidir, çekicidir.. Kadın denen mahlukun zaaflarını , kendilerinden daha iyi bilebilmek gibi bir meziyet bahşedilmiştir kendisine..Kadınlar, ateşe uçan pervaneler gibi Ona doğru uçarken , sadece tenleri değil ruhları da tutuşur.. Bu yangınlardan yanmadan kurtulabilen bir tek kişi vardır her defasında :DON JUAN..
Buradan sonra yazacaklarımın hemcinslerimin çok da hoşuna gitmeyeceğini zannediyorum..Ziyanı yok.. Sezar’ın hakkı Sezar’a..
Kimse Don Juan(lar)’ın , kadınlara olan bu düşkünlüğünün nedenini düşünmez..O sadece, aklı fikri uçkurunda olan bir sapıktır adeta.. Gerçekten öyle midir? Yanılıyor olamaz mıyız?
Onun , kadınlarla kurduğu ilişkinin dram olduğunu düşünürüm nedense.. Ama kadınların dramından çok Onun dramıdır bu.. Onca kadın, onca aşk ve hala ruhunu bir kadına teslim edemeyiş..Yada ruhunu teslim alabilecek bir kadına rastlayamayış..Don Juan, sayıca inanılmaz çokluğun içindeki kadından yana fakirliğin, kadını bulamayışın ve her defasında eli boş kalışın en dramatik örneğidir belki de..
Etrafa bakıyorum.. Kadına.. Bu kadar mı çabuk tükenir insan.. Bu erkeğin maymun iştahı mıdır? Kadının sunmayı bilmeyişi mi? Neden 2-3 sevişmede biter kadın.. Neden kasıktaki yangının sönmesiyle bozulur büyü.. Nerde Yavuz Selime "Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek" dedirten kadın.. Pespaye.. Ucuz .. Sıradan.. O yada bu şekilde satın bile alınabilir üstelik. Dur, sakin ol.. Satın alınabilirlikten kasıt , aklından ilk geçen değil.. Ne olduğunu izah etmek.. Çok güç.. Yani aklına başka bir yorum gelmiyorsa hele, imkansız hatta..
Don Juan yada şu moda kahramanlarımızdan Issız Adam.. Hakkında binlerce cümle yazılan günah keçisi.. Kadınların lanet okuduğu ama bir o kadar da içinin eridiği.. Onunla beraber olmak istediği ,ama öyle bir ilişkiyi göze alamadığı.. Hepsi bir..O kadar da kötü değiller.. Yani tabii bence..
Kadın diyorum.. Kadın.. gücünün farkında olmayan Kadın.. Kendini edilgen sandığı noktada kudretinden bi haber.. Tutmak, seçmek, almak, reddetmek, tercih etmek, vermek, vermemek noktasında belirleyen..Ne yazık ki çoğu zaman bacaklarının arasındaki küçük dünyasından başka bir gücü olmadığını düşünen Kadın.. Çok mu acımasızım.. Belki.. Belki etrafım bunun örnekleri ile dolu olduğundandır..
Her neyse Don Juan'ı seviyorum.. O kötü biri değil.. Bir kadın katili hiç değil.. Öyle olsa, filmini izlerken katılasıya ağlarmıydı.. Mecnun'u aramaya başlamadan önce aynaya bak! Sen Mecnun edecek kadar Leyla mısın?
S/EN
"EN" diye başlayan tek cümlesi olmayan Adam , S/EN diyen cümleler kuruyorum..
26 Mayıs 2009 Salı
Cin/ayetleri(m) -6-
Var(ama)mak
Mesafeler ötesi ıramak
Ve varmak o beldeye
Ki orda,
Orman nefesinde
Güneş teninde...
Sen gelmezsin bilirim..
Bir ben bilirim
Senin gelmeyişini
Gelemeyişini
Kin kusar ağızlar
İrin kokar nefesleri..
Tutar çeker adımlarımı bir el,
Kayar adımlarım
Düşerim
Varamam o beldeye..
Ki orda orman nefesinde
Güneş teninde..
