31 Aralık 2008 Çarşamba
30 Aralık 2008 Salı
Koyu lacivert gölgeli adam
Ağrılı adımlarla..
Adam, gölgesi
Ve karda üşüyen yalnız ayak izleri..
Yıllardır kullanılmamış bir "allaha ısmarladık"
Ve hiç duraksanmadan çıkılmış bir kapı eşiği
Ve adamın, bin yıllık,
Binlerce yıllık kimsesizliği...
Dün sabah uyandığımda pencereden bakınca gördüğüm ilk adamın bana söylettikleridir...
29 Aralık 2008 Pazartesi
Allahtan LÂL oldum dedim, bir de olmasam ne olacaktı.
Hımm bi düşünelim "ben kime aşık olurum ?"
Zor soru..Esrikin dediği gibi adı birilerinde saklı bir noname isen, bir de üstelik morosophe diyorsan kendine takdir edeceğiniz üzere pek makul mantıklı bir aşk söz konusu bile olamaz.. Zaten "aşk"ın mantıklı olması da gerekmiyor değil mi? Adı üzerinde AŞK.. yani ilişkiden bahsetmiyoruz.. Beğenme, hoşlanma, çıkma (ki bu ifadeden nefret ederim, anlamsızdır) gibi şeyler de değil konumuz.. Konumuz aşk.. Zaten diğerleri yani ilişki dediğimiz hadise ben de "ilişmek" boyutunda kalmış, doğal yaşam sürecini bile tamamlayamamıştır.. Hatta bir çoğu ölü doğmuştur.Ama Aşk, alabildiğine özgür, sınırsız, hadsiz hudutsuz ve en imkansız haliyle yaşanmıştır bu delide.. Ve asla iflah olmayacak bir ruh söz konusudur bu bağlamda.. (bu bağlamda ifadesini de sevmem:) )
Aşk...
Kime aşık olurum? Dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin herkese aşık olabilirim.
Elele tutuşunca dünya çevresinde kuşak oluşturacak kadar olmasa da resimlerinden kolaj oluşturabilecek kadar aşık olmuşumdur sanırım..
Kolaj.. Evet, tam da aradığım kelime.. Uzun ,kısa, zayıf ,şişman (yok şişman yok sanırım), esmer ,sarışın çeşitli renk ve boyutlarda adamlar.. Keşke sabit bir şablonum olsa ve karşıma çıkana şöyle bir tutup, yok uymadı yada tam oturdu ,işte bu diyebilsem..
Bütün bu adamların ortak noktası....
obeb ( bütün aşık olduklarım ) = Zeka
Evet sanırım en büyük ortak bölenleri hepsinin çok zeki oluşu.. Sanırım en büyük zaafım bu.Zeka.. Beni büyüleyecek kadar zeki olmalı adam.. Beynimi tokatlamalı tabir-i caizse.. Aklımı kurcalamalı.. Kolay çözülmemeli hatta çözülmemeli.. Biliyorum saçma ve hastalıklı bir istek bu belki ama bu da benim tercihim öyle değil mi.
Ve bir de kelimeler.. Kelimelerle sevişmeli.. Dans etmeli.. Kelimeleri büyülü olmalı.. Beni gerçekliklerden çıkarıp, başka bir dünyaya sürüklemeli.. orda kendimi kaybetmeliyim.. Sonra kendimi bulmalımi kaybettiğim parçalarımla beraber, tamamlanmalıyım..
Tabii bütün bunların dışında imkansız olmalı... Evet imkansız... Yani bütün ihtimal hesaplarının sonucu sıfır olmalı.. "Asla" olmalı.. Yanına yaklaştırmamalı hatta uzaklaştırmak için her yolu denemeli, yada kayıtsız kalmalı.. Kulaklarını tıkamalı, duymamalı.. Bilmem, belki de ben aşkın bu kovalayanı olma halini seviyorum.. "Tamam canım, peki aşkım" kelime gruplarını sevmiyorum pek..O çekimi muhafaza edebilmeli her an. Çok zor ama bunu yapabilenler var inanın.Yok, kaçan balık büyük olur meselesi değil bu.. Balık kaçmazken bile, avuçlarındayken bile , onun aslında avuçlarında olmadığını bilmek hali bu. Ben aşkın bu yorucu didişme halini seviyorum. O halde neden yoruldum ,pes ettim, gidiyorum değil mi? Boşver o öyle değil işte.. O sadece, bas bas "sana aşığım" dediğin kapının arkasında onunda kendi aşkı için acı çektiğini görme ve artık rahatsız etmeme kararı alma halidir.
Fiziki özelliklere gelince... Sanırım bir tek göz takıntım var.. Rengi şekli değil ama.. Bakış takıntım var.. Bu o bakışla mı alakalı, benim o bakışa rastladığım hal ile mi bilmesem de, bakınca arkasındaki uçuruma yuvarlanacağım bir bakış işte.. Yada onun gibi birşey..
İşte böyle,,
Noname kime aşık olur.. Noname'in aşık olması için olunanın hiç bir dahli olmasına gerek yoktur.. Onun adım atmasına, bakmasına, bişey söylemesine.. Hiç birşeye ihtiyacı yoktur.. Noname bazen yaratılırken "sen aşık ol" diye vazifelendirildiğini bile düşünür.. Ve bu vazifesini layıkıyla yerine getirdiğini bilir. İlla somut bir karakterde görmek mi istiyorsunuz Noname kime aşık olur?.. Şu kadar söyleyebilirim.. Liseye başlarken tanıştık Raskolnikov'la.. Sanırım üniversiteye kadar Onu aradım karşıma her çıkanda.. Neden demeyin? Ne bileyim ben?
Peki şimdi aşık mıyım..
Elbette herzamanki gibi...Ben Aşık olma halime aşığım belki de...
kumdan kuleler..

