Sevgili Okur, nasılsın ? İyi misin?İyi olmanı dilerim.. Sen de, bu sefil blog yazarından soracak olursan tahmin ettiğin üzere hiç iyi değilim. Lakin, elimin altında her daim hazır bulunan “güçlü kadın maskemi” takmış bulunmaktayım.. Birileri ,hep güçlü olmalı, değil mi? Şimdi yapmam gereken zihnimi kendimden biraz çekip almak..Deneyeceğim.
----------------
Dün, hâlâ dostlarının derdi ile dertlenebilen ender insanlardan biri ile sohbet ettik. O sohbetten sonra, bu yazıyı yazmak zaruret oldu nedense? Sanırım ben “durumdan vazife çıkaran” bir neslin çocuğuyum.. Her neyse.. Uzatmadan konuya girelim.. (Daha ne kadar uzatabilirdin deme sakın.. İnan gevezeliğimin sınırlarını tahmin bile edemezsin.)
Her şey, bir kadın ve erkeğin müşterek bir hayatı paylaşmak istemesi gibi saf bir niyetle başlar. Bazı durumlarda, kızın, erkek tarafından müstakbel görümce, elti, kayınvalide vb. kadınlarla flört etmesi ile de olayın başlangıcına sebebiyet verebilir. Yani şu hâlâ bekasını sürdüren “ görücü usulü” hadisesi..
Erkek için evlilik, çoğu zaman hayatını düzene koyma ihtiyacından kaynaklanırken, kadında olay daha karmaşık sebeplere dayanabilir.. Anne olma arzusu yada yaşıtların bir bir evlenmesiyle “ev de mi kalıyorum” (her ne demek se?) korkusu bilinç altında evlilik kararı alınmasının en yoğun sebeplerini oluştursa da dışarıya verilen mesaj standarttır : Birbirini seven iki insanın evlenmek istemesinden daha doğal ne olabilir ki..
İsteme, söz, nişan, nikah ve hatta düğün, üstüne kaymaklı ekmek kadayıfından bir balayı tatili derken , gerçek hayata dönüş süreci başlar.
Evliliğin ilk zamanları - ki bu dönemin ay bazında karşılığı tarafların kabiliyetleriyle doğru orantılı olarak değişir- balayı olarak adlandırılır. İlk günlerde birbirine her anlamda doyum sürecine varmamış iki insan, sevgi konusunda müsrif denecek kadar cömerttir. "Aşkım, canım, cicim,bitanem, hayatım” gibi klasik hitapların yanı sıra, tamamen hayal gücünüzle sınırlı “kurabiyem, minik kedim, aşk tomurcuğum, sebebi hayatım” gibi abartılı , vıcık , samimiyetinden şüphe edilir hitaplara da rastlarsınız.. Halkımın 40 gün bal yiyen , baldan bıkar sözünü doğrularcasına bir süre sonra taraflar birbirine isimleri ile hitap etmeye başlar ki normali de budur..
Bu iki aşk böcüğü, bir süre sonra biricik aşkının da diğerleri gibi geğirmek, gaz çıkarmak, ayak parmak arasını kaşımak, ter kokmak gibi insani şeyler yaptığına hayretler içersinde şahit olur..
Evlenene kadar, birbirlerinin cemiyete karşı duruş ve tavrından büyülenmiş olan iki insan evlilikle beraber, birbirine play doh oyun hamuru muamelesi yapmaya, Ona arzuladığı şekli vermeye çalışmaya başlar.. Artık, bireysel müsabakalara her ikisini de tahammülü yoktur.. Bir takım olunmuştur.. Ve ancak takım olarak cemiyet meydanlarında boy gösterilmelidir.. Bu andan itibaren, her ikisi de “tahammül etmek” zorunda kaldıkları bir sürü maskeli baloya katılacaktır.. Kızımızın liseden arkadaşının düğünü, oğlumuzun halasın torununun sünneti gibi aslında sadece birini ilgilendiren toplantılarda “mutlu aile” fotoğrafı vermek sanıldığı kadar mutluluk verici değildir. Hayal edelim şimdi..
Bir bayram sabahı….
-Hayatım hadi hazırlan, önce annemlere , oradan teyzemlere geçeriz..
- Yaa.. Hiç canım istemiyor.. Sen tek gitsen..
-Olur mu yaaa.. Ne o öyle, dul kadınlar gibi…
(bu “dul kadın gib”i benzetmesinden nerde kullanılırsa kullanılsın tiksinirim)
Halbuki konuşma metni ,daha insani, daha saygılı olabilirdi..
