
“Seni, kezzap kuyularında yıkasın cesedin!”
Böyle fısıldadı kulağıma ve gitti.
Böyle fısıldadı kulağıma ve gitti.
Gitti. Ve unuttu beni biranda.
Sonra da unutturdu kendisini.
O’nu unutmanın verdiği hürriyet hissiyle, en karanlık sokaklara daldım. Her köşe başında tezgâh açmış işportacılar. Öyle albenili, öyle ucuz şeyler satıyorlardı ki; cebimdeki paradan ne eksilir diye geçirdim içimden ben de birkaç parça bir şey alsam. Bu nasıl bir sarhoşluk haliydi? Nasıl bir afyondu çektiğim? Bir tezgah, sonra bir tane daha.. Bir tane daha.. Derken, karanlık sokaklarda tezgâhların tükenmediğini fark ettim.
Nerdeydim? Tezgâhların cazibesine kapılmıştım. Bir sokaktan, diğerine.. Nereye ,ne yöne gittiğim bile takip etmeden uzaklaşmıştım..
Nerdeydim? Tezgâhların cazibesine kapılmıştım. Bir sokaktan, diğerine.. Nereye ,ne yöne gittiğim bile takip etmeden uzaklaşmıştım..
Kaybolmuştum.. İşportacıların davetleri , kahkahaya dönüşüyordu.. Kulaklarımı tıkadım küçücük ellerimle. Boşunaydı. Gülüyorlardı. Duyuyordum.
Koşmaya başladım bilmediğim sokaklarda… Kaçtıkça kayboldum. Kayboldukça kaçtım.
Girdap.
Yutuldum bir canavar ağzıyla..
Bir vardım, birden yok oldum.
Seslendim..,
Çağırdım…
Ağladım…
Yalvardım..
Duydu. Gördü. Gelmedi. Affetmedi.
Canavarın karnında ben, cehennem ateşi ve onun her an dağlayan sesi:
“Seni, kezzap kuyularında yıkasın cesedin!”
Seslendim..,
Çağırdım…
Ağladım…
Yalvardım..
Duydu. Gördü. Gelmedi. Affetmedi.
Canavarın karnında ben, cehennem ateşi ve onun her an dağlayan sesi:
“Seni, kezzap kuyularında yıkasın cesedin!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder