31 Mayıs 2009 Pazar

geldi & geç/ti..


Belki bir sabah geleceksin
Lakin, vakit geçmiş olacak..

Saat sabahın beşiydi, anahtar çevrilişi ile uyandığında.. Bir hırsız gibi parmak uçlarında eve giriyordu yine.. Yorganı başına kadar çekti.. Ne bu gelişi , ne de bu gizlenişi duymaya mecali vardı.. Ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu.. Perdenin sesi, pencerenin önünde olduğunun habercisiydi.. Bir kaç saniye sonra, altına gizlendiği yorganı kaldırdı bir el..
Mızmız bir çocuk edasıyla, yorganı tekrar üzerine çekmeye çalıştı.. Sustu yine.. yine bir şey diyemedi. Sadece, sustu.. Ve yorganın altına gizlendi.. "Bu manzarayı görmelisin" diyordu.. " Şu güzelliğe bir baksana, hep bunu hayal etmez miydin? Hadi kalk da bir bak"
Hep hayal ettiği manzara.. Mavi , beyaz ve pembenin , denizin üzerindeki o muhteşem sevişmesi..
"Bu manzarayı defalarca seyrettim ben" diyemedi.. Senin eve gelmediğin gecelerin sabahlarında, ağlamaktan tek çizgi kalmış gözlerimin yanmasına aldırmadan ,bu manzarayı defalarca seyrettim.. Karşılıklı oturup birar sigara bile tellendirdik uzaktan geçen balıkçılarla.. Sen görmedin.. Sen yoktun çünkü.. Bu manzarayı ben...
Bütün bunları susup, kalktı yataktan..Pencerenin önündeydiler.. Adamın heyecanına rağmen, kadın iki boyutlu kartondan bir görüntü gibiydi.. Sadece baktı.. Boşluğa..Boşluğa gözlerini yuvarladı gitti..
-Hadi, giyin üzerine birşeyler.. Yürüyelim sahilde.
-Bu saatte mi?
-Evet.. Hani hep ,hiç yapmadık diye sitem ederdin ya.. Hadi giyin ,gel..
Kadın, adamın gözlerinin içindeki hevese baktı.. "Herşeye rağmen" Onu kırmak istemedi bir an.Giyindi.. Sigaralarını alıp çıktılar.. Uzun zamandır kimsenin kullanmadığı her halinden belli olan küçük patika benzeri bir yoldan indiler deniz kıyısına.. Kumların arasına betondan dökülmüş setin üzerine çıktılar.. Adam sürekli bir şeyler anlatıyordu.. Onun ,kendini suçlu hissettiği zamanlarki telaşı hep sinir bozucu gelmişti kadına.. Kadın anlatılanların hiç birini duymuyordu.. Keskin iyot kokusunu , olabildiğince ciğerlerine doldurmaya çalışır gibiydi..Sigaralarını yaktılar.. "Bu denizi kaç sabah seyrettim biliyor musun" demedi kadın..
Kaç sabah, sahil boyunca yürüyüp, denizle sohbet ettim ben.. Sabahın ilk ışıklarıyla, yoldan geçen arabaların şaşkın bakışlarını umursamadan. kaç sabah öfkemi ayaklarımdan çıkarırcasına yürüdüm sahil boyunca.. Kaç sabah,denizin beni bir yudumda içebileceği noktadan geri döndüm.. sen... Sen, bunların hiç birini bilmedin..Çünkü yoktun.. Neden mi anlatmadım şimdiye kadar.. İnsanlar umuda oynar.. Bir şeyleri değiştireblime umuduna.. Umut kalmamışsa.. Susulur.. Hiç birşey söylenmez.. Sen daha binlerce şeyi hiç bilmedin..
Derin bir nefes daha çekti sigarasından.. Balıkçı motorlarının sesi ile kendine geldi.. Adam, el sallıyordu balıkçılara.. Alay edercesine sallanan bu ele, karşılık veriyordu balıkçılar.. Kadın, bir başka şehirde ,balıkçılara "rastgele" diyen adamı hatırladı bir an.. Sonra kayboldu o adam da tıpkı diğer güzel şeyler gibi..

Kulağına eğilip "hadi eve gidip sevişelim "dedi adam.. "Olur" dedi kadın..Geldikleri yoldan eve vardılar.. Adam, kadının bedenini kollarının arasına aldı o sabah.. O sabah, kadının teninde kayboldu yine..
Kadın, onlar sevişirken, denizin kenarında durmuş hala sigarasını içiyordu..
Ve aynı cümleyi tekrar edip duruyordu..
"Çok geç kaldın.. çok geç.. çok...

Cinnet...

Nasıl yorgunum bilsen
Ten savaşlarından...
Dumanı tütüyor hala yıkılan evlerimin..
Sokaklarımda ağlayan kız çocukları..


Sonra el ayak çekiliyor,
Issızlaşıyor heryer..
Uluyor çakallar..
Yüzümde yarasa kanatları..
Sırtlanların lanet olası dişleri..
Salamı veriyor puhu kuşu...

Ve Çığlık..
Nefessiz kalasıya çığlık..
Tanrının işitmediği..

Ebabil kuşlarını çağırın artık..
Yok etsin beni..

ramak..

Akıl uçurtmamın ipini salıversem, salıversem...

O da kurtulsa artık bu işkenceden ben de..

30 Mayıs 2009 Cumartesi

(S)ağlama..

Dün gece hayata dair işlemlerin (s)ağlamasını yaptım..

YANLIŞ YAPMIŞIM..


paramparça




"En korkunç cinayetleri ihanete uğrayan kadınlar işler" dedi Adam..

Haklıydı..

Paramparçaydım..


Kendi başıma buyruk

"Bu yaptığın sadece şımarıklık.. Başka birşey değil. Bir yeni tarz buluyorsun, sonra o tarz mevcut blog konseptine uymayınca onu kapatıp, yenisini açıyorsun.. Şımarıksın.."
Böyle diyordu, kanaatlerini kıymet verdiğim bir güzel insan.. Şımarık mıyım? Belki de.

Kelime yordamıyla kendini arayan bir kadınım ben.. Ne olmadığını bilen, ama ne olduğu konusunda kafası karışık.. Parçalarımdan bütünüme ulaşmaya çalıştıkça, daha küçük ve birleştirilemez parçalara bölünen kanamalı bir ruh hastası belki de.. Bilmiyorum.. Bir sürü yazılar yazmışım.. Sonra herbirini bir köşede kendi başına bırakmışım..
Yazılar.. Farklı ruh hallerinin, farklı yansımaları..Ama hepsi benden.. Bana dair.. Birleşince beni oluşturmasa da benden izler taşıyan yazılarım...
Hepsini bir araya topladım...
Onlar benim..
Ben de onlarım..

Kimin ne düşündüğünü umursayacak halim yok artık.. Derdim sadece kendimim. Bir gün siyah, yarın beyaz.. Bazen acı çeken, yarın kin kusan.. Umutları yok olmuş yada hayata yeniden başlar gibi heyecanlı.. Hepsi ben..
Biliyorum, saçma geliyor sana bu söylediklerim.. Sen de beni tutarsız, saçmalayan bir şımarık sanıyorsun.. Tut ki öyleyim .. Ama ben buyum işte..

Artık, başıma buyruk yazılar yazmak istiyorum.. Konsepti filan umursamadan.. Canımın istediği gibi.. Med-cezirli bir ruh hali.. Belki sıkıcı, yorucu,saçma.. Ama inan bu hali yaşamak, yaşanan hali okumaktan daha yorucu..

Herneyse..
Burdayım.. Elimdeki bütün parçalarımla..

29 Mayıs 2009 Cuma

keçi peyniri


Kamil'le aynı sınıftaydı Zeynep.. Zeynep ne kadar cici kızsa, Kamil o kadar haylazdı.. Hani şu, "adam olmaz bu çocuktan" listesinin en başındaydı.. Kimseyle geçinemeyen bu çocuğun, o çelimsiz kızla neden iyi geçindiğini kimse bilemezdi.. Kamil, usulca gelirdi yanına Zeynep'in ,"biri seni üzerse haberim olsun" derdi.. Bu, asılma filan değildi.. Kamil, Zeynep'i severdi.. Zeynep de Kamil'i.. Zeynep, kimsenin sevemediklerini sevmeyi Kamil'i severek öğrendi..
Sınıfta birinin spor ayakkabısı kayboldu.. Öğretmeninki de dahil bütün gözler Kamil'deydi.. İğrençti.. Zeynep birden ayağa fırladı..Öğretmene ve sınıfa, gözleriyle görmedikleri bir şey için kimseyi lekelemeye hakkı olmadıklarını söyleyip oturdu..
Ertesi gün, Kamil utana sıkıla geldi Zeynep'in yanına.. Küçük bir torbanın içinde kağıda sarılı bir şey uzattı.. "Bu ne" dedi Zeynep.. "Keçi peyniri" dedi Kamil.. Hayatında hiç keçi peyniri yememişti Zeynep.. Tadını bile bilmediği bu peyniri, sanki hayatta en sevdiği şeymiş gibi sevinçle kaptı Kamil'in elinden..
Zeynep , o gün Kamil'e dürüst olmadı.. Çünkü Kamil’in o gün dürüstlüğe değil, bu basit teşekkür hediyesinin beğenilmesine ihtiyacı vardı..Zeynep, bazen kırmamak adına dürüst olunamayabileceğini de Kamil’le beraber öğrendi..