26 Aralık 2008 Cuma
Dün bir veda yazısı yazmıştım.. Veda da denmez ta bir yazı işte.. İşten eve döndüm, hayatımın gerçeklerine dair işlerimi tamamlayıp düşünmeye başladım,Tabii orta şekerli bir Türk kahvesi refakatinde..
Bana "kelimeleri ve unuttuğum birçok şeyi hatırlattı" demiştim. Gördüm ki artık kelimeler bana onu hatırlatmaya başlamış. Gördüm ki, ne zaman bir yazıya otursam hep Ona dair birşeyler, Onun için birşeyler, Onun bendeki yankısına dair birşeylere savruluyor kelimeler..
Hayatta kalmak için katlanmak zorunda olduğum "-mış gibiler" im hariç , -mış gibi yapmadım hiç.. Şimdi yazarsam, yaz-mış gibi yapacağım bunu biliyorum. En azından bir süre. Sanırım bir süre kelimelerden uzak durmalıyım.. En azından kendi kelimelerimden. Bu blogun, başlangıcında tek gayesi vardı.. Şimdi bunları tekrar tekrar yazıp uzatmanın alemi yok. Bu bloga artık yazmayacağım.. Bu Ona ait bir blogdu ve artık yazılabilecek herşey yazıldı.
Ama yazacagım. Buraya değil belki ama mutlaka yazacağım. Blogu kapatmıyorum.. Yazılarınızı okuyup yorum yazacağım yine.. Yine karşılaşacağız, mrak etmeyin.
şimdii, gider ayak size bir mim değil bir oyun bırakıyorum..
Oynamayı çok sevdiğim bir oyun..
Bir kaç cümle yazacağım, devamını sizin yazmanızı istiyorum..
Devam yazmamı istediklerime gelince ;
Naif yanına asıldığım Esrik,
Usul öpüşlerinin anılarını uzun uzadıya içime kazıyan Tresaurus
Kelimelerimi anlayan Lilium,
Hain evlat ökkeş Yalnızlık Okulu
Güne zongünlerde mutlaka Esavir'i ile başladığım Kutup Zencisi
ve
Nefreti eksik olsa da gücünden asla şüphe etmediğim Magnum Opus..
Kırmazlarsa sevinirim.
Gelelim devamını yazacağınız cümlelere :
"Artık gitme zamanının geldiğini düşündü kadın.. Gitmeden önce bir mektup yazmak istedi geride bıraktığına.. Ve başladı yazmaya : Artık gitmeliyim.. Gitmeliyim Çünkü ............. ............................ ............................ ............................ ......................................................."
Evet, arkadaşlarım.. Bir veda mektubu yazacağız.. Minimum 5 cümle olacak..
Bu arada aklıma geldi, Yalnızlık okulunun bir şiirine yazdığım bir yorum vardı. Giderken "gidiyorum" demek "ne olur gitme" cümlesinin en muhteşem dilenciliğidir diye.. Yazım böyle algılanmaya lütfen.
Tekrar görüşene kadar..
Adios..
PES ETTİM....
erik ağacım...
25 Aralık 2008 Perşembe
LÂL
Duymadın..
Yoksa duydun mu?
Duyup gelmediysen ,
Acı..
"Duysaydı" diye başladığım hayallerim için...
Senin için...
Dil susar belki..
Ya, Dîl...
Bunlar dilimin ucundakiler değil, "Dîl" imin içindekiler.
Bilesin...
24 Aralık 2008 Çarşamba
Mabedin sırrı
Hep yağmur yüzünden...
23 Aralık 2008 Salı
masamı kim ne yapacaksa :)

OLMA...
22 Aralık 2008 Pazartesi
Mabedin gözdesi.
21 Aralık 2008 Pazar
ben ve benim kafam, kalınkafam....
Bu şehre geleli ne kadar oldu.. takvimleri karıştırıyorum artık.Hani işten ayrılınca kısa süreli bir karmaşa yaşar ya insan haftanın günlerina dair öyle bir hal değil bu.. Burda zaman uzun, upuzun.. Belki de koşmamı gerektiren bir hayat olmadığındandır bilinmez, zaman ballandıra ballandıra geçiyor buşehirde.
Kafam bozuk bu aralar herşeye, herkese.. Hani tövbemi bozsam diyorum arada bir 70lik cin alıp ben de boğulsam.. Sonra arasam bütün eksi dostları ( dostmu dedim pardon, dost dediğin şeyin eskisi olmaz yada olmamalı), küfretsem doyasıya.. Allahın cezaları aramızdaki öküz öldü de bana neden haber vermediniz desem, merdivenden çıkarken yanımda olan parazitler düşerken bağırdım elinizde titreşime duyarlı bombalar mı vardı da bırakıp bi tutamadınız desem, kahve keyiflerinde, sigara molalarında beyninin ırzına geçecek başka bir genel verici mi buldunuz desem, hani ben giderken plaza kapısında kordon oluşturup döktüğünüz göz yaşları timsah gözyaşımıydı desem.. Desen de desem.. Ve ardından burda yazamayacağım, bir dolu küfürü etsem , etsem... Hırsımı alabilir miyim sanıyorsunuz.. Vefasızlık...
İnsan böyle böyle ıssızlaşıyormuş.. Issız adam mış.. Hah.. bir ıssız kadın filmi anlatırdım size ama gerek yok.. Hep derim yanmakla yangını kartpostaldan izlemek kadar olacak paylaşımımız.. Vah vah diyeceksiniz..Yada belki amaaan bu muydu dert ettiğin.. Zaten garip bir şekilde "en büyük dert benim derdim" diye bir sidik yarışına tutuşmuşuz top yekün. Yok vaz geçtim, benim derdim küçük küçücük hatta derdim bile yok. Bendeki hal "rahat batması" aslında.. Ama allahın belaları, hala inanamıyorum bu kadar teğet yaşadığımıza.
Gözden ırak gönülden de ırak oluyormuş demek.. Gönlünüze s... demek istedim birden.. O nasıl bir gönüldür.. Yada benim gönlümde mi var bır arıza niye kimse ıramıyor benden...