-Hayatım.. Annemlere bayramlaşmaya gideceğim.. Sen de geleceksen, hazırlan..
-Ya.. Hiç canım istemiyor şuan.. Ben sonra gitsem.. Selamımı söylesen..
-Tamam .. Eve gelirken almamı istediğin bir şey olursa haber verirsin.. Çıktım ben..
Çok mu zor?
Değiştirip, dönüştürmeye harcanan enerjinin onda birini, anlamak ve saygı duymak için harcamak, çok mu zor?
Zaman ilerler.. Gariptir ki, yaradılışı itibariyle olsa gerek, erkek tarafı eski “özgür” günlerini özlemeye daha çabuk başlar.. Kızımız evde, tırnaklarını yiyerek, bilumum eşe dosta bu ilgisizlikten dert yanmaktadır ki, aile kurumumuzun kurtarıcısı “çok bilen teyzeler” imdada yetişir.. “Hele sen, bi çocuk yap, bak gör nasıl eve bağlanacak”.. Bağlamak.. Yahu bir kere, bağlamak söz konusu ise ortada kaçmayı düşünen, orda olmak istemeyen biri vardır.. Bağlamak, bağlamaya çalışmak bir zaman kaybıdır.. Ve bunun için, dünyanın en muhteşem varlığını bir bebeği kullanmak.. Ne kadar iğrenç.. Düşünüyorum da, kaçımız acaba annemizin babamızı eve bağlamak için doğurduğu çocuklarız..
Eveett, çocuğumuz da oldu.. Harika bir çekirdek aile olduk değil mi? Elbette.. Ah bir de şu ekonomik sıkıntılar olmasa.. İşte bu konu benim, erkek olmadığım için Allaha şükrettiğim şeylerden biridir.. Karşımda durmuş “ben babamın evindeyken..” yada “erkek değil misin tabii ki halledeceksin..” diye başlayan bir cümle kuran kadına neler yapabileceğimi buraya yazamam sevgili okur inan bana.. Kadındaki iğrençliğin zirvesidir bu..En azından bana göre öyle..
Gel zaman git zaman, bizim o batmaz sandığımız Titanik misali evliliğimizin gövdesinde çatlaklar oluşur..Başta görmezden geliriz..Ta ki ayaklarımız ıslanana kadar.. Sonra herkes kendi köşesine çekilip kendi duvarlarını örmeye başlar.. Aynı evin içinde , müstakil hayatlar oluşur sinsice.. Kimse kapısını diğerine açmaz.. Ara sıra, yemek masası, yatak odası gibi ortak kullanım alanlarında rastlaşılır, sonra herkes.. Herkes, kendi hayatını yaşar gider..
Bazen, en korkulan şey olur.. Taraflardan birinin karşısına eski ışıltılı günleri hatırlatan bir çift göz çıkar.. Artık, ev ortağının gözüne baka baka başkasını özleme mevsimine girilmiştir.. Cesareti olan, o noktada mevcut gemiyi terk etmek ister.. Tabii aile büyükleri izin verirse.. Yada bazen, adına vefa, ekonomik özgürlük, korku yada ne derler dini dediğimiz şeyler önümüze çıkar.. Gidilemez..
Gidilemez de.. Kalınır mı orası tartışılır.. Kalan kimdir? Kalınan yer nedir kalan için? Yanında kalınanı nasıl görür? Bunlar, çok uzun uzun konuşulması gereken şeyler..
Neyse sevgili okur, bitirmeden söylemem gerekir ki; bu ilmi bir çalışma değildir.. Seçilmiş yüzlerce örnek aile üzerinde yaptığım bir araştırma da değildir.. Bunlar, etrafıma bakınca , içim acıyarak gördüğüm “mutlu aile tabloları”ndan sızan kanın, sadece birkaç damlasıdır..
Yazar, yani ben oluyorum, burada herhangi bir mesaj vermek niyetinde değildir.. Zira, ne söylenirse söylensin, herkes biricik Amerikasını kendisi keşfetmek isteyecektir.. Dileğim o ki; her şey, herkesin gönlünce olsun..
Gitmeden önce küçük bir hikaye : Devrin mimarları, Mimar Sinan’a yaptığı camilerdeki muazzam akustiğin sırrını ve hesaplamasını sorar.. Sinan’ın cevabı müthiştir :Akustik, öyle bir şeydir ki , siz bütün hesapları yaparsınız.. Ama ya tutar ya tutmaz..
Evet, sevgili okur , evlilik, akustiktir.. Ve Nesreddin hoca fıkrası misali “ya tutarsa” denecek kadar basit bir hadise değildir.