Kamil, okulu yarım bıraktı.. Daha doğrusu okul Kamil’i.. Cici kız Zeynep, okullarını bitirdi..Kendi çapında düzgün bir iş sahibi oldu.. Kamil’in payına , saçma sapan bir köpeğin, fedaisi olmak düşmüştü.. Ne zaman karşılaşsalar, yine Zeynep’in kulağına eğilip, “biri seni üzerse haberim olsun” dedi Kamil.. Zeynep, Kamil’e hiç isim vermedi.. Sustu.. Kendisini sevenleri üzmemek için susması gerektiğini de Kamil’den öğrendi Zeynep.
Yıllar sonra, Kamil’le , aynı okulda veli olarak karşılaştılar.. İkisinin de elinde çocukları vardı.. Kamil, gülümsedi.. Zeynep, koşup boynuna sarılamadı ama yine de sarıldı gülümseyişi ile..Oğlunu , Zeynep'in oğlunun yanına kattı Kamil.."Bunun yanından ayrılma ..Ayrılma ki adam olasın "dedi.. Çocukları sınıfa yerleştirip çıktılar.. Kamil’in fedaisi olduğu adam cezaevindeydi.. Çay içelim dedi Zeynep.. Kamil’in, yüzünde yıllar önce keçi peynirini uzatırkenki mahçup ifade..Zeynep, hemen toparladı. En serseri tavrıyla :” Ağacım, çayları ben ısmarlarım, sen öyle iki çayla kurtaramazsın.. Bir ara boğazda bi yemek yedirirsin kardeşine.” Kamil’in yüzü aydınlandı.. Zeynep o gün, bazen bir adım önünde durduklarından geride görünmesi gerekebileceğini de öğrendi..

Oğlunun annesi, Kamil’i bırakıp gitmişti....Kamil, dünyanın en zor , en kolay adamlarından biriydi.. Zeynep , o günden sonra Kamil’in oğlunun da veliliğine soyundu.. Oğlan, aynı babası gibiydi.. Hırçın ve kural tanımaz.. Veliler, ilk toplantıda, onlarca şikayetle gelmişlerdi öğretmenin huzuruna.. Tuzu kuru, Seda Sayan hayranı bir sürü geri zekalı kadın, çocuktan dert yanıyor, onun uyumsuzluğuna öğretmeni iknaya çalışıyordu.. Bir tanesi , bardağı taşırdı nihayet :”Canım alsın çocuğunu , özel bir okula versin, burada çocuklarımızın da ahlakını bozacak bu çocuk.” Ahlak.. Ahlaklı annelerin ahlaklı çocukları.. Ahlaksız baba ve onun ahlaksız oğlu.. Bu kadar kolaydı işte.. Kamil’i yine asıyorlardı.. Zeynep yine ayağa kalktı..” Burası devletin herhangi bir okulu hanımlar,buraya gelenlerin kalitesinden rahatsız olanlar kıymetli çocuklarını alıp o bahsettiğiniz özel okullardan birine gönderebilirler.. O çocuk, sizinkilerden daha ahlaksız değil .. Şu saçmalığı bırakın..”

Kadınların anlam veremediği bu çıkış, her nasılsa Kamil’in kulağına gitmişti.. Hafta sonu, caddede karşılaşırlar. Kamil, en bitirim pozlarıyla Zeynep’e :

-Kızz! Yine dağıtmışsın ortalığı..

-Boşver ya.. Salak bu millet..

-Yine borçlandık sana , iyi mi? Ne olacak şu sana olan borçlarım..

-Annen yaşıyor mu?

-Evet..Niye ki?

-Keçi peyniri…

-Ne?

-Bana yine keçi peyniri getirirsin..

Birbirlerine bakıp gülümsediler..Zeynep, o gün hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmadığını, güzelliklerin küçücük ayrıntılarda gizli olduğunu öğrendi..

Bir süre sonra, Kamil , oğlunu da alıp başka bir yere yerleşti.. Bir yıl sonraydı..Oğlu okuldan gelip, Murat’ın (Kamil’in oğlu) onu okul telefonuna çağırdığını anlattı.. Anne dedi, “anne bir tek benimle konuşmak istemiş biliyor musun? Çocuk Esirgeme Kurumu’ndaymış…”

Araştırdı.. Soruşturdu.. Kamil.. Ölmüş.. Verem demişler.. Ölmüş işte.. Çocuğu , babaannesinin yanına verdiler bir süre sonra.. Sonra…

Sonrası.. Zeynep kendi hayat gailesi arasında dağılıp gitti.. Unuttu bazen Kamil’i, Murat’ı, hatta kendini bile..

Kamil , kahvaltı tabağına koyduğu bir dilim peynirle geldi aklına..

Başını kaldırıp oğluna sordu.. “Keçi peyniri yedin mi hiç sen?”

ifla h/s

Her defasında ,aşk sandığın bir bulanık bir suya dalmak,
Ve her defasında koluna bacağına dolanan yosun ve pisliklerle çıkmak sudan..
Ya iflah olmak..
Asla..

(Hatada ısrar ahmaklara mı mahsus? Belki de.. Akıl akıl olsaydı.. Üstad demiş diyeceğini , boşver gitsin..)

müebbet




Kadim dostuyla karşılıklı çay içiyorlardı.. Bir sigara yaktı.. Sandalyesini ters çevirdi küçük pencerenin önünde.. Karşıda görünen, sise yutulmuş dağlara baktı.. Başını çevirmeden seslendi:
-Ne dersin.. Tahliye çıkar mı bir gün?
-……
Hep böyle olurdu.. Ne zaman bu soruyu sorsa, susardı karşısındaki kadın.. Boş hayallerle onu oyalamak istemezdi besbelli.. Ama O, ısrarla sormaya devam ederdi aynı soruyu.. “Tahliye çıkar mı birgün..”

Dile kolay 10 küsur sene.. Az şey değil.Neden buradaydı.. Kadere suç atmayacak kadar kendi ahmaklıklarının farkındaydı.. İstemişti.. Tercih etmişti.. Şimdi de.. Bu dört duvar.. Bu demir parmaklıklar..
-Biliyor musun en çok ne zaman özgürlüğü arıyor insan..
-Ne zaman?
-Gel bak, göstereyim..

Parmağıyla, bahçe duvarının hemen dışındaki kiraz ağacını işaret ederek:
-Şuna bir bak.. En çok, bu çiçek açtığı zaman özlüyorum özgürlüğü.. Hani öyle diğerleri gibi gece olup başımı yastığa oyunca filan değil.. Gündüz.. Güpegündüz, ağaçlar çiçeğe kesince..Kuşlar gökyüzünde sevişirken kanat kanata.. O çiçeklere dokunamamak var ya.. İşte o zaman ölüyorum ben. Lanet olsun diyorum.. Bütün demir parmaklıkları paramparça edip kaçmak istiyorum..

Kadim dostu, susmuş, sadece dinliyordu.. Binlerce defa aynı konuşmayı yapmışlardı..Binlerce defa, hiçbir çözüm bulamamışlardı..
-Çayını tazeleyeyim mi?
- Belki de .. Hani o firar ettiğim zaman.. Belki de o zaman izimi kaybettirmeliydim.. Beceremedim işte..Off..
- Açık mı oldu ? Biraz daha dem?
- Ama, biliyorsun değil mi? Yani.. Nasıl izimi kaybettirebilirim ki? Onu kaybetmeyi göze alamam..
Başını çevirip ,bir umut dercesine baktı ,dostuna..Karşısındaki kadın umursamaz tavırlarla sigarasını dudaklarının arasına yerleştirdi.
- Çakmağı uzatır mısın?
- Hep burada kalacağım değil mi? Kiraz ağaçlarına hep demir parmaklıklar ardından bakacağım değil mi?
-….
- Bu sene bir başka güzel açtılar be! Orda olmalıyım ben.. Orda , o çiçeklere dokunabilmeliyim..
-….
- Dinliyor musun beni?
- Hı hıı.. Kül tablasını versene..
- Bu parmaklıklardan kurtulmanın bir yolu olmalı..
- Var tabii.. Ama bir de bedeli var..
- Neymiş o?
- Nefesin.. Cesaretin var mı ?