Şimdi yoksunuz artık öyle mi? çok da umurumdasınız inanın.. Hayata dair bu kadar bilinen tecrübeleri pahalıya edinen bir ahmak olduğum için kendime bu öfkem sadece... Kendimi sebil gibi sunduğum ilişkilere bakıyorum geri dönüp ..ve bana bıraktıklarınıza.. İşte bir püf nokta daha : İnsan bir ilişkide aldıklarım- verdiklerim diye hesaba oturduğunda aslında ortada üzerinde düşünülmesi gereken bir ilişki kalmıyormuş... Bunu da öğrendik.. (Sen sus, sakın gülme.. Dostluk üzerine bana söylediklerini hatırlıyorum.. Ve haklı olman sinirimi bozuyor.. O yüzden sakın gülme.)
Şimdi size bir caza bulmalı ama ne..?
düşündüm taşındım..Öfkeli anlarda alınana kararların sağlık olmadığına inanırım. aslında ama ertelemiyeceğim. Hepinize bitek şey söylemek stiyorum "yoksunuz.. s.... öldünüz." Haa bu kimin umurunda. Kimsenin tabii ki.. Çok da derdime.. Boşaltın ruhumu artık.. istila ettiğin her yeri boşaltın.. Boşaltın ki bana yer kalsın..
Bu yazıyı yazmama vesile olan bir yorum sahibidir.. Kendisine sonsuz teşekkür ederim.. Bana ey! ahmak sen de bir düşün şu dostluk sandığın şeyi dediği için...
Bu arad kusura bakmayın.. Hiç pazar neşesi kıvamında birşey olmadı bu yazı.. Ne diyelim nasip:)
19 Aralık 2008 Cuma
Metal eldivenli KADIN
Bir kahve içimi.
Ruhunu saracak bir şey aradı, düş yordamıyla.. Herşeyi alıp gitmişti.. Hiç değilse bir "belki birgün"ü bırakabilirdi.. Ama O ,kendine dair herşeyi alıp gitmişti.
..............
Ruhundaki morluklar, dudağının kenarındakilerden daha çok sızlıyordu.. Sızıyı düşündükçe daha çok.. daha çok.. Ya düşünmeyince, ya hiç olmamış sayınca, ya kendini bunların bir oyun olduğuna inandırınca.. Ekranı onun muhteşem yüzünün üzerine bir hain gülüş gibi kondurulmuş bir sonuç bildirgesi kaplıyordu:YOU LOST..
Saatlerce ,kapıdan gelecek bir anahtar çevrilişi beklemek, diğer tarafın çığlık atan" şey"leri ile yüzleşmek, sessizlikten patlayan kulak zarına kendi iniltisinden yamalar yapmak..
Geceye sarılıp yataktan kalktı.. Bu saatte aranacak tüm dostların "aradığınız aboneye şuan ulaşılamıyor" mesafesinde olması ne kadar da kötü diye geçirdi içinden.. Daha da kötüsü, asla aranamayacak olanların ,en çok ihtiyaç duyulanlar olmasıydı...
Yağmur yağmaya başlamıştı... Sokağa çıkıp yağmura sunmak istedi kendini. Mecali yoktu... pencerenin arkasından, titreyen bir sokak köpeğinin geçişini izledi. Hangisinin daha yalnız olduğuna dair tahmin yapmaktan korktu sonra...
Bir kahve yaptı kendine, orta şekerli bir türk kahvesi.. Ve onun için de bir 3ü1arada nescafe.. Aslında bu hazır karışımları hiç sevmezdi. Sadece Onun için almıştı.. Ve bu geceye kadar hiç eksilmemişti o paketler."Ama yağma yok bu akşam beraber içeceğiz."
Karşısında oturuyordu işte... Ne tuhaf yüzünü hala seçemiyordu.. Derin bir nefes aldı, çok önemli sözler öncesinde alınan cinsinden..
Son söylenmesi gerekeni en başta söylemek gibi bir huyu vardı hep.. Zamanlamayı öğrenememek gibi kusuru vardı. Aslında herşey , bütün yaşananlar bir zamanlama hatasıydı.Kelimeler onun rızasını beklemeden kayıp gitti dudaklarının arasından:
- Sana aşığım..
- Değilsin.
- Hissettiğim şeyi adlandıracak yaştayım..
-Değilsin..
-yaş mı?
-Hayır.. Aşk değil bu.
-Ya ne?
-Bilmiyorum.. Değil ve olmamalı..
-.......
-.......
- Birşey söyle..
-Kahve için sağol.. Şimdi gitmeliyim.
-Birşey söyle.. "belki birgün" en azından.
-..........
Ve gitti.
"Belki birgün"ü bile bırakmadan gitti..
Nescafe paketlerini saydı bir daha, ne acı hiç eksilmemişti...
18 Aralık 2008 Perşembe
Sihirli değnek...
Zayıfken insan büyülü şeylere mi ihtiyaç duyuyor yoksa..
Hala sihirli bir değnek istiyor muyum?
Bazen..
17 Aralık 2008 Çarşamba
Üç Silahşörlerim..
Masamızın yanından geçip ,cafenin en dipteki masalarından birine otuturlardı. İçlerinden biri ile(ki adının Gürkan olduğunu daha sonra öğrenecektim ) her defasında göz göze gelirdik. O gözlerin bana "merhaba" dediğini hissederdim. Ben de ona merhaba derdim. Ve bu selamlaşma sadece bir kaç saniye sürerdi.
Gel zaman git zaman, içimde üç silahşörleri tanımak, onları keşfetmek arzusu filizlendi.. Dartanyan olmak belki de.. Ne bileyim işte böyle birşeyler. Ama küçük bir sorunumuz vardı. Ben erkek değildim.. Onların, kurtlar vadisi tarzı haytlarında ben sohbet edilesi bile değildim. Onların kendilerinden şan belkeyen ülkü denen nazlı gelinlerinden başka dişi ile işleri olmazdı. Bu durum beni daha beter tahrik ediyordu..