Cin/ayetleri(m) -5-
Ellerimi kapadım yüzüme , utandım avaz avaz bağırışıma.. Acı çekmenin bile asaleti olmalı..
İnsan mum gibi yanmali ve belki de içine akmalı..
Susmalı (mı)..
Kir
25 Mayıs 2009 Pazartesi
sokağa bakarken
Yıllar sonra , bu halet-i ruhiye ile ,bu sokağı izleyeceğini hiç düşünmemişti.. Dizlerinin kanını döktüğü kaldırımlara şimdi usulca süzülen kan .. Dizlerinden akan kandan öyle farklıydı ki..
Parçalanmış gibiydi.. Olmadığı bir görünüm, görünemediği bir var oluşun arasında hapsolmuştu.. Ağzı gittikçe daralan kuyunun içine bu betonu döken ellerinden nefret ediyordu.. Nefret ettiği tek şey elleri değildi üstelik.. Giyindiği bütün elbiselerden soyunmak istiyordu.. Ama göze alamıyordu işte.. En kaba ifadeyle "yemiyordu".. Bedelsiz kazanımların mümkün olmadığını biliyordu.. Bilmek yetmiyordu işte.. Cesaret gerekiyor.. Cesaretinin ESARETe dönüştüğünü biliyordu..
Hiç değilse bir kabulleniş olabilseydi diye geçirdi içinden.. Zincirleri çekmek, bileklerini kanatmanın ötesinde bir işe yaramıyordu nasılsa.. Ama susup oturmak.. Ah bunu bir yapabilseydi.. Mutlu mesut elindekilerle yetinebilseydi ya.. Olmuyordu.. Beyninin içindeki zehirli kıymık bir türlü rahat durmuyordu.. Kıvrandıkça derinlere gidiyor, çıkartılması mümkün olmayan bi noktaya varıyordu..
Sigarası bitmek üzereyken, bir diğerini ekledi yine.. Derin bir nefes çekti.. Belki de ömrünün en derin nefesini.. Yaşadığı onca şeye rağmen küçük hayal kırıklıklarının onu dağıtmasına anlam veremiyodu hala.. Büyüyemiyordu.. Bir türlü koca kadın olamıyodu.. Küçük bir kız çocuğu gibidağılmıştı yine ..Ve bu defa dağıtan şeyin adını bile koyamıyordu...
Bir derin nefes.. Bir tane daha..
Sonra sigara bitti.. Ve sabah ezanı..
Pencereyi kapattı...
Gün birileri için yeni umutlarla başlıyordu işte..
Onun payında sadece dünün tebessümleri vardı..
24 Mayıs 2009 Pazar
Cin/ayetleri(m) -3-
piknikçiler
hakikat
23 Mayıs 2009 Cumartesi
Cin/ayetleri(m) -2-
Cin/ayetleri(m) -1-
a.a.b.s.a.o.
Aşk-ı cehennem
sebepsiz..
22 Mayıs 2009 Cuma
(G)ittin
saligia
Zaman, bu kadar çirkinini görmemişti. Yedi ölümcül günahla yoğrulmuş bir ruh , karıştı insanların arasına.
...............
“Her kim benim ruhumdan bir parçaya sahipse onu alıp katmalıyım kendime” diye haykırdı. Evrenin en kızıl gecesiydi o gece. Tüm zamanlar ve mekanlar, kızıllıkta aynılaşmıştı. İblisler , birbirini eziyordu bu şaheseri görmek için. Onlar için bile fazlaydı bu kadarı. Zaferine beş kalaydı artık iblisler Şahının.
Tanrı ile düellonun kazananı olmaya and içmişti en başında.Bir tek insan kalmayacaktı O’nun olmayan.
Ve bu yaratılan, yaratılmışların en güçlüsüydü ..
Ve bu yaratılan, onun en sadık hizmetkarıydı.
Seni seçtim dedi yaratıcı; seni seçtim dünyayı günah potasında eritmek için. Git ve getir senden olanları. Git ve çevir senden olmayanları.