Sustular.. Omuzları düştü birkez daha.. Bir kez daha kelimeleri bitti.. Bir kez daha..

Sol elini pencereye doğru uzattı.. Parmağındaki demir parmaklığın ardından kiraz ağacının çiçeklerine bir kez daha baktı..

28 Mayıs 2009 Perşembe

Cin/ayetleri(m)-9-

Partinin en hoş sohbet insanı olarak da gündeme belebilirsin,
Pistin ortasına kusanı olarak da..


Olumlu yönleriyle gündeme gelemeyenlerin, pislik yapma pahasına gündeme gelme çabasına sadece GÜLÜYORUM..

cinnet.

Hismik haritama baktım dün gece...

Aklımın etrafında kırık faylar var..

Ruhumdaki artçılar devam ederse..

Yerle bir olacağım..

Ne yapmalı?

hadi...

Bütün "ben"leri boğazlayıp geldim sana..

Cin/ayetleri(m)le..

Çırıl çıplak..

Hadi!

Sol kaburgandan, yeniden yarat beni.

Cin/ayetleri(m) -8-





Dokuz gezegen ve GÜNEŞ...

En yakınında olduğu halde neden Merkür'de yaşam yok?
Yada Plüton'da?

Veya, güneşe dünyadan daha yakın yada uzak diğerlerinde?

İdeal mesafeyi ayarlayamazsan ,ya kavruluyorsun ya donuyorsun..



-Sanırım benim için doğru mesafe şu an durduğum nokta..-



27 Mayıs 2009 Çarşamba

kırmızı mer/can bileklik




Şehrin , belki de sevdiği tek vitrinin önünde mıhlanıp kaldı kadın.. Küçük ,kırmızı mercan bir bileklik.. Gümüş halkalarla birbirine kenetlenmiş kırmızı taşlar, eski, masum bir tebessümle usulca uzatıverdi başını camekandan.. Saçlarını okşatmak isteyen yetim çocuklar gibi..
…….
Ermeni Diaspora’sının özür beklemediği yıllardı.. İstanbul’un gayrimüslimlerin en yoğun yaşadığı semtlerinin birinde , küçük bir kız çocuğu 7 yaşına girmenin verdiği heyecan ile evin içinde koşturup duruyordu.. Bir yıl önceki doğum gününü düşündükçe heyecanı daha da artıyordu.. O gün, Suzan Teyzesi , küçük hediyesini verirken, usulca fısıldamıştı kulağına: “Büyüyorsun kirbit kutusu..Seneye sana genç kız hediyesi alacağım..”
Genç kız hediyesi… Ne olabilirdi ki..
Evin içi kalabalık.. Yaz tatillerine denk gelen doğum günleri, O’nun doğum gününden ziyade, annesinin kabul günlerine dönüşürdü ama olsun.. Komşu teyzelerin kızları… Yok yok, kızları değil, daha çok oğullarıyla oynayabilirdi.. Daha o günlerden belliydi kadınlarla dokularının garip bir şekilde tutmadığı.. En sevdiği arkadaşlarının çoğunluğu erkekti .. Ne tuhaf.. Belki de aptal kadın rekabetinin farkına vardığından uzak duruyordu onlara.. Kim bilir.
Kocaman, çikolatalı pasta,üzerinde yıldızlar gibi parlayan 7 küçük mumla masanın üzerine kondu.. “Bir dilek tut” dediler.. Bir dilek tut.. Keşke bunu şimdi deselerdi . Deselerdi ve dileği kabul olsaydı..
Komşu teyzeler ve çocukları özensizce seçildiği her halinden belli hediyelerini verip, öptüler yanaklarından.. Suzan teyze , o saçma takı merasimlerini andıran hediye verme ayinine katılmadı.. Kanepelerden birinde oturmuş, küçük kızı izliyordu..Küçük kız da bir yandan hediyeleri alıyor, bir yandan da gözünün ucuyla Suzan Teyzeyi izliyordu.. Kalabalık hediye verme işini bitirip , pastalarını yemeye başlamıştı ki… Nihayet… Suzan Teyze eli ile gel işareti yaptı.. Küçük kız önündeki bütün hediyeleri bir kenara fırlatıp koştu .. “Uzat bakalım bileğini” dedi kadın.. Küçük kız, incecik bileğini uzattı.. Minik kırmızı taşları olan mercan bir bileklik.. O kadar güzeldi ki..Prenses tacını giymişti sanki.. Birkaç saniye bilekliği seyretti.. Sonra yüzünde ,gülüşlerin en harikasıyla sarıldı Suzan teyzesine.. Koşarak annesinin yanına gitti.. “Anne, bak! Prenses oldum”…
Prenses olmak … O yaşlarda, prenses olmak için minik bir mercan taşlı bileklik yetiyordu..
Odanın ortasında dans ederek dönmeye başladı.. Döndükçe etekleri havalandı.. Havalandı..
….
Kadın , camekânına mıhlandığı takı dükkanından içeri girdi.. Vitrinden,kendisine gülümsemeye devam eden kırmızı mercan taşlı bilekliği gösterdi tezgahtara..Tezgahtarın uzattığı bilekliği bileğine taktı.. Dakikalarca bekledi, Prenses tacının başına konmasını.. Olmadı..
Aradan geçen yıllar , kırmızı mercan bilekliği de değiştirmişti.. O artık bileğe takılınca prenses tacına dönüşüveren sihirli bileklik değil, kıyafete şıklık katacak sıradan kırmızı bir aksesuara dönüşmüştü..
Acı bir tebessümle okşadı kadın kırmızı mercan taşları.. Kırmızı taşlar gülümsedi.. Tezgâhtarın, “alıyor musun” sorusuna , Onun anlam veremediği bir cümle ile yanıt verdi. “Prenses olamayacak kadar büyümüşüm.”
Dedi …Ve çıkıp gitti.



Cin/ayetleri(m)-7-



Bu bitip tükenmek bilmez açlık ve susuzluk hissi..

Hakkım çok yendiği için olabilir mi?

palavra.. palavra.. palavra...

Aman canım ne arıcam onu.. İstemiyorum zaten..
Aramasın beni.. Benim için bitmiştir..





Deliler gibi bekledim, aramayınca çıldırdım, köpek gibi aramasını bekledim, arasa koşa koşa giderim diyebilecek kadar onurlu insanlar aranıyor...

Terkedilmek de sevdaya dahil.. Tek farkı onlar hala sevgili değil..Sadece biri, hala seviyor muhtemelen..
Ve bu da utanılacak bir şey yok
..

Don Juan 'ın kadınları

Hadiselere sadece bakarak yorum yapanlar için Don Juan, kadın tarlasına girmiş keskin bir oraktır.. Kadınların kalbine gerçek olmayan bir aşkı eker, hasat zamanı gelince de şehvet biçer.. Acımasızdır..Arkasında bıraktığı sadece gözü yaşlı kadınlar değildir.. Kimi zaman gözü yaşlı kadınların öfkeli babaları , kimi zaman da aldatılmış eşler ve sevgililer de O’nun kurbanları arasındadır..

Sevimlidir, çekicidir.. Kadın denen mahlukun zaaflarını , kendilerinden daha iyi bilebilmek gibi bir meziyet bahşedilmiştir kendisine..Kadınlar, ateşe uçan pervaneler gibi Ona doğru uçarken , sadece tenleri değil ruhları da tutuşur.. Bu yangınlardan yanmadan kurtulabilen bir tek kişi vardır her defasında :DON JUAN..

Buradan sonra yazacaklarımın hemcinslerimin çok da hoşuna gitmeyeceğini zannediyorum..Ziyanı yok.. Sezar’ın hakkı Sezar’a..

Kimse Don Juan(lar)’ın , kadınlara olan bu düşkünlüğünün nedenini düşünmez..O sadece, aklı fikri uçkurunda olan bir sapıktır adeta.. Gerçekten öyle midir? Yanılıyor olamaz mıyız?

Onun , kadınlarla kurduğu ilişkinin dram olduğunu düşünürüm nedense.. Ama kadınların dramından çok Onun dramıdır bu.. Onca kadın, onca aşk ve hala ruhunu bir kadına teslim edemeyiş..Yada ruhunu teslim alabilecek bir kadına rastlayamayış..Don Juan, sayıca inanılmaz çokluğun içindeki kadından yana fakirliğin, kadını bulamayışın ve her defasında eli boş kalışın en dramatik örneğidir belki de..