Önce küçük merhabalar, sonra masaya bırakılan demli çaylar, arada bir sigara alabilir miyim, şu kitaba bakabilir miyim derken bir de baktım masalarına oturmayı başarmışım.
Üç silahşörler ...
Herbiri farklı coğrafyadan gelmiş, renkleri, giyim kuşamları, şiveleri birbirinden farklı üç güzel genç adamdı onlar.. Murat, Gürkan ve Mesut..
Murat, kapkara bir çocuktu..Kömür karası gözleri vardı. Sanırım hayatımda gördüğüm en parlak gözlerin sahibiydi.. Muhteşem bir sesi vardı. Bozlakları sevdiren de onun sesi olmuştu bana.
Gürkanla, aslen hemşehriydik. Çok güzel bir çocuktu.. Allah her kuluna yemyeşil gözler ve sürmelenmiş kirpikler konusunda bu kadar cömert davranmamıştır sanırım.. Mahzun bir yanı vardı hep, hep ağlayacak gibi bakardı.
Mesut, içlerinde en ciddi görünendi. Konyalıydı.. Sürekli takım elbiseyle gezmesi, İstanbulun fırlama kızlarınca "damat" lakabının takılmasına yol açmıştı.. Çok az konuşurdu .. Çok az ve hep alçak sesle..
Tertemiz çocuklardı..
İçlerinden en çok Gürkan'la sohbet ederdik.. Diğerleri utangançtı.. Ve ben, İstanbul şımarıklığımın zirvesindeydim.. Ama yine de samimiyetim ve etraftaki kızlara pek de benzemeyen tarzımla kabul görmüştüm..
Bu arada Onunla ilişkimizde garip karışıklıklar yaşıyordum.. Kimsenin onaylamadığı bu ilişkiyi konuşabildiğim tek kişi Gürkan'dı. Bir gün ağlayarak ona sorduğum soruyu hatırlıyorum.. "Allah ,her günahı affeder mi?" "Eder,inan bana eder.." ( Sahi eder mi?)
Onu terkettim..Birgün ansızın terkettim.. Korktum..Kaçtım..
Yeniden bir öğrenci gibi yaşamak istiyordum, yeniden akranlarımla 19-20 yaşımı yaşamak.. Bu arada üç şilahşörlerimle daha da yakınlaşmıştık.. Evlerine bile giriyordum..Hafta sonları gidip , kahvaltı hazırlıyordum onlara..Sonra , onları evden kovup, temizlik , bulaşık ,yemek faslına girişiyordum. Seviyordum bu çocukları...
O ara ne oldu bilmiyorum.. Murat'a karşı garip bir çekim hissetmeye başladım. Allahım, insanın bu kadar yakın olduğu birine aşık olması ne büyük bir kabus... Artık , gözlerine bakamamya başlamıştım, espri yapamamaya.. İşin ilginç olanı, o da aynı durumdaydı..
Bir gün Gürkan yanıma geldi ve pat diye " ya Onunla barışırsan " dedi.. O konunun kapandığına dair yemin ettim. Ama bana inanmamıştı.. Sonra bütün cesaretimi toplayıp Murat'a karşı hissettiklerimi anlattım.. Sustu.. Hiçbirşey demedi...
Günler geçip duruyordu.. Ortalıkta kimsenin birbirine itiraf edemediği ama herkesçe malum bir aşkı sessizce yaşıyorduk... Taa ki, büyük reis olaya dahil olana kadar.
Üç silahşörler benden uzaklaşmaya başlamıştı. Cafeye gelmiyorlardı.. Evlerine davet etmiyorlardı.. Bir el onları çekip almıştı benden. Gürkan'dan öğrendim.. Büyük reis " o kız" dan uzak durun diye buyurmuş.. Kendimi hakarete uğramış gibi hissettim. Bu herif beni ne sanıyor diye deli oluyordum.. Bir gün okul yolunda karşılaştık. Bütün cesaretimi toplayıp yanına gittim.
-Senin benimle derdin ne?
-Seninle bir derdim yok.
-Çocuklara benden uzak durmalarını söylemişsin.
-Doğru.
-Neden?
-Öyle olmalı da ondan.
-Yok yaaa.. Sen öyle emrettin diye mi.. Bana bak! Ben senin sandığın gibi orospu değilim.
-Kes sesini Salakça konuşma.
-Neden? Sorun bu... değil mi?
-Sorun bu değil.. Sorun işlediğin cinayetin farkında olmaman..
-Ne?
-Gel benimle...
Peşine takılıp yürüdüm.. Küçük köhne bir kahvenin önünde durduk..
-İçeri bak!
-Burdalar..
-Şimdi içeri gir ve selam ver.. Otur bir sigara iç .Sonra gel.. sana ne olduğunu anlatacağım.
İçeri girdim.. Hararetli bir sohbeti, bölen sitemli bir selam verdim:
-Vayyy kaçaklar.. Bulamam mı sandınız.. Hadi bi çay söyleyin de içeyim.
Çayımı içtim.. İzin isteyip kalktım.. Büyük reisleri kapının dışında beni bekliyordu.
-Anlat bakalım..
-Gözlerine baktın mı?
-Kimin?
-Gürkan ve Murat'ın.
-Yoo..
-Belli.. Zaten hiç bakmadın ki..
-.....
- Sana aşık.. İkisi de.. Ve ikisi de birbirinin hissettiklerini de farkında.. Aslında bunun farkında olmayan bir tek sensin.. Bu bir cinayet.. Sen o dostluğa kıymaya değer misin sence?
Sustum.. İçim da bir şeyin koptuğunu düşündüm.. Ve gariptir, düşündüğüm tek kişi Gürkan oldu.. Ona , Muratı anlattığım zamanları düşündüm.. Ona yaptığım işkenceyi..
..........
O , Cumartesi sabahı yeniden gittim yanlarına..Davetsiz olarak ilk gidişimdi. Murat uyanıktı..