Ve doğdu yaratılmış ruhların en günahkârı.
Kaçıştı insanlar, kızılın kavurgan sıcağından. Tek gölge kalmadı kızılın helak etmediği.Dallar, yapraklar, sular ,taş, toprak ve hava kızıla kesti.
Kızıl kavurgan alev peşine düştü erkeğin. Erkek, ondan değildi ama kandırılması en kolay olandı. Ve sonra kadın. Kadın ,Ona benzeyendi ama daha kurnaz. Fısıldadı kulaklara zehrini.Gösterdi gözlere en renkli sahneleri. Büyülendiler. Zavallı insan. Daralan ateş çemberini bile görmeyecek haldeydiler.
Melekler intihar etmeye başladı bir bir. Tanrı dur bile diyemedi meleklerine.Ve o rezil kahkaha inletti arzı.
“Kazandım” dedi iblislerin şahı.
Tanrı , yapayalnız kaldı yarattığı alemin ortasında.Zamanın başına döndü sanki her şey.
Evet, gelecekti gördüğü Tanrının. Birgün tek başına kalacağını bile bile yine de başlattı zamanı. Değiştirebilecek miydi mutlak son diye gördüğünü?.
Yoksa, İblis’e boyun mu eğecekti?
Zamanın galibi olmayan tek savaşı başladı!
21 Mayıs 2009 Perşembe
20 Mayıs 2009 Çarşamba
son damla..
Son damladır o..
Son damla..
Sınıfta birinin spor ayakkabısı kayboldu.. Bütün gözler, öğretmeninki de dahil Kamil'deydi.. İğrençti.. Zeynep birden ayağa fırladı..Öğretmene ve sınıfa, gözleriyle görmediklei bir şey için kimseyi lekelemeye hakkı olmadıklarını söyleyip oturdu..
Ertesi gün, Kamil utana sıkıla geldi Zeynep'in yanına.. Küçük bir torbanın içinda kağıda sarılı bir şey uzattı.. "Bu ne" dedi Zeynep.. "Keçi peyniri" dedi Kamil.. Hayatında hiç keçi peyniri yememişti Zeynep.. Tadını bile bilmediği bu peyniri, sanki hayatta en sevdiği şeymiş gibi sevinçle kaptı Kamil'in elinden..
Zeynep , ogün Kamil'e dürüst olmadı.. Çünkü Kamilin o gün dürüstlüğe değil, bu basit teşekkür hediyesinin beğenilmesine ihtiyacı vardı..
Yıllar sonra, Kamille , aynı okulda veli olarak karşılaştılar.. İkisinin de elinde çocukları vardı.. Kamil, gülümsedi.. Zeynep, koşup boynuna sarılamadı ama yine de sarıldı gülümseyişi ile..Oğlunu , Zeynep'in oğlunun yanına kattı Kamil.."Bundan ayrılmai ayrılma ki adam olasın "dedi.. Çocuklar birbirine şaşkın şaşkın bakarken, veliler birbirine gülümsedi..
Henry'ler ve Waldo'lar..
Kendisinden ondört yaş büyük olan ve bir çok özgürlükçü düşünceyikendisiyle paylaşan Raplh Waldo Emerson, telaşla arkadaşını görmeküzere onun hücresine girdiğinde aralarında şöyle bir konuşmanıncereyan ettiği anlatılır:
"- Henry, neden buradasın?"
"- Waldo, sen neden burada değilsin?"
.....Şimdi evde koltuklarımıza uzanmış kuruyemiş yerken "helâl olsun be"diyip alkışladığımız Henry'leri düşünmek zamanı belki de..Hepimiz Waldo'yuz..
Hadi soralım mı kendimize: Biz neden orda değiliz?
DÎL Bilgisi..
Sen aşkını susuyordun..
Ben aşkına susuyordum..
Sen aşkımı yoruyordun..
Ben aşkına yoruyordum..
Sen aşkıma kanıyordun..
Ben aşkına kanıyordum..
Ben bir de aşkımı kanıyordum..