“Leyla’nın olmadığı yerde Mecnun’a ne gerek” der söz.. Hakikat payı olabilir mi? Belki de kadın, sahip olduğu kudretin farkında olmadığından bütün bunlar oluyor..Kadın olabilmek..Varılmayan bir ufuk çizgisi.. Boşalttıkça dolan bir şarap şişesi.. Teslimiyet ve har dem erkeğin fetih arzusunu kamçılayan bir ele geçmezlik.. Sefkat.. Yahut şehvet.. Değil.. Her ikisi..
Etrafa bakıyorum.. Kadına.. Bu kadar mı çabuk tükenir insan.. Bu erkeğin maymun iştahı mıdır? Kadının sunmayı bilmeyişi mi? Neden 2-3 sevişmede biter kadın.. Neden kasıktaki yangının sönmesiyle bozulur büyü.. Nerde Yavuz Selime "Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek" dedirten kadın.. Pespaye.. Ucuz .. Sıradan.. O yada bu şekilde satın bile alınabilir üstelik. Dur, sakin ol.. Satın alınabilirlikten kasıt , aklından ilk geçen değil.. Ne olduğunu izah etmek.. Çok güç.. Yani aklına başka bir yorum gelmiyorsa hele, imkansız hatta..
Don Juan yada şu moda kahramanlarımızdan Issız Adam.. Hakkında binlerce cümle yazılan günah keçisi.. Kadınların lanet okuduğu ama bir o kadar da içinin eridiği.. Onunla beraber olmak istediği ,ama öyle bir ilişkiyi göze alamadığı.. Hepsi bir..O kadar da kötü değiller.. Yani tabii bence..
Kadın diyorum.. Kadın.. gücünün farkında olmayan Kadın.. Kendini edilgen sandığı noktada kudretinden bi haber.. Tutmak, seçmek, almak, reddetmek, tercih etmek, vermek, vermemek noktasında belirleyen..Ne yazık ki çoğu zaman bacaklarının arasındaki küçük dünyasından başka bir gücü olmadığını düşünen Kadın.. Çok mu acımasızım.. Belki.. Belki etrafım bunun örnekleri ile dolu olduğundandır..

Her neyse Don Juan'ı seviyorum.. O kötü biri değil.. Bir kadın katili hiç değil.. Öyle olsa, filmini izlerken katılasıya ağlarmıydı.. Mecnun'u aramaya başlamadan önce aynaya bak! Sen Mecnun edecek kadar Leyla mısın?

S/EN

"Birgün, bana dair "EN" diye başlayan bir cümlen olur mu" demiştim..
Susmuştun..



"EN" diye başlayan tek cümlesi olmayan Adam , S/EN diyen cümleler kuruyorum..
D/UYUYOR(mu)SUN?

26 Mayıs 2009 Salı

k(s)es

Kulaklarımı sağır eden şu susuşu kes artık !

Cin/ayetleri(m) -6-





Dişsiz birinin diş ağrısı çekmesi mümkün değil ki..

Neden birilerinin idrak acısı çekmemesine anlam veremiyorsun..

Var(ama)mak

Iramak istiyorum şimdi
Mesafeler ötesi ıramak
Ve varmak o beldeye
Ki orda,
Orman nefesinde
Güneş teninde...

Sen gelmezsin bilirim..
Bir ben bilirim
Senin gelmeyişini
Gelemeyişini
Kin kusar ağızlar
İrin kokar nefesleri..

Tutar çeker adımlarımı bir el,
Kayar adımlarım
Düşerim
Varamam o beldeye..
Ki orda orman nefesinde
Güneş teninde..

Cin/ayetleri(m) -5-

Söz : "Yaş odunlar gibi haykıra haykıra yanma.. Kuru odunların eriyişine denk, tatlı ve sessiz kavrul."

Ellerimi kapadım yüzüme , utandım avaz avaz bağırışıma.. Acı çekmenin bile asaleti olmalı..
İnsan mum gibi yanmali ve belki de içine akmalı..

Susmalı (mı)..

Kir



Ruhum bir kağıt bebek,
Ellerimin yırttığı..
Bir parçamı , diğerinin önüne atıp
Kendimi kendime yediriyorum..
Ellerim pis,
Ellerim kirli,
Tutuşamam meleklerle el ele..
Hayat çizgime birikmiş günahlarım
Temizlenir mi necasetten taharetlerle..

25 Mayıs 2009 Pazartesi

sokağa bakarken

Baba evinin penceresinden , çocukluğunun geçtiği sokağı izledi.. Elinde uç uca eklenmiş sigaraların bilmem kaçıncısıyla , çocukluğunun kahkahalarını düşürdüğü sokağın köşesine dikti gözünü.
Yıllar sonra , bu halet-i ruhiye ile ,bu sokağı izleyeceğini hiç düşünmemişti.. Dizlerinin kanını döktüğü kaldırımlara şimdi usulca süzülen kan .. Dizlerinden akan kandan öyle farklıydı ki..
Parçalanmış gibiydi.. Olmadığı bir görünüm, görünemediği bir var oluşun arasında hapsolmuştu.. Ağzı gittikçe daralan kuyunun içine bu betonu döken ellerinden nefret ediyordu.. Nefret ettiği tek şey elleri değildi üstelik.. Giyindiği bütün elbiselerden soyunmak istiyordu.. Ama göze alamıyordu işte.. En kaba ifadeyle "yemiyordu".. Bedelsiz kazanımların mümkün olmadığını biliyordu.. Bilmek yetmiyordu işte.. Cesaret gerekiyor.. Cesaretinin ESARETe dönüştüğünü biliyordu..
Hiç değilse bir kabulleniş olabilseydi diye geçirdi içinden.. Zincirleri çekmek, bileklerini kanatmanın ötesinde bir işe yaramıyordu nasılsa.. Ama susup oturmak.. Ah bunu bir yapabilseydi.. Mutlu mesut elindekilerle yetinebilseydi ya.. Olmuyordu.. Beyninin içindeki zehirli kıymık bir türlü rahat durmuyordu.. Kıvrandıkça derinlere gidiyor, çıkartılması mümkün olmayan bi noktaya varıyordu..

Sigarası bitmek üzereyken, bir diğerini ekledi yine.. Derin bir nefes çekti.. Belki de ömrünün en derin nefesini.. Yaşadığı onca şeye rağmen küçük hayal kırıklıklarının onu dağıtmasına anlam veremiyodu hala.. Büyüyemiyordu.. Bir türlü koca kadın olamıyodu.. Küçük bir kız çocuğu gibidağılmıştı yine ..Ve bu defa dağıtan şeyin adını bile koyamıyordu...

Bir derin nefes.. Bir tane daha..
Sonra sigara bitti.. Ve sabah ezanı..
Pencereyi kapattı...

Gün birileri için yeni umutlarla başlıyordu işte..
Onun payında sadece dünün tebessümleri vardı..

arı/ yorum

Hâlimi taşıyacak kadar güçlü kelimeler arıyorum...


Bulunca "ifade-i hâl"imi yazacağım

24 Mayıs 2009 Pazar

Cin/ayetleri(m) -4-


İlmel Yakîn'din AŞK'a


Bildiğini sanıyordun.


Zannın çoğu yalandır.


Sen de yanılıyordun.

sızı



Bir sızı var ,sol mememin ardında,


Bir çıban,


Deşilmeyi bekleyen.


Ana avrat susulası hayaller


Ve sen ,


Fikrimin vebası..


akrep

Ruhumda tırnaklarımın izi asılı...
Bir ateş yakıyorum etrafıma.
Akrep gibi,
Kendimi sokup öldürüyorum.

Cin/ayetleri(m) -3-




Hangi kumarbaz kazanmak için oynar?
Hangi Mecnun bulmak için arar?


Ruhumu sürüyorum masaya. REST.

Ve meçhulün divanesi oluyorum, bulmamak adına.

piknikçiler

-Nasıl da deli gibi aşıktınız birbirinize(!)-
Ulu bir çınarın gölgesinde, mangal yakan hafta sonu piknikçileri gibi .
Akşam olur, mangallar söner, piknikçiler evlerine döner.
Geriye kalan, yere atılmış üç beş boş bira kutusu ve yenmemiş birkaç domates dilimi..
Hepsi bu.
Ha bir de, "hafta sonu bir piknik yaptık ki sorma kardeşim diye" başlayan bir kaç cümle.

hakikat

"Aşk" dedi adam.
"Yalan" dedi kadın..
"Aşk" dedi adam.
"Yalan" diye tekrarladı kadın.
"Neden" diye inledi adam.
"Hakikat olsa ikimizde kavrulurduk" dedi kadın.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Cin/ayetleri(m) -2-


Figüran bile olamayacak kadar yeteneksiz oyuncularla çevrilen "Aşk Filmleri "gişe rekorları kırıyor diye.....