Her zamanki gibi çayı demledim.. Kahvaltıyı hazırladım. Sevdikleri böreklerden de almıştım...
Neden yaptım bilmiyorum, Gürkan'ın aralık duran kapısından içeri baktım. Kirpikleri muhteşem görünüyordu..
Artık burda bir işim kalmamıştı.. Kapıda ayakkabılarımı giyerken Muratın sesini duydum:
-Gidiyorsun..
-Hıı Hı..
-Ona birşey söylememi istermisin.
-Yok.. Birbirinize iyi bakın.
Bu son görüşme oldu.. Bir daha okulda, cafede hiç karşılaşmadık.. Zaten O arada ben Onunla barıştım evlendim vs.
Oğlum bir kaç yaşındaydı.. Bir bahar sabahı kahvaltıdayız ailece.Birden ayağa kalktı.. "Kardeş nasılsın " diye kucakladı bir adamı.. "Gel ,eşimle tanış" dedi..
Murat....
Merhaba demek için elimi bile uzatamadım.. Oğluma sıkıca sarıldığımı hatırlıyorum sadece.
Gözleri her zamaki gibi parlaktı..
15 Aralık 2008 Pazartesi
Anneciii

Canım yanıyor..
Bir yanımda koca bir kesik hem de kör bıçakla.
Canım yanıyor,
Böylesini bilmezsin.
Canım yanıyor
Bir yanımda koca bir kesik hem de kör bıçakla.
14 Aralık 2008 Pazar
Biz iki hırçın Karadeniz dalgasıydık...

Ama biz sakin göllerin kuğusu değildik.Biz hırçın iki karadeniz dalgasıydık.
Sürekli bir çırpınış, bir dövüş haliydi bizimkisi. Ne zaman durulur gibi olsak ,kısa süreli bir sükunet olduğunu bilirdik ikimiz de. Hızlı alınan bir nefes, bir masum üfff bile yeterdi bizi bulandırmaya... Beraber kıyıları döverken bile birbirimizi döverdik en çok.. Hal böyle olunca aşkın en yorucu haliydi yaşadığımız.
Sakin aşklar vardır hani uysal aşıklar.. Hani huzurla birbirine sarılan dallar gibi, birbirini doyasıya okşayanlar.. Uzanıp gün batımında sessizce güneşin batışının seyrine dalanlar. Hani, okşanan saçlar vardır, koklanan, uzun uzun seyrine dalınan saçlar.. Aşk , saçla kurulan bir ilişki olsaydı bizimkisi yolarcasına olurdu , canını yakarcasına..
Biz iki hırçın karadeniz dalgasıydık.Daha kendimize bile huzur veremişken, ruhumuz kendi içimizde bile dinginliğini bulamamışken ve dahası bulamayacakken, aslında ne kadar talihsiz bir rastlaşmaydı bizimkisi..
Marazi bir durum gibi görünüyor değil mi? Evet.. Normal biriyseniz.. Ve huzursa tercihiniz her aklı başında insan gibi, bu dövüşür gibi sevişmeleri anlamanız üzgünüm imkansız.. Yorucu ve anlamsız gelecektir size.. Ama dedim ya biz hırçın iki karadeniz dalgasıydık ve tek bildiğimiz bu bitmek bilmeyen bu çırpınışlardı.. Durulmak isterdik bazen, ama bilmezdik durulmanın yolunu.. Durulmanın yolunu bulamamak bile yeterdi çırpınmaya.
Şöyle bir ağız tadıyla birbirimizin gözüne bakamadıysak bundandır..
Bundandır, şiirler okuyamayışımız bitmesini istemediğimiz gecelerde.
Biz, sevişmeleri bile dövüşür gibi yaşayanlardık.. Sanki bu defa sonmuşçasına, hırsını alırcasına, kanarcasına , kan ter içinde kalırcasına yığılırdık yatağa.. Sakin okşayışlar kandırmazdı bizi..
Uğrunda yorulmadığımız hiç birşey keyif vermezdi bize.. Kolay fetihlerin fatihleri olamazdık. Kim bize geldiyse kaçmalarımız, kim kaçtıysa ölümüne kovalayışlarımız bundandı.
Teslim olmayı sevmezdik.. Bir avuç su değildik ki avuçlara sığalım. Biz iki hırçın karadeniz dalgasıydık ve teslim olanı dalgamızda yok edip teslim alınacak zerrelere yönelecek kadar da istilacıydık. Birbirimize tesilm olmayışımız yada aslında olamayışımız da bundandı..
Biz iki hırçın karadeniz dalgasıydık, köpüren , köpürdükçe birbirine karışan.. Birbirine karıştıkça yoran, yordukça daha da arzulanan.
An'ı kaçırmakla, hayatı ıskalamakla suçlanırdık hep.. Ama bizi biz yapan buydu.. Buydu "an"dan , "hayat"tan anladığımız.. Bizim en vahşi ,en insan, en biz olduğumuz yanımızdı bu hırçınlık... Bunu kimseye anlatamadık.. Aslında anlatabilmek gibi bir kaygımız da olmadı pek."İşinize gelirse" makamındaki şarkıların bestekarıydık.
Şiir nasıl da usul usul diyor ;Sakin göllerin kuğusuyduk, Olmasaydı sonumuz böyle diye..
Ama biz iki hırçın karadeniz dalgasıydık, başka bir sonumuz olamazdı ki...
Gidiyorum ama.....
Orda ,tam orda , tam o noktada durdular.. yol boyunca tek kelime konuşmamışlardı.. Sanki korunması gereken kutsal bir sessizlik vardı.. Kadın yorgundu. Adamsa.. Adamın bulunduğu hal meçhuldu..
-Şimdi mi ? diye sordu adam.
-Evet şimdi.. Tam şimdi.. Şu anda..
-Tam da... Ama neden şimdi..
-Zaten aylardır istediğin de bu değil miydi?
-Evet ..Ama...