"Sesteş" yerine "işteş" eylemlerimiz olsaydı diyorum..
Susuyorum..
(Bu fiil hangi anlamda kullanılmıştır diye sormuyorum..)
19 Mayıs 2009 Salı
ve Monna Rosa
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.
Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;
Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun.
Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:
Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,
Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...
Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;
Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.
Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,
İçine gül koyduğum tüfek ölmeye başlar.
Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa
Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.
Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.
Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır
Ve kediler her gece sürünür yastıklara.
Denizleri bahtiyar eden günler kısalır;
Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,
Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.
Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara
Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.
Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.
Sana da Monna Rosa, taş bebeği bıraktık.
Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.
Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;
Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi...
Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;
Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.
Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,
İtimat edeceğim şu belalı yağmura.
Ruhumu bayrak yapıp ben teslim edeceğim
Asılmış bir adamın iki eli yağmura.
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.
Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni
Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye.
Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni
Katıvermek sessizce söylenen bir türküye.
Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni
Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,
Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.
Sana tavuskuşunun içime girdiğini
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
İçime girdiğini, tüyünü yolduğunu
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
İçimde tavusların bir bir kaybolduğunu,
Bana da bir çift ak kanat kaldığını
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
S.karakoç
alıntı..
(Nalân Barbarosoğlu)
ithafı bende (ya)saklı
Ama rüyaları zaptedemiyorum..
Sen güçlüsün, becerebilirsin..
Rüyama girme...
lütfen....
18 Mayıs 2009 Pazartesi
Nerde(sin)?
Orda olmadığını bildiği yerlere bile dönüp dönüp yeniden, yeniden bakar ya..
O haldeyim.. Kaybettiğim bir şey var..
Aradığım yerlerde olmadığını bildiğim bir şey..
Nerde(sin)?
Şimdi bir çocuk olsam...
"Şeytan aldı götürdü , satamadan getirdi" diye tekerlemeler söylesem...
Bulur muyum acaba?
Salıncak
Duvaksız Gelin...

16 Mayıs 2009 Cumartesi
çile../ N.F.K
Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehirli kıymık gibi, beynimde.
Lûgat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden;
Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?
Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan muhacir, eşyadan öksüz?
Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!
Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.
..........
kifayetsiz muhterisler..
Etraf halinden şikayetçi insanlarla dolu.. Suratlarda aynı memnuniyetsizlik..Hadi bir itiraf, aynaya bakınca gördüğüm yüz de buna dahil ..
Sanki hepimiz, aslında dünyanın var olan bütün nimetlerini hak etmişiz de şu felek var ya şu felek … İşte o kahpe felek, işi gücü bırakmış bizimle uğraşıyor.. Allahım, bu nasıl bir kendini beğenmişliktir.. Bu nasıl bir kendini dünyanın merkezi sanma ahmaklığıdır.. Neden , kendimizi bi halt sandığımız anlarda, kulağımıza bir ses üflemezsin.. “Eyy kendini bir halt sanan.. Sen, koca kainatta bir toz zerresi kadar bir şeysin” desen ya bize.. Tamam akıl , fikir, idrak verdin.. Verdin verdin de biz o verdiklerini yok ettik evvel senin iznin ile.. Üstadın muhteşem bir yeni nesil tanımını hatırladım.. Zihnimde kaldığınca(!) :”Dimağı cihazı iptal, hazım ve tenasül cihazı alabildiğine ihya edilmiş bir nesil.” Al ölçüyü , ölç bu günü.. Tam uymadı mı Allahını seversen söyle.