Senaryolarımı ateşe atmam mı gerek?


Cin/ayetleri(m) -1-


Cehennemi göze alamayanlar, kendi cılız ateşlerinde tenlerini ısıta dursun.



Aç kollarını cehennem.



Sevdalın sana geliyor.

a.a.b.s.a.o.

Kırgın ve kızgın, kalabalık bir kadın topluluğunun tam ortasında çırıl çıplak duruyordu adam..Çırıl çıplak..
Bütün kirleri,izleri,yaraları,bereleriyle öylece duruyordu. Yüzünde her zamanki tanrısal küçümseyişle öylece bakıyordu kadınlara.. Kadınlar(ına)a..
Kızgındı kadınlar.. Nefretin tarifsiz çekiciliği ile kenetlenmişlerdi adamın erafına..Nefret ettikleri için mi sahip olmak istiyorlardı? Sahip olamadıklaı için mi nefret ediyorlardı? Bu sorunu cevabını bile veremeyecek kadar zapt olunmuştular..
Hiç birine seviyorum seni dememişti adam.. Demeyecekti de.. Biri diğerinden kendince çok farklı, adamca aynı yüzlerce kadın, ulumayı andıran homurtularla seslerini duyumaya çalışıorlardı . Ama adamın umurunda bile değildi..
Birden tenindeki binlerce parmak izi görünür oldu adamın.. Sadece gülümsedi.. Elinin ayasıyla hafifçe dokundu tenine.. İzler toprağa dökülmeye başladı..Birinin izi, diğerinin izinin üzerine.
Sevişmeler dedi adam.. Basit bir elektriklenme.. Plastik çubuğun, yün kumaşa sürtünmesiyle oluşanınkinden farksız.. Sandınız ki.............
Birden gök gürültüsünü andıran bir sesle sustu bütün sesler...
Sadece Onun sesi kaldı..
"Sandınız ki, tenimle birlikte nüfuz ettiniz bana.. Zavallılar.. Hiç birinize ait olmadım.. Olmayacağımı da biliyorsunuz..Kendinize bir bakın.. Hadi dönün ve bir birinize bakın.. Bana tesir edebilecek birini gösterin bana.. Şifresi bende olan o kilidi çözebilecek olan biri var mı söyleyin.. Ahmak bir sahiplenme suygusu .. Hem de daha ilk günden.. Ben, beni yaratana bile teslim olmamışken, sen... Siz... Ne kadar da edepsizsiniz..
Bunları söylediğim içim kendimi bir halt sanmakla suçlananım ben..Ya sen, bunlara muhatap kalmana sebep, salaklıklarını düşün.. Sen.. Kendisine bile saygısı olmayan.. Sana neden ve nasıl saygı duyayım söyle..
Kartlarım hep açıktı.. Alırım dedim.. Aldım..Vermem dedim.. Vermedim.. Başta anlaştığımız kurallara kim ihanet etti söyle.. Hangimiz bu oyunu bozanı..Dürüst ol.. Yapabilecek misin? Sanmam..
Şimdi gidin..
Hepiniz.. Yarın, bu konuşmanın ertesi günü yani,"GEL" dediğimde gelmeyecek kaç kişi var içinizde.. Merak bile etmiyorum.. Bilesiniz, size hak etmediğiniz, kendinize bile olmadığınız kadar dürüst oldum ben..
Sizinle seviştim, evet..
Ama hiç birinizi sevmedim.."
Neye uğradığını şaşıırmış kadınlar, suratlarına patlayan tokadı sindirmeye çalışırken, uzaktan bir zincir sesi duyuldu..
Bir kadın, iki ayağı zincirle bağlı bir kadın, adımlarını sürüyerek yaklaştı adama..Kadının ayaklarında toprağa salınmış kökler vardı.. Ve yürüdükçe kabarıyordu toprak, yırtlıyordu.. Toprağın kanı, kadının ayaklarına dolanyordu.. Buna rağmen yürüdü kadın.. Adamın karşısında durdu.. Adamın gözlerini içinde oturan küçük oğlan çocuğuna gülümsedi.. Ve birden.. İğrenç bir şekilde kusuverdi adamın ayak ucuna.. Başını kaldırdı.. Bir kez daha gülümsedi.. Bunu ne kadar istediğini biliyorum.. Sana son hediyem olsun istedim dedi.. Kimsenin anlam veremediği bu konuşmadan sonra birden zincirler kayboldu ..Kökler de..
Kadın gittikçe silikleşen bir silüete dönüştü.. Arkasını döndü..
Bölündü..
Lâl oldu..
Lâl'i de böldü..
Yağmurdan kaçtı..
İnzivaya çekildi..
Münzevi olmak bile yetmedi..
Hiç bir iz bırakmadan kayboldu..

Aşk-ı cehennem

Var mı yok mu diye tartışa dursun insanlık.


Biri tarif arasın O'na, kutsal kitaplardan, efsanelerden.

Leyla desin adamın biri, Leyla'dan geçip Mevla'ya varmaktır diye kendini harab etsin diğeri.

Korkaklığını kendine bile itiraf edemeyip, ben O'na inanmam diye meydan okusun ötede bir zavallı .

Tende söndürülebilen bir avuç ateşi , aşk zannetsin bir sürü ahmak.

Vuslat hayali ile inleyip dursun gece karanlığında bir serseri.


O uzaktan bakıp müztehzi bir tebessümle seyreder hal-i perişanlığı., zavallılığı.


Hiçbiri mi?

Yoksa hepsi mi?


Cehennemden korkanların harcı değildir aşk.
Cehenneme giden yolda yoldaş arıyorum kendime.
Ateşten korkuyorsan, uzak dur benden.

sebepsiz..

Anlaşılan duyularım git gide zayıflıyor..
Öyle olmasa...
Öyle olmasa hemen alırdım tenine sinen o tanıdık kokuyu..
Ve hemen görürdüm saçlarında kalan tanıdık parmak izlerini...
Tadını bilmezdim ama bir senden olmayan bir tadı hissederdim çabucak...
Duyularım git gide zayıflıyor..
Görmedim..
Tatmadım..
Hissetmedim..
Sadece duydum..
Duymanın geç olduğu bir zamanda..
Canım acıdı..
sebepsiz..

22 Mayıs 2009 Cuma

(G)ittin

Onlarca cümle yazıldı sana...
Yüzlerce kelime öğretildi..
Kucağına bıraktığım kelimelerle bana kurabileceğin cümleleri düşüdüm..
Sen, en kısa ,en kolay, en acıtanı seçtin..
"GİT...."
Zaten gidecektim
Sen neden (G)ittin...

saligia

Ve doğdu yaratılmış ruhların en günahkârı.

Zaman, bu kadar çirkinini görmemişti. Yedi ölümcül günahla yoğrulmuş bir ruh , karıştı insanların arasına.
...............
Her kim benim ruhumdan bir parçaya sahipse onu alıp katmalıyım kendime” diye haykırdı. Evrenin en kızıl gecesiydi o gece. Tüm zamanlar ve mekanlar, kızıllıkta aynılaşmıştı. İblisler , birbirini eziyordu bu şaheseri görmek için. Onlar için bile fazlaydı bu kadarı. Zaferine beş kalaydı artık iblisler Şahının.

Tanrı ile düellonun kazananı olmaya and içmişti en başında.Bir tek insan kalmayacaktı O’nun olmayan.
Ve bu yaratılan, yaratılmışların en güçlüsüydü ..
Ve bu yaratılan, onun en sadık hizmetkarıydı.

Seni seçtim dedi yaratıcı; seni seçtim dünyayı günah potasında eritmek için. Git ve getir senden olanları. Git ve çevir senden olmayanları.

Ve doğdu yaratılmış ruhların en günahkârı.
Kaçıştı insanlar, kızılın kavurgan sıcağından. Tek gölge kalmadı kızılın helak etmediği.Dallar, yapraklar, sular ,taş, toprak ve hava kızıla kesti.

Kızıl kavurgan alev peşine düştü erkeğin. Erkek, ondan değildi ama kandırılması en kolay olandı. Ve sonra kadın. Kadın ,Ona benzeyendi ama daha kurnaz. Fısıldadı kulaklara zehrini.Gösterdi gözlere en renkli sahneleri. Büyülendiler. Zavallı insan. Daralan ateş çemberini bile görmeyecek haldeydiler.