-Ama.. Ama diye başlayan cümlelerini ezbere biliyorum.. Her birini inkar etmeye çalıştığım "ama"larını biliyorum.. İşin kötüsü haklıydın biliyor musun..
-Haklı mıydım? ama...
-Bak işte yine bir "ama" cümlesi.. Eminim bu defa da haklı olacaksın..
-Yok bu öylesi değil..
-Sen değil miydin.Bu siyah artık gözlerimi yoruyor.. sana beyaz daha çok yakışacak diyen. Sen değil miydin,bu siyahı giymemen gerek diyen..Sen değil miydin, senin gibi biri beyaz giymeli siyah değil diyen.
Adam sustu.. Haklıydı kadın.. Bu cümlelerin hepsi O'nundu. Pişman mıydı? Meçhul...
-Ve ben artık, o giymem gerektiğini söylediğin beyazları giyiyorum.
-Bunu istiyor musun gerçekten?
- Ne önemi var.. Senin hoşuna gidecek, daha az rahatsız olacaksın benden..
-Buna katlanacaksın yani, öyle mi? Sırf benim için.
- Bütün bunların ne önemi var..
-Ama o şiir...
-"Bir sen yeteceksin cehennemde yanmaya"
-Neden şimdi...
-Çünkü artık masalımın ucunun bağlı olduğu gerçeği görüyorum.. Ve senin bunu...
-Ve benim bunu.... ne?
-Boşver..
Kadın siyahlardan ,beyazlara bürünür bir anda...
-Artık siyahlar olmayacak mı? diye sorar adam..
Kadın, beyazlarının altına gizlenmiş siyahlarını gösterir...
-Onlar hep burda.. Sadece artık sen görmeyeceksin ...
-Ama yol çok uzun.. Yaklaştıkça sıcaklık artacak.. O zaman belki de soyunacaksın..
-Sıcağa ne kadar dayanabileceğimi tahmin bile edemezsin.
-İyi de neden şimdi?
-Çünkü şimdi hazırım...
Derin bir nefes alır kadın.. Çatallaşan yola bakar..
-Burdan sonra iki ayrı yolumuz olacak..
-Evet... Ama...
-Hala "ama" diyorsun... Hadi şimdi önce sen..
-Peki bir gün...
-Bir gün siyahlarımı istediğinde bunu gerçekten istediğinde, siyahlarım ve ben seni duyacağız inan.
-O gün.. Yani eğer olursa... gelecek misin...
-Eğer gerçekten istemişsen, gelmemek mümkün olmayacak biliyorsun değil mi..
-.....
-Kendine iyi bak...
-.....
Ve devam ederler yürümeye .her biri kendi yolunda..
Kadın şiirini okumaktadır geceye :
-Bir sen yeteceksin cehennemde yanmaya"
Adam....
Meçhul...
Ve bir mavi yıldız düşer o anda.. şehir maviye boyanır...
12 Aralık 2008 Cuma
az daha unutuyordummmmm
Şimdi arkadaşlar, blogta her nekadar isimler farklı görünse de arkadaşımın mail boxına düşen mesajın göndereninin adresi bire bir benimki ile aynı.. İşten eve geldiğimde aldım bu kutlu mutlu ulusal haberi..Şaşırdımmmmm....
Eve gelip gmailimi açayım dedim, aaa o da ne gmail adresim kullanılıyor görünüyor... Ne hoşşş...Yani ,şu yazdığım kendime mail yollama hikayem gerçek olabilir her an..
Belli ki bu arkadaş teknolojiyi kullanmayı biliyor.. Yani benim kadar teknoloji özürlüsü değil.. Zira ben bu konuda yapılabilecek bir sürü hadiseye hala mucize muamelesi yapıyorum..
enteresan olanı, esrik öfke ile henüz tay tay durma düzeyinde bir dostluğumuz varken, zat-ı muhteremin onikiden vurarak benim adresi seçmesiydi..Allahtan tahriklere kapılmayacak kadar kocaman insanlardık, hatta olayın geyiğini bile yaptık..
Farkında mısın sana ne kadar değer atfettim :)
Bak arkadaşım!
Ben derim ki mevcut zeka ve enerjini daha verimli şekillerde değerlendirsen vatana ve millete hayırlı bir evlat olsan biz de seninle gurur duysak iyi olurdu..
Ama diyorsan ki tarzım bu; yani pislik yaparak bile olsa gündeme gelirim o zaman sana en kalbi sevgilerimi ve dahi saygılarımı sunuyor, gözlerinden öpüyorum..
İmza: Öz hakiki Noname...
11 Aralık 2008 Perşembe
BEN diye biri...

9 Aralık 2008 Salı
Kaybedenler kraliçesi
Burda çalışmaya başladığımın ilk günüydü.Masalar yavaş yavaş boşalmaya başlamıştı. Kazananlar yüzlerinde aç gözlü bir gülümseme, kaybedenlerse "yarın mutlaka" diye söylenerek yavaş yavaş kumarhaneyi terketmekteydiler. Mekancı saate baktı, nereseyse dörde geliyordu. "Birazdan gelir" dedi kendi kendine.
-Kim?
-Kaybedenlerin kraliçesi.
-Kaybededenlerin kraliçesi mi?
-Gelince görürsün..
Bir kaç dakika sonra kapı açıldı. Şimdiye kadar gördüğüm en yorgun yüzün sahibiydi gelen. Kadın olduğunu masaya yaklaştığında ancak farkedebilmiştim.Hoyratça kırpılmış saçları ve çelimsiz bir oğlan çocuğunu andıran vücuduyla, ayaklarını sürüyerek masaya ulaştı."Erkelere mahsus" bu mekanda gördüğüm tek kadındı.
-Ama,, Bu bir kadın..
-Şşşşttt.. Sakın müdahale etme..
İçeri girdiği andan itibaren bütün gözler ona mıhlanmış gibiydi. Zar, pul, kağıt ve diğer tüm sesler donmuştu. Masaya oturmasıyla beraber meraklı bakışların sahipleri, bir büyünün esrarına çekilenlerler gibi halka oluşturdu çevresinde.