Hep hak ettiğimizden fazlasına talip olduk.. Kifayetsiz Muhteris.. İşte taptığım tanımlama.. Tek atı olanı biz beğenmedik, iki atı olan da bizi almadı.. Evde kalınca da “kahpe felek” nedir bana kastın yaygarası..Eski iş yerimde bir kızcağız , 30 u aşmış, güzel sayılmaz, en kötüsü kafa bomboş.. İşte ideal koca ölçüleri :Zengin olsun, kültürlü olsun, yakışıklı olsun, 35 i geçmesin.. Ahh be güzelim, iyi de o adam 20lik tazeler varken seni ne halt etsin cümlesini kurmak gafletinde bulunduğumda yüz hatlarını görmeliydiniz.. Gerçeklerle yüzleşmek korkunçtur.. Bü yüzden de aynayı kimse sevmez.. Ben severim aynaları.. Bana bi halt olmadığımı hatırlatanları daha çok severim üstelik.. Niye mi? İnsan kendini kandırmayı başaramamışsa , etrafta riyakar yüzler görmek sinirine dokunuyor.. Ben kendini kandırmayı başaramayanlardanım.. Ne olmadığımı iyi bilirim en azından..
Tercihlerimi yaşıyorum.. Aldığım kararlardan ben müsebbibim..Pişmanlıklarım elbette var.. Ama oturup kendime ağlayamam..Hiç bir şeyim yoksa ,beni ben yapan acı tatlı bir sürü yaşamışlığım var. Yediğim kazıklarım var.. Alınmış derslerim var..İç güveyinden hallice olsa da , karalar bağlanmayacak bir hayatım var.. Ne demişler ; devir idare devri.. Hem ben iktisat okudum.. İktisat, sınırlı kaynaklarla, sınırsız istek ve ihtiyaçları karşılamak değil mi zaten.. Ben , iktisat profesörü bile olabilirim o halde..
Söz geldi, rahmetli babaannemin muhteşem sözüne..
Sevgili arkadaşlarım halinizden bu kadar şikayetçiyseniz, belli ki hiç ısırgan otuyla taharet almamışsınız.. Dilerseniz bir deneyiniz..
Sakın gelme..

Nasılsa gideceksin az sonra…
Bir efsuna kapılıp gelmeler bilirim..
Bir hayalin peşine düşüp sarhoş olmalar..
Kapıları yumruklamalar bilirim..
Kilitleri kırmalar..
Bazen yalvarmalar, kıramadığı kapılarda günlerce ağlayarak sabahlamalar…
O kapının ardındaki gerçeği gelen bilmez..
Kapının diğer yanı bilir sadece..
Kapının diğer yanı, gelenin akıbetini de bilir..
Bilir de; hani bir “belki”ye teslim edip aklını, aralar kapıyı usulca..
Ardı karanlıktır kapının, ardı soğuk, ardı ayaz..
Kapının ardında, hayal edilene benzemeyen bir surat..
Hayal edilenden umulmayan bir hayat..
Hep en iyi bilenlerdir AŞK’ı gelenler..
Sonsuz aşkı arayanlardır..
"Hesapsız, kitapsız olmalı aşk dediğin" diye nara atarak gelirler..
Ahh insan..
İnanmadığın cümleleri nasıl da rahat kurarsın böyle..
Nasıl da, yüreğinin kaldıramayacağı yüklerin altına girebileceğini taahhüt edersin..
Ahh insan..
Sen neden , sahi sen neden bu kadar yalansın?
Sakın gelme ,dur!
Sana verecek bir ben yok bende..
Sana verecek bir ten de..
Ben ,bana bile ait değilken,
Sahip olmadığımı sana nasıl verebilirim ki? Söyle!
Sen, kasıklarında taşıdığın ateşe aşk de…
Sen ,o ateşi söndür, her gün bir başka ateşte..
Sen şehvetine,
Sen iştahına,
Sen teninde takılıp ruhuna nüfuz edemeyen aşkınla…
Orda öylece dur, sakın gelme…
15 Mayıs 2009 Cuma
müntehir...
Aklıma bağladığım patlayıcıları patlasım var..
Ölesim var..
Öldüresim var..
0 rh(k) -

Bir kadın.. Kollarını bankın üzerine atmış, parmak uçlarından kan damlayan bir kadın.. Ürkütücüydü..
Belaya bulaşasım yoktu o sabah.. Ve bu kadın, adımlarca uzaktaki bu kadın, bela kokuyordu… Ama, o parlak kırmızı damlaların çekiciliği.. Dönüp arkamı gidemiyordum.. Zihnim karma karışık haldeydi , gitmelerle kalmalar arasında sıkışıp kalmıştım ki, bir parlak kırmızı damla daha düştü taşların üzerine.. Yerdeki küçük kırmızı göl bir an dalgalandı..