Melekler intihar etmeye başladı bir bir. Tanrı dur bile diyemedi meleklerine.Ve o rezil kahkaha inletti arzı.

Kazandım” dedi iblislerin şahı.
Tanrı , yapayalnız kaldı yarattığı alemin ortasında.Zamanın başına döndü sanki her şey.

Evet, gelecekti gördüğü Tanrının. Birgün tek başına kalacağını bile bile yine de başlattı zamanı. Değiştirebilecek miydi mutlak son diye gördüğünü?.
Yoksa, İblis’e boyun mu eğecekti?

Zamanın galibi olmayan tek savaşı başladı!

21 Mayıs 2009 Perşembe


BÖLÜNMÜŞ..


NERDE VE NASIL BÖÜLNDÜĞÜNÜ BİLMEDİĞİM RUHUM KAN KAYBEDİYOR..


TANRIM ÖLEMİYORUM BİLE...

hacivat olmak..


Hacivat'ın yalnızlığını anlıyorum..



"Yâr, bana bir eğlence Medet!"

20 Mayıs 2009 Çarşamba

son damla..

Bardak ağzına kadar dolduktan sonra ,onu taşıracak damlanın büyüklüğünün yada küçüklüğünün bir anlamı yoktur..

Son damladır o..

Son damla..
Kamil'le aynı sınıftaydı Zeynep.. Zeynep ne kadar cici kızsa, Kamil o kadar haylazdı.. Hani, o "adam olmaz bu çocuktan" listesinin en başındaydı.. kimseyle geçinemeyen bu çocuğun, o çelimsiz kızla neden iyi geçindiğini kimse bilemezdi.. Kamil, usulca gelirdi yanına Zeynep'in ,"biri seni üzerse haberim olsun" derdi.. Bu asılma filan değildi.. Kamil, Zeynep'i severdi.. Zeynep de Kamil'i.. Zeynep, kimsenin sevemediklerini sevmeyi Kamil'i severek öğrendi..
Sınıfta birinin spor ayakkabısı kayboldu.. Bütün gözler, öğretmeninki de dahil Kamil'deydi.. İğrençti.. Zeynep birden ayağa fırladı..Öğretmene ve sınıfa, gözleriyle görmediklei bir şey için kimseyi lekelemeye hakkı olmadıklarını söyleyip oturdu..
Ertesi gün, Kamil utana sıkıla geldi Zeynep'in yanına.. Küçük bir torbanın içinda kağıda sarılı bir şey uzattı.. "Bu ne" dedi Zeynep.. "Keçi peyniri" dedi Kamil.. Hayatında hiç keçi peyniri yememişti Zeynep.. Tadını bile bilmediği bu peyniri, sanki hayatta en sevdiği şeymiş gibi sevinçle kaptı Kamil'in elinden..
Zeynep , ogün Kamil'e dürüst olmadı.. Çünkü Kamilin o gün dürüstlüğe değil, bu basit teşekkür hediyesinin beğenilmesine ihtiyacı vardı..
Yıllar sonra, Kamille , aynı okulda veli olarak karşılaştılar.. İkisinin de elinde çocukları vardı.. Kamil, gülümsedi.. Zeynep, koşup boynuna sarılamadı ama yine de sarıldı gülümseyişi ile..Oğlunu , Zeynep'in oğlunun yanına kattı Kamil.."Bundan ayrılmai ayrılma ki adam olasın "dedi.. Çocuklar birbirine şaşkın şaşkın bakarken, veliler birbirine gülümsedi..

Henry'ler ve Waldo'lar..

Thoreau, ABD'nin Meksika'ya karşı yürüttüğü emperyalist savaşsırasında konan nufüs başına vergiyi "ödediği dolar bir adam öldürmeküzere, başka bir adam veya tüfek satın almaya yaramasın" gerekçesiylevermeyi reddedince bir gece hapis yattı.


Kendisinden ondört yaş büyük olan ve bir çok özgürlükçü düşünceyikendisiyle paylaşan Raplh Waldo Emerson, telaşla arkadaşını görmeküzere onun hücresine girdiğinde aralarında şöyle bir konuşmanıncereyan ettiği anlatılır:


"- Henry, neden buradasın?"
"- Waldo, sen neden burada değilsin?"


.....Şimdi evde koltuklarımıza uzanmış kuruyemiş yerken "helâl olsun be"diyip alkışladığımız Henry'leri düşünmek zamanı belki de..Hepimiz Waldo'yuz..

Hadi soralım mı kendimize: Biz neden orda değiliz?

DÎL Bilgisi..

Fiillerimiz sadece "sesteş "ti..

Sen aşkını susuyordun..
Ben aşkına susuyordum..

Sen aşkımı yoruyordun..
Ben aşkına yoruyordum..

Sen aşkıma kanıyordun..
Ben aşkına kanıyordum..
Ben bir de aşkımı kanıyordum..

"Sesteş" yerine "işteş" eylemlerimiz olsaydı diyorum..

Susuyorum..
(Bu fiil hangi anlamda kullanılmıştır diye sormuyorum..)

19 Mayıs 2009 Salı

ve Monna Rosa

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara

Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.

Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:

Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.

Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,

Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...

Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü

Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.

Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;

Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun.

Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:

Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,

Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...

Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;

Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.

Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,

İçine gül koyduğum tüfek ölmeye başlar.

Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa

Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.

Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.

Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır

Ve kediler her gece sürünür yastıklara.

Denizleri bahtiyar eden günler kısalır;

Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,

Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.

Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara

Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.

Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!

Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.

Sana da Monna Rosa, taş bebeği bıraktık.

Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.

Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;

Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi...

Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!

Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;

Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.

Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,

İtimat edeceğim şu belalı yağmura.

Ruhumu bayrak yapıp ben teslim edeceğim

Asılmış bir adamın iki eli yağmura.

Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.

Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni

Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye.

Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni

Katıvermek sessizce söylenen bir türküye.

Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni

Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,

Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.

Sana tavuskuşunun içime girdiğini

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

İçime girdiğini, tüyünü yolduğunu

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

İçimde tavusların bir bir kaybolduğunu,

Bana da bir çift ak kanat kaldığını

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara

Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.

Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:

Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.

Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,

Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...


S.karakoç

alıntı..

Hesaba kitaba gelmeyen bir hayatın içine dalmaktır aşk. (...) ...kendi kendine aşk aradığını söyleyenlerin bulup yaşayabileceği bir yapısı yok aşkın. Beklemeyenlerin başına geliyor tüm doğallığıyla. Geldiği zaman kurumlara ve kurallara da aldırmıyor. Kendimizi inandırmak için çırpındığımız yargılarla hele, hiç mi hiç işi yok. Bir ağacın yaprağa durması gibi kendiliğinden oluşuyor.
(Nalân Barbarosoğlu)

Turfanda Aşklar..

Geç kalınmış Aşklar..
Turfanda çilekler gibi...
Albenisi muhteşem ama lezzetsiz..

ithafı bende (ya)saklı

Hayallerim kontrol altında..

Ama rüyaları zaptedemiyorum..

Sen güçlüsün, becerebilirsin..

Rüyama girme...

lütfen....
Mangalını bile ısıtmaktan aciz bir avuç (k)öz gibiyim..

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Nerde(sin)?

Bazen kaybettiği bir şeyi arar ya insan.. Hem de en olmadık yerlerde..
Orda olmadığını bildiği yerlere bile dönüp dönüp yeniden, yeniden bakar ya..
O haldeyim.. Kaybettiğim bir şey var..
Aradığım yerlerde olmadığını bildiğim bir şey..
Nerde(sin)?
Şimdi bir çocuk olsam...
"Şeytan aldı götürdü , satamadan getirdi" diye tekerlemeler söylesem...
Bulur muyum acaba?

Salıncak


Sal/lanıp duruyorum iki (s)uçlu hayatta..

"Ya/sal"larla "Ma/sal"lar arasında

"Kelime" iplerin tuttuğu sal/ıncakla..



Tam güneşe değecekken..

Tam tutuverecekken Anka kuşunun kanadını

"Ma/sal"larıma düşman "ya/sal"llarım..

Keser iplerimi..


Kopar kelimelerim..

Düşerim..

Duvaksız Gelin...



Küçük küçücük bir kızdı..


Hani ,gelinlere boyunca ipek ağırlığıncaaltın paha biçildiği zamanlarda yaşamış olsa, en ucuza mal edilecekkadar küçücüktü..

Küçüktü küçük olmasına da kocaman laflar ederdi,aklının yettiğince..Ahkâm keserdi hayata dair.. Dik dururdu, eyvallahsızdı..