Gözlerimi yüzünden alamıyordun. Aynı anda bu kadar tezat ifadeleri yüzünde birleştirmeyi nasıl başarabilmişti. Çocuk değildi, kadından eksik, erkekten fazla, öfkeli ama bir okadar merhametli, çaresiz ama bir o kadar muktedir.
Ürperti.. Evet, tek hissettiğim buydu.. Biraz sonra Tanrılar için kurban töreni başlayacak gibiydi.. Neden böyle düşündüğümü bilmiyorum ...
Siyah pelerininin çebinden, kadife bir örtü çıkarıp masaya fırlattı.. Örtü açıldı.. Bir zarın açılmış görüntüsü... 1'den 6' ya kadar sayılar.. Neredeyse parçalanmak üzere olan bu garip örtüye hiç bir anlam verememiştim.
Bir sigara yaktı ..Elleri siyah eldivenin içinde o kadar küçüktü ki.. O an o elleri görebilmek için bir haftalık yevmiyemi feda edebileceğimi düşündüm..
Mekancı güçlükle duyabileceğim şekilde fısıldadı:
-Sadece 3 oyun.Tek başına.. Ve yine kaybedecek...
Ceplerinden beş kırmızı kese çıkardı. Ve her birini özenle yerleştirdi.
1-5-2-3-6 .. Sadece 4 ü boş bıraktı.
Avuçlarının içinde birden beliriveren zara baktı.. Tek bir zar.. Bu nasıl bir oyundu.. Kime karşı oynanıyordu.. 5 sayıya kese bırakılmıış, biri boş.. Hiçbir şey anlamıyordum.
Mekancı ile göz göze geldiler.Sigarasından derin bir nefes çekti.. Zarı kadife örtünün üzerine fırlattı. 2....
sessiz kalabalıktan " Ooooooo" sesi yükseldi.
Mekancı örtünün üzerindekileri toparladı..
Tekrar beş kese... 2-6-1-4-3. Bu defa 5 boşta.. Zar tekrar atıldı.. 4...
Örtüdekiler toplandı.. Ve 3. oyun.. Keseler 5-4-2-6-1 e yerleşti.. 3 boşta .. Zar atıldı..6..
Her defasında sessiz kalabalık mucizenin gerçekleşmesine hayret edercesine " Ooooo" diyordu..
Mekancı örtüdekiler topladı.. Yüzünde sevinç yada üzüntü belirtisi bir ifade aradım. Yoktu.. Ve içeri girdiği gibi ayaklarını sürükleyerek çıkıp gitti.
Bu oyun günlerce sürdü.. Günlerce geldi ve her defasında cebindeki beşerden toplam onbeş keseyi bıraktı ve gitti.
Kimdi ,ne yapmaya çalışıyodu bunları öğrenmek arzusu ile çıldırıyordum..
O gace de sabaha karşı geldi ve kaybetti.. Peşi sıra çıktım .. Olanca sessizliğimle onu takip ediyordum.. Bu esrarı çözmekle memur edilmiş gibi hissediyordum kendimi.. 4 katlı köhne apratmanın kapısından içeri süzüldü, ben de peşinden.. Işıkları bile yakmadan ilerliyordu.. Merdivenleri karanlıkta çıkabilme ustalığını edinmişti.. 3.katta bir daire kapısı, sessizce açıldı.. Kapıyı arkasından açık bırakması garipti..Öylece kaldım.. Kanımı donduran bir ses ile adeta emretti:
-Gir..
Yakalanmış bir hırsız gibi huzursuz olmuştum..
-Farkettin demek. diyebildim
-Biliyordum.
-Kimsin sen?
-... Merak ettiğin bu mu?
-Bu ve bir de...
-Kimim ben.. Hiç kimse.. yada herkes.. Bilmem.. Farkeder mi..
-Peki şu oynadığın oyun..
Gözlerinde korkunç bir öfke ile döndü..
-Oyun mu.. Ben oyun oynamam.. Hem de hiç.. Kumar...
-Kime karşı?
-Kendime..
-5 sayı dolu sadece biri boş.. Neden hepsine oynamıyorsun.
Alaycı bir ifade ile, isteksizce cavapladı..
-Kaybetme ihtimalini sıfırlarsan kumar olmaz ki..
-Madem şansına bu kadar güveniyorsun , o halde neden tek sayıya oynamıyorsun?
-O zaman da zarın itaatini neye imtihan edeceğim.
-Peki ya keselerin içindekiler.. Onlar ne?
- Anlar.. Anılar.. Dün.. Bugün.. Gelecek..
-Peki bu kadar kaybetmekten korkmuyor musun..
Hiç birşey anlayamamama hayret bile etmeden baktı yüzüme..
-Korkmak mı.. Kaybetmekten mi.. Kaybetmekten korkan bir kumarbaz gördün mü sen...
Bu gece boyunca son konuştuğumuz cümle oldu..
Birden bütün ışıklar söndü.. Alkolün mü yoksa başka birşeyin mi etkisiyle bilinmez kendimden geçmişim. Belli belirsiz hatırladığım tek şey yatakta dönüştüğü şeyin şimdiye kadar görmediğim ve hissetmediğim bir şey olduğuydu..Bilmediğim bir tad, garip bir ürperti.. Bu sevişmek değildi.. Sevişmek böyle birşey değildi.. Bunun adı neydi.. Bütün bunların anlamı neydi? Kimdi? Yoksa aklım bana garip oyunlarından birini mi oynuyordu.. Bu hal kaç saat yada gün sürdü bilmiyorum. Kendime geldiğimde, devasa bir yatağın içindeydim.. Siyah pelerini ile gitmek üzere hazırlanmıştı.. Yataktan doğrulup ardından seslendim:
-Nereye?
Döndü .. Yüzünü son görüşümdü...
-Kaybetmeye...