Mütereddit adımlarla yaklaştım.. Orta yaşlarda olmalıydı.. Uyur gibi görünüyordu.. “Yoksa ölmüş mü” diye geçirdim aklımdan.. Biri beni , ölü bir kadının başında bulsa olabilecekleri düşünüp, arkamı dönüp gitmeyişime öfkelendim.. Ama artık çok geçti işte.. Bir defa bulaşmıştım belaya.. Artık istesem de gidemezdim.. Parlak kırmızı damlaları görmüştüm bir kere..
Yüzü bembeyazdı.. Dudakları rengi uçup gidivermiş bir gül kurusuydu.. Belli belirsiz bir gülümseyiş mi vardı dudaklarının ucuna, yoksa söylediği son hecenin izi mi kalmıştı bilmiyorum.. Yaklaştım.. Bir tutam kuzguni siyah savruluyordu … Bankın üzerindeki kadından yansıyan tek yaşam belirtisiydi o savruluşlar.. Omzuna dokundum yavaşça.. Parmaklarımdan bütün bedenime yayılan ayazı tarif edecek kelimem yok.. Soğuk.. İnsanın kanını, hatta canını donduracak kadar soğuk..
Kıpırdamadı.. Bütün cesaretimi toplayıp, karşısına geçtim.. Boynunda belirgin morluklar.. Parmak izleri.. Boğazlanmıştı belki de..Siyah bir elbise vardı üzerinde.. Göğüs kısmı paramparça olmuştu..Hangi hoyrat el böyle bir şeyi yapmış olabilirdi ki.. Doktor değildim.. Ama öyle çok kavga tecrübem vardı ki, dövüş yarasını çok iyi tanırdım.. Kadının göğsünde yüzlerce dövüş izi vardı.. Yeşilden sarıya dönen morluklar, taze çürükler, derin kesiklerden kalan izler, henüz derideki sıyrığında pembeliği devam eden tırnak izleri.. Kimle neyin dövüşünü yapmıştı, ne için bu kadar direnmişti, ne adına almıştı bu yaraları bilmiyorum.. Tek bildiğim, kolay pes etmediğiydi…
Parmaklarının ucundan kan damlıyordu…
Sırf gösterdiği direniş bile, uğruna belaya bulaşmayı göze aldırabilirdi.. Kim olduğunu ,ne olduğunu bilmediğim kadını kucaklayıp en yakın hastaneye götürdüm.. İhtiyar bir doktor, gözlüklerinin üzerinden bana bakıp “neyin oluyor “diye sordu… “Neyim mi?Hiç bir şeyim .. Ben sadece yolda…” Doktor, söylediklerimi umursamadan yanımdan geçti.. Kadının incecik sol bileğini tuttu.. “Nabzı çok zayıf.. Çok kan kaybetmiş” diye söylendi kendi kendine..
Peşinden bir koşuşturma başladı, parmak ucundan damlayan parlak kırmızıyı bir cama damlattılar.. Kan gurubunu tespit etmek için.. Birkaç dakika sonra, hemşire umutsuz bir yüz ifadesiyle döndü yanıma.. “Çok zor, hatta imkansız” diye tekrarlıyordu sürekli.. Öğrendim ki, bütün radyolarda anonsları başlamış, bütün polis telsizlerinde yankılanmış çığlığı.. Kimse duymamış..
Parmaklarının ucundan kan damlıyordu kadının..
0 rh(k) + negatif kan aranıyordu.. rh kısmı kolaydı da bir küçük (k) ,mümkünü imkansız kılıyordu..
14 Mayıs 2009 Perşembe
katık...
Şimdi seni çekip alınca ordan...
Düşler nasıl da yavan..
Yine karnı doyuyor da insanın,
Tadı tuzu olmuyor işte gecenin..