21 yaşında, yani birçoklarının kendini hala çocuk, hayatı da oyunbahçesi sandıkları çağda, "GEL" demişti bir adam.. "NEREYE" diyesormamıştı bile..

Gittiği yer aşk'tı çünkü..

Aşk'ın kaç oda salon olduğunun bir önemi yoktu.. İçini dolduran beyazeşyaların markasının da.. Ve gitti..Çocukluğunda ,genç kızlığında , içini kaplayan en büyük "tek" hayaligeride bırakarak GİTTİ.. NEREYE diye bile sormadan........

Küçük sandık ne zaman açılsa, ne zaman görse , o beyaz elbiseparçasını için titrerdi.. Gümüş teller ve minik incilerle bezeli,beyaz bir elbise parçası..

Hangi aklı evvel, bu güzelliği ikiyebölmüştü bilinmez.. Küçük, küçücük, el kadarlık kısmı saklanmış bukumaş parçasını kollarından geçirip aynanın karşısında saatlerce dururdu..

Bir küçük hayal .. Sıradan.. Hani her genç kızın hayalicinsinden küçücük bir hayal kurardı.. "MUTLAKA" derdi peşinden..

Oyıllarda hayatın onu en iddialı olduğu şeylerle imtihan edeceğindenhaberi yoktu henüz......Mutlaka derdi..GİTTİ..

"MUTLAKA" diye başlayan hayalini bir tarafa fırlatıp gitti..Gidilen yer buna değer(miy)di..Yıllar geçti.. Ahkâm kesmeler başladı beyaz elbiselere dair..

Canım nevardı sanki çok mu önemliydi.. Onun ,beyaz bir elbisesi olmamıştı dabir şey mi olmuştu sanki.. Önemli olan nasıl başladığı değil nasılbittiği değil miydi hem..

Bak işte Prenses Diana'nın beyaz elbisesinede bütün dünya iç geçirmişti ama akıbet ortadaydı.. Beyaz elbiseönemsiz küçük bir ayrıntıydı sadece.. Avuntu.. Teselli.. Kendini kandırma..

Şimdi bir vesile ile yine aklına geliverdi o beyaz elbise.. Sandıktanbaşını kaldırıp usulca seslendi gümüş teller , minik inciler..

Hayata dair yaşanmamışlıkların en küçüğüydü belki ama sandığındanbüyük bir ukde kalmıştı içinde..

Duvaksız gelin olmak acıydı..

16 Mayıs 2009 Cumartesi

çile../ N.F.K

...........
Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehirli kıymık gibi, beynimde.

Lûgat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden;
Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan muhacir, eşyadan öksüz?

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

..........

kifayetsiz muhterisler..

Etraf halinden şikayetçi insanlarla dolu.. Suratlarda aynı memnuniyetsizlik..Hadi bir itiraf, aynaya bakınca gördüğüm yüz de buna dahil ..

Sanki hepimiz, aslında dünyanın var olan bütün nimetlerini hak etmişiz de şu felek var ya şu felek … İşte o kahpe felek, işi gücü bırakmış bizimle uğraşıyor.. Allahım, bu nasıl bir kendini beğenmişliktir.. Bu nasıl bir kendini dünyanın merkezi sanma ahmaklığıdır.. Neden , kendimizi bi halt sandığımız anlarda, kulağımıza bir ses üflemezsin.. “Eyy kendini bir halt sanan.. Sen, koca kainatta bir toz zerresi kadar bir şeysin” desen ya bize.. Tamam akıl , fikir, idrak verdin.. Verdin verdin de biz o verdiklerini yok ettik evvel senin iznin ile.. Üstadın muhteşem bir yeni nesil tanımını hatırladım.. Zihnimde kaldığınca(!) :”Dimağı cihazı iptal, hazım ve tenasül cihazı alabildiğine ihya edilmiş bir nesil.” Al ölçüyü , ölç bu günü.. Tam uymadı mı Allahını seversen söyle.

Hep hak ettiğimizden fazlasına talip olduk.. Kifayetsiz Muhteris.. İşte taptığım tanımlama.. Tek atı olanı biz beğenmedik, iki atı olan da bizi almadı.. Evde kalınca da “kahpe felek” nedir bana kastın yaygarası..Eski iş yerimde bir kızcağız , 30 u aşmış, güzel sayılmaz, en kötüsü kafa bomboş.. İşte ideal koca ölçüleri :Zengin olsun, kültürlü olsun, yakışıklı olsun, 35 i geçmesin.. Ahh be güzelim, iyi de o adam 20lik tazeler varken seni ne halt etsin cümlesini kurmak gafletinde bulunduğumda yüz hatlarını görmeliydiniz.. Gerçeklerle yüzleşmek korkunçtur.. Bü yüzden de aynayı kimse sevmez.. Ben severim aynaları.. Bana bi halt olmadığımı hatırlatanları daha çok severim üstelik.. Niye mi? İnsan kendini kandırmayı başaramamışsa , etrafta riyakar yüzler görmek sinirine dokunuyor.. Ben kendini kandırmayı başaramayanlardanım.. Ne olmadığımı iyi bilirim en azından..

Tercihlerimi yaşıyorum.. Aldığım kararlardan ben müsebbibim..Pişmanlıklarım elbette var.. Ama oturup kendime ağlayamam..Hiç bir şeyim yoksa ,beni ben yapan acı tatlı bir sürü yaşamışlığım var. Yediğim kazıklarım var.. Alınmış derslerim var..İç güveyinden hallice olsa da , karalar bağlanmayacak bir hayatım var.. Ne demişler ; devir idare devri.. Hem ben iktisat okudum.. İktisat, sınırlı kaynaklarla, sınırsız istek ve ihtiyaçları karşılamak değil mi zaten.. Ben , iktisat profesörü bile olabilirim o halde..

Söz geldi, rahmetli babaannemin muhteşem sözüne..

Sevgili arkadaşlarım halinizden bu kadar şikayetçiyseniz, belli ki hiç ısırgan otuyla taharet almamışsınız.. Dilerseniz bir deneyiniz..

Sakın gelme..


Sakın gelme ,dur!
Nasılsa gideceksin az sonra…


Bir efsuna kapılıp gelmeler bilirim..
Bir hayalin peşine düşüp sarhoş olmalar..
Kapıları yumruklamalar bilirim..
Kilitleri kırmalar..
Bazen yalvarmalar, kıramadığı kapılarda günlerce ağlayarak sabahlamalar…
O kapının ardındaki gerçeği gelen bilmez..
Kapının diğer yanı bilir sadece..
Kapının diğer yanı, gelenin akıbetini de bilir..
Bilir de; hani bir “belki”ye teslim edip aklını, aralar kapıyı usulca..
Ardı karanlıktır kapının, ardı soğuk, ardı ayaz..
Kapının ardında, hayal edilene benzemeyen bir surat..
Hayal edilenden umulmayan bir hayat..

Hep en iyi bilenlerdir AŞK’ı gelenler..
Sonsuz aşkı arayanlardır..
"Hesapsız, kitapsız olmalı aşk dediğin" diye nara atarak gelirler..
Ahh insan..
İnanmadığın cümleleri nasıl da rahat kurarsın böyle..
Nasıl da, yüreğinin kaldıramayacağı yüklerin altına girebileceğini taahhüt edersin..
Ahh insan..
Sen neden , sahi sen neden bu kadar yalansın?

Sakın gelme ,dur!

Sana verecek bir ben yok bende..
Sana verecek bir ten de..
Ben ,bana bile ait değilken,
Sahip olmadığımı sana nasıl verebilirim ki? Söyle!
Sen, kasıklarında taşıdığın ateşe aşk de…
Sen ,o ateşi söndür, her gün bir başka ateşte..
Sen şehvetine,
Sen iştahına,
Sen teninde takılıp ruhuna nüfuz edemeyen aşkınla…

Orda öylece dur, sakın gelme…

15 Mayıs 2009 Cuma

müntehir...

Dalıp ortasına hayallerimin

Aklıma bağladığım patlayıcıları patlasım var..


Ölesim var..

Öldüresim var..

Sen böyle boynu bükük beklerken yolumu ,Nasıl gelmem ki...