Bir daha mekana gelmedi.. Bir daha o köhne apartman dairesine de gelmedi..
O gece rüyamıydı ,gerçek mi asla bilinmedi.
5 Aralık 2008 Cuma
Renklerime siyah damladı yine...
Bu kadar umursayacağını bilmiyordum inan.
Giderken senden çaldığım renklerle boyuyorum düşleri
Gökkuşaklarına uyanıyorum hersabah
İçimde kıpır kıpır bir hüzün
Baykuş seslerini duymuyorum geceleri
Bölünmüyor artık uykularım,
Seni başka kollarda bulduğum kabuslarla.
Gördüğüm her maviye gözlerin mi acaba diye irkilmeden
Hüngür hüngür gülüyorum hatta bazı şarkılarda..
Evet gitti-m
Artık , kaçarcasına yaklaşıyorum hayata
Yelkenlerimi yakıyorum yeni aşklara
Her sevişmede hayalini kurmuyorum artık,
Yere düşürdüğün kelimelerde bana dair birşeyler aramıyorum,
Batmıyor ruhuma dikenleri kahkahalarının
Acıtmıyor canımı yeni sevdalarla sarsılıyor olman
İnan ki senden çok sevdalanıyorum sevdalarına
Birgün bir sokakata rastlaşabilme umudumu, mendilimin arasında saklamıyorum.
Ben gitti-m ya hani,
İmkansızlığın yeni tanımlarını yazmıyorum sözlüklere,
Ve şükrediyorum Tanrıya en dilden söylenmiş sözlerle
Kaçıyorum, ve kaçtıkça bir adım daha uzaklaşıyorum sana,
Hayalime sarılmak mı?
Tuhaf ! onu bile istemiyorum
Biliyorum duyunca çok üzüleceksin Sevgili
Ama inan, hala seni sevmiyorum..
4 Aralık 2008 Perşembe
Zeynep'in bayramlıkları....
3 Aralık 2008 Çarşamba
modüler aritmetik ve benim mutluluk modum...
Neyse, yazılarımı gözden geçirdim..Ardından kendimi..
Ne kadar renksiz resimsiz biri olup çıktığıma hayret ettim. Ardından faili buldum :Bu şehir..
Evet,evet kesinlikle suçlu bu şehirdi. Ben eskiden böyle biri değildim..Yani böyle sıkıcı, bir sürü dip notla konuşan biri değildim ben yahu.. (Sen hiç gülme sakın.. Evet yine suçu başkalarına yıkmayı başardım.. Kendime kıyamıyorum çünkü.)
Bu şehre gelmeden önce, böyle kaygılarım yoktu. Yani gerçekliklerin aynı idi ama ben bunları tasa etmezdim. İstanbul'da " ne derler dini" bu kadar yoğun yaşanamıyordu. Orda iki sokak arkada, bambaşka biri olarak yaşayabilirsiniz.. Allahım ne büyüyk devlet.. Ama şimdi... Avucumun içine sığabilen bu güzel şehir öyle değil.. Burda filanın eşi, falancaların gelini olmak gibi kavramlar var.. Tamlamaların tamlanan kısmı olmaktan nefret ediyorum. Ama onlar çok kalabalık.. Bütün bunlara, kadın olmak dezavantajlarını ekleyince.. Ne derler oturup kalıyor üzerinize..
Hanım hanımcık olmak, ağır başlı davranmak gerekiyor.. Sonra ne derler?
Halbuki ruhumdaki fırlamalığı saklamak ne kadar zor.. Allahım ne kadar kara, kara kapkara şeyler yazmışım..
Tamam aşık mıyım.. Şşşşt.. ne derler.Evet.. Ve tek kişilik mi bu durum.. Eeee. evet.. İyi de bu başıma ilk defa gelmiyorki .. Daha beterlerini gördüm ben.. En azından, farkında değil..Yada farkında olsa da bu durumda karşıma geçip,dalga geçmiyor.. Neler gördük..Ne modeller var..
Kızdım kendime,bu ergen bunalımındaki genç kız tavırları da ne oluyordu ki... Sanki ortada büyük bir mesele var..
Yaa, ilginç olanı yazdıklarımı tanıyan biri okusa.. Saçmalama bunlar senin olamaz der.. Yani size olduğum mekanı söylesem, geldiğinizde beni bulmanız an meselesi olurdu.. Kahkahanın en bol olduğu masanın,sürekli konuşan, minik insanını buldunuzsa o benim işte..
Off.. Daralmışım.. Şöyle renkli resimli bir moda geçmek istiyorum biraz..
Sevgili okuyucularım (beni de gören milyonlarca okurum var sanır olsun)
Artık bunalım elbisemi çıkarıp, çiçekli elbiselerimi giymek istiyorum biraz.. Zaten yazdığım aşk nağmelerini benden başka dinleyen yok..
O yüzden artık biraz mola diyorum kendime..
Biliyorum bu ani duygu durum değişikliği biraz garip gelecek size.. Ne yapmaya çalışıyor bu diyeceksiniz.. İnanın, herhangi bir amacım yoktur.. Bu ani değişimse benim hala çözemediğim bir durumdur.. Ben bu durumla yaşamaya alıştım..
Haa, şimdi bunları yazdım ya., yarın sabah yine triplerde uyanabilirim..
O vakte kadar kendime ve size biraz huzur vereyim istiyorum..
ikinci bir emre kadar, hıçkırık, göz yaşı, depresif haller yok...
"Gittin-bittim" ler de tabii..
Karanlık şarkılar da yok...
Şimdiiii,
Beyaz bir sayfa açacağım kendime ve herşeyin beyazını görmeye çalışacağım...
Aklınıza gelen herşeyin..
Sizi seviyorum...
Ama kendimi... En çok kendimi seviyorum..
şimdi bunu okuyup yorum olarak "bana ne" yazanlar bile olabilir.. Ne diyeyim ki.. Haklısın..sana ne ki bütün bunlardan...