İN(SAN)

İnsanın bütün hallerine.. + ve – sonsuza, siyaha ve beyaza, iyiye ve kötüye eşit mesafede..
Bugün dünyanın en güler yüzlü insanıyım belki.. Ama yarın, suratsız biri olmayacağımın garantisini veremem size..
İçim kıpır kıpır olabilir bu gün, yarın derin bir hüzünle boğulup boğulmayacağımı bilemem.. Dengesiz değilim inan bana..
Sadece “İnsan”ım..
Üst kattaki ihtiyar kadına ,bir kase sütlaç götürebilirim bugün.. Aynı kadını, üç beş kuruşu için boğazlayabilirim yarın..
Komşunun orta okula giden kızlarına ders de çalıştırabilirim.. O kızları , mahalle delikanlılarına pazarlayabilirim de..
Para üstünü fazla veren fırıncıya 25 krş iade edebilirim , ama aynı fırıncının kasasını da patlatabilirim..
Arkadaşımın kocasıyla barışması için arabuluculuk yapan benle, aynı arkadaşın kocasını baştan çıkartan ben arasında ne fark var..
Ne korkunç değil mi?
Yazarken tüylerimi diken diken eden , okurken midenize kramplar sokan bu eylemleri de yapan bir insan olabilir mi? Ne yazık ki evet..
Belki de bu bu yüzden “belhum adal” diye bir ifade var..
Aşağıların aşağısı, hayvandan daha aşağı..
13 Mayıs 2009 Çarşamba
Neden
Yarın ölsem kimin hayatında ne değişecek diye...
Neden hep bir iz bırakma çabası..
Neden bu sessiz sedasız gidişe teslim olamayış?
Öldükten sonra bile bu baki kalma gayreti neden?
Ahh insan..
Ne kadar zavallı...
Seni kendime (YA)sakladım..

Kollarımı çenemin altıda birleştirip, balkon demirlerine yaslanmayacağım..
Gece olmayacak..
Gözlerimi bir karanlık noktaya dikip, cevapsız sorular sormayacağım kendime..
Balkonun hizasındaki ışığı yanan odanın , senin odan olduğunu farz etmeyeceğim.
Birden bire ayak sesinle irkilmeyeceğim.
Kalbim sıkışmayacak..
Heyecanımı bastırmak için, elim acemice sigara paketine uzanmayacak..
Paketi yere düşürdüğüm için kendime küfretmeyeceğim..
“Soğukta donacaksın” deyip kapüşonlu bir mont bırakmayacaksın sırtıma..
Sonra gelip yanımda beliriveren sandalyeye oturmayacaksın..
Beş beden büyük o montunu giyip , kapüşonunu kafama çekmeyeceğim..
Montunun içinde küçük bir oğlan çocuğuna dönüşmeyeceğim..
Ben geceyi, sen beni izlemeyeceksin..
Sen izledikçe ben utanmayacağım..
Yanaklarımı ateş basmayacak..
Tutup kapüşonu çekmeyeceksin kafamdan..
Dönüp kızgın yada şaşkın, adını koyamadığım bir bakışla bakmayacağım yüzüne..
Haylaz çocuklar gibi muzırca gülmeyeceksin sen..
O an bir rüzgar esmeyecek..
Saçlarım rüzgarla savrulup yüzünü öpmeyecek..
Eğilip paketimden bir sigara almayacaksın..
Elimdeki sigara iye yakmayacaksın sigaranı..
Elimin titreyişini fark etmeyeceksin..
Derin bir nefes çekmeyeceksin sigarandan..
Aynı anda salıvermeyeceğiz gri mavi dumanları gecenin siyahına..
Dumanın dumanıma, dumanım dumanına sarılmayacak..
Dönüp o cevabını veremediğim en zor soruyu sormayacaksın..
“Biz neyiz seninle” demeyeceksin..
Ben, başımı öne eğmeyeceğim..
İkimiz de susmayacağız o andan sonra..
Sabahı olmayan bir gecede sana dair bu hayali bir daha kurmayacağım..