0 rh(k) -


Uykuya aç gecelerden birinin sabahında, taşlarının suretini ezbere bildiğim kaldırımlarla baş başaydım yine. Parlak kırmızı bir leke..Peşinden bir tane daha.. Sonra bir tane daha… Gözlerimle takip ettiğim kırmızı parlak lekeler ,denizin karşısındaki banklardan birinin dibinde sonlanıyordu.. Bakışlarımı yavaşça yukarıya kaldırdım..
Bir kadın.. Kollarını bankın üzerine atmış, parmak uçlarından kan damlayan bir kadın.. Ürkütücüydü..
Belaya bulaşasım yoktu o sabah.. Ve bu kadın, adımlarca uzaktaki bu kadın, bela kokuyordu… Ama, o parlak kırmızı damlaların çekiciliği.. Dönüp arkamı gidemiyordum.. Zihnim karma karışık haldeydi , gitmelerle kalmalar arasında sıkışıp kalmıştım ki, bir parlak kırmızı damla daha düştü taşların üzerine.. Yerdeki küçük kırmızı göl bir an dalgalandı..
Mütereddit adımlarla yaklaştım.. Orta yaşlarda olmalıydı.. Uyur gibi görünüyordu.. “Yoksa ölmüş mü” diye geçirdim aklımdan.. Biri beni , ölü bir kadının başında bulsa olabilecekleri düşünüp, arkamı dönüp gitmeyişime öfkelendim.. Ama artık çok geçti işte.. Bir defa bulaşmıştım belaya.. Artık istesem de gidemezdim.. Parlak kırmızı damlaları görmüştüm bir kere..
Yüzü bembeyazdı.. Dudakları rengi uçup gidivermiş bir gül kurusuydu.. Belli belirsiz bir gülümseyiş mi vardı dudaklarının ucuna, yoksa söylediği son hecenin izi mi kalmıştı bilmiyorum.. Yaklaştım.. Bir tutam kuzguni siyah savruluyordu … Bankın üzerindeki kadından yansıyan tek yaşam belirtisiydi o savruluşlar.. Omzuna dokundum yavaşça.. Parmaklarımdan bütün bedenime yayılan ayazı tarif edecek kelimem yok.. Soğuk.. İnsanın kanını, hatta canını donduracak kadar soğuk..
Kıpırdamadı.. Bütün cesaretimi toplayıp, karşısına geçtim.. Boynunda belirgin morluklar.. Parmak izleri.. Boğazlanmıştı belki de..Siyah bir elbise vardı üzerinde.. Göğüs kısmı paramparça olmuştu..Hangi hoyrat el böyle bir şeyi yapmış olabilirdi ki.. Doktor değildim.. Ama öyle çok kavga tecrübem vardı ki, dövüş yarasını çok iyi tanırdım.. Kadının göğsünde yüzlerce dövüş izi vardı.. Yeşilden sarıya dönen morluklar, taze çürükler, derin kesiklerden kalan izler, henüz derideki sıyrığında pembeliği devam eden tırnak izleri.. Kimle neyin dövüşünü yapmıştı, ne için bu kadar direnmişti, ne adına almıştı bu yaraları bilmiyorum.. Tek bildiğim, kolay pes etmediğiydi…
Parmaklarının ucundan kan damlıyordu…
Sırf gösterdiği direniş bile, uğruna belaya bulaşmayı göze aldırabilirdi.. Kim olduğunu ,ne olduğunu bilmediğim kadını kucaklayıp en yakın hastaneye götürdüm.. İhtiyar bir doktor, gözlüklerinin üzerinden bana bakıp “neyin oluyor “diye sordu… “Neyim mi?Hiç bir şeyim .. Ben sadece yolda…” Doktor, söylediklerimi umursamadan yanımdan geçti.. Kadının incecik sol bileğini tuttu.. “Nabzı çok zayıf.. Çok kan kaybetmiş” diye söylendi kendi kendine..
Peşinden bir koşuşturma başladı, parmak ucundan damlayan parlak kırmızıyı bir cama damlattılar.. Kan gurubunu tespit etmek için.. Birkaç dakika sonra, hemşire umutsuz bir yüz ifadesiyle döndü yanıma.. “Çok zor, hatta imkansız” diye tekrarlıyordu sürekli.. Öğrendim ki, bütün radyolarda anonsları başlamış, bütün polis telsizlerinde yankılanmış çığlığı.. Kimse duymamış..

Parmaklarının ucundan kan damlıyordu kadının..
0 rh(k) + negatif kan aranıyordu.. rh kısmı kolaydı da bir küçük (k) ,mümkünü imkansız kılıyordu..

14 Mayıs 2009 Perşembe

katık...

Tek katığıydın, düşlerimin..
Şimdi seni çekip alınca ordan...
Düşler nasıl da yavan..
Yine karnı doyuyor da insanın,
Tadı tuzu olmuyor işte gecenin..
ŞİDDET..
YALAN..
İHANET...

3 YANLIŞ'ın çok DOĞRU'yu götürdü bu sınavda...

İN(SAN)


Sayı doğrusu üzerindeki “sıfır” noktasındayım..
İnsanın bütün hallerine.. + ve – sonsuza, siyaha ve beyaza, iyiye ve kötüye eşit mesafede..
Bugün dünyanın en güler yüzlü insanıyım belki.. Ama yarın, suratsız biri olmayacağımın garantisini veremem size..
İçim kıpır kıpır olabilir bu gün, yarın derin bir hüzünle boğulup boğulmayacağımı bilemem.. Dengesiz değilim inan bana..
Sadece “İnsan”ım..
Üst kattaki ihtiyar kadına ,bir kase sütlaç götürebilirim bugün.. Aynı kadını, üç beş kuruşu için boğazlayabilirim yarın..
Komşunun orta okula giden kızlarına ders de çalıştırabilirim.. O kızları , mahalle delikanlılarına pazarlayabilirim de..
Para üstünü fazla veren fırıncıya 25 krş iade edebilirim , ama aynı fırıncının kasasını da patlatabilirim..
Arkadaşımın kocasıyla barışması için arabuluculuk yapan benle, aynı arkadaşın kocasını baştan çıkartan ben arasında ne fark var..
Ne korkunç değil mi?
Yazarken tüylerimi diken diken eden , okurken midenize kramplar sokan bu eylemleri de yapan bir insan olabilir mi? Ne yazık ki evet..
Belki de bu bu yüzden “belhum adal” diye bir ifade var..
Aşağıların aşağısı, hayvandan daha aşağı..

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Neden

Dün gece dikip gözlerimi tavana düşündüm...
Yarın ölsem kimin hayatında ne değişecek diye...
Neden hep bir iz bırakma çabası..
Neden bu sessiz sedasız gidişe teslim olamayış?
Öldükten sonra bile bu baki kalma gayreti neden?
Ahh insan..
Ne kadar zavallı...

Seni kendime (YA)sakladım..


Hâlâ bulamadığım bir sebeple, evinizin balkonunda oturmayacağım.
Kollarımı çenemin altıda birleştirip, balkon demirlerine yaslanmayacağım..
Gece olmayacak..
Gözlerimi bir karanlık noktaya dikip, cevapsız sorular sormayacağım kendime..
Balkonun hizasındaki ışığı yanan odanın , senin odan olduğunu farz etmeyeceğim.
Birden bire ayak sesinle irkilmeyeceğim.
Kalbim sıkışmayacak..
Heyecanımı bastırmak için, elim acemice sigara paketine uzanmayacak..
Paketi yere düşürdüğüm için kendime küfretmeyeceğim..
“Soğukta donacaksın” deyip kapüşonlu bir mont bırakmayacaksın sırtıma..
Sonra gelip yanımda beliriveren sandalyeye oturmayacaksın..
Beş beden büyük o montunu giyip , kapüşonunu kafama çekmeyeceğim..
Montunun içinde küçük bir oğlan çocuğuna dönüşmeyeceğim..
Ben geceyi, sen beni izlemeyeceksin..
Sen izledikçe ben utanmayacağım..
Yanaklarımı ateş basmayacak..
Tutup kapüşonu çekmeyeceksin kafamdan..
Dönüp kızgın yada şaşkın, adını koyamadığım bir bakışla bakmayacağım yüzüne..
Haylaz çocuklar gibi muzırca gülmeyeceksin sen..
O an bir rüzgar esmeyecek..
Saçlarım rüzgarla savrulup yüzünü öpmeyecek..
Eğilip paketimden bir sigara almayacaksın..
Elimdeki sigara iye yakmayacaksın sigaranı..
Elimin titreyişini fark etmeyeceksin..
Derin bir nefes çekmeyeceksin sigarandan..
Aynı anda salıvermeyeceğiz gri mavi dumanları gecenin siyahına..
Dumanın dumanıma, dumanım dumanına sarılmayacak..
Dönüp o cevabını veremediğim en zor soruyu sormayacaksın..
“Biz neyiz seninle” demeyeceksin..
Ben, başımı öne eğmeyeceğim..
İkimiz de susmayacağız o andan sonra..

Sabahı olmayan bir gecede sana dair bu hayali bir daha kurmayacağım..