31 Aralık 2008 Çarşamba

2009
HİÇ BİR ANINI ISKALAMADIĞINIZ BİR YIL OLUR DİLERİM..
** ne olur kimse seneye görüşürüz esprisini yapmasın.. deli oluyorum.

30 Aralık 2008 Salı

Koyu lacivert gölgeli adam

Koyu lacivert gölgesini sürüklüyordu adam..
Ağrılı adımlarla..
Adam, gölgesi
Ve karda üşüyen yalnız ayak izleri..
Yıllardır kullanılmamış bir "allaha ısmarladık"
Ve hiç duraksanmadan çıkılmış bir kapı eşiği
Ve adamın, bin yıllık,
Binlerce yıllık kimsesizliği...

Dün sabah uyandığımda pencereden bakınca gördüğüm ilk adamın bana söylettikleridir...

29 Aralık 2008 Pazartesi

Allahtan LÂL oldum dedim, bir de olmasam ne olacaktı.

Tam sustum diyorum.. Tam artık Ona dair bi şey yazmayacağım diyorum.. Gelen mime bak allahım yaa.. Zevkle aldım kabul ettim sevgili Gay-Yor..
Hımm bi düşünelim "ben kime aşık olurum ?"
Zor soru..Esrikin dediği gibi adı birilerinde saklı bir noname isen, bir de üstelik morosophe diyorsan kendine takdir edeceğiniz üzere pek makul mantıklı bir aşk söz konusu bile olamaz.. Zaten "aşk"ın mantıklı olması da gerekmiyor değil mi? Adı üzerinde AŞK.. yani ilişkiden bahsetmiyoruz.. Beğenme, hoşlanma, çıkma (ki bu ifadeden nefret ederim, anlamsızdır) gibi şeyler de değil konumuz.. Konumuz aşk.. Zaten diğerleri yani ilişki dediğimiz hadise ben de "ilişmek" boyutunda kalmış, doğal yaşam sürecini bile tamamlayamamıştır.. Hatta bir çoğu ölü doğmuştur.Ama Aşk, alabildiğine özgür, sınırsız, hadsiz hudutsuz ve en imkansız haliyle yaşanmıştır bu delide.. Ve asla iflah olmayacak bir ruh söz konusudur bu bağlamda.. (bu bağlamda ifadesini de sevmem:) )

Aşk...
Kime aşık olurum? Dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin herkese aşık olabilirim.
Elele tutuşunca dünya çevresinde kuşak oluşturacak kadar olmasa da resimlerinden kolaj oluşturabilecek kadar aşık olmuşumdur sanırım..
Kolaj.. Evet, tam da aradığım kelime.. Uzun ,kısa, zayıf ,şişman (yok şişman yok sanırım), esmer ,sarışın çeşitli renk ve boyutlarda adamlar.. Keşke sabit bir şablonum olsa ve karşıma çıkana şöyle bir tutup, yok uymadı yada tam oturdu ,işte bu diyebilsem..
Bütün bu adamların ortak noktası....
obeb ( bütün aşık olduklarım ) = Zeka
Evet sanırım en büyük ortak bölenleri hepsinin çok zeki oluşu.. Sanırım en büyük zaafım bu.Zeka.. Beni büyüleyecek kadar zeki olmalı adam.. Beynimi tokatlamalı tabir-i caizse.. Aklımı kurcalamalı.. Kolay çözülmemeli hatta çözülmemeli.. Biliyorum saçma ve hastalıklı bir istek bu belki ama bu da benim tercihim öyle değil mi.
Ve bir de kelimeler.. Kelimelerle sevişmeli.. Dans etmeli.. Kelimeleri büyülü olmalı.. Beni gerçekliklerden çıkarıp, başka bir dünyaya sürüklemeli.. orda kendimi kaybetmeliyim.. Sonra kendimi bulmalımi kaybettiğim parçalarımla beraber, tamamlanmalıyım..

Tabii bütün bunların dışında imkansız olmalı... Evet imkansız... Yani bütün ihtimal hesaplarının sonucu sıfır olmalı.. "Asla" olmalı.. Yanına yaklaştırmamalı hatta uzaklaştırmak için her yolu denemeli, yada kayıtsız kalmalı.. Kulaklarını tıkamalı, duymamalı.. Bilmem, belki de ben aşkın bu kovalayanı olma halini seviyorum.. "Tamam canım, peki aşkım" kelime gruplarını sevmiyorum pek..O çekimi muhafaza edebilmeli her an. Çok zor ama bunu yapabilenler var inanın.Yok, kaçan balık büyük olur meselesi değil bu.. Balık kaçmazken bile, avuçlarındayken bile , onun aslında avuçlarında olmadığını bilmek hali bu. Ben aşkın bu yorucu didişme halini seviyorum. O halde neden yoruldum ,pes ettim, gidiyorum değil mi? Boşver o öyle değil işte.. O sadece, bas bas "sana aşığım" dediğin kapının arkasında onunda kendi aşkı için acı çektiğini görme ve artık rahatsız etmeme kararı alma halidir.
Fiziki özelliklere gelince... Sanırım bir tek göz takıntım var.. Rengi şekli değil ama.. Bakış takıntım var.. Bu o bakışla mı alakalı, benim o bakışa rastladığım hal ile mi bilmesem de, bakınca arkasındaki uçuruma yuvarlanacağım bir bakış işte.. Yada onun gibi birşey..
İşte böyle,,
Noname kime aşık olur.. Noname'in aşık olması için olunanın hiç bir dahli olmasına gerek yoktur.. Onun adım atmasına, bakmasına, bişey söylemesine.. Hiç birşeye ihtiyacı yoktur.. Noname bazen yaratılırken "sen aşık ol" diye vazifelendirildiğini bile düşünür.. Ve bu vazifesini layıkıyla yerine getirdiğini bilir. İlla somut bir karakterde görmek mi istiyorsunuz Noname kime aşık olur?.. Şu kadar söyleyebilirim.. Liseye başlarken tanıştık Raskolnikov'la.. Sanırım üniversiteye kadar Onu aradım karşıma her çıkanda.. Neden demeyin? Ne bileyim ben?
Peki şimdi aşık mıyım..
Elbette herzamanki gibi...Ben Aşık olma halime aşığım belki de...

yiğit sevdiğinden soğurmuş sarılmayı sarılmayı.. Artık burdayım..

http://sessizsedasizbiri.blogspot.com/

kumdan kuleler..


Kavuran güneşin altında burnunun ucundan damlayan terleri elinin tersiyle sildi çocuk.
Akranları denizin tadını çıkarırken ,O saatlerdir kumların üzerinde kuleler yapıp durmuştu..
Kumdan kuleler..
Başını kaldırıp, denizin içinde neşe içinde eğlenen kıza baktı. Gülümsüyordu kız.. Kızın gülümseyişine, kızın farketmediği bir gülümseme ile cevap verdi.. Yeryüzünde daha güzel bir kız olmadığı muhakkaktı Onun için. "Kumdan kulelerimin prensesi" diye geçirdi içinden.. Dudaklarında bir çocuk tebessümü..

Kumdan kuleler..
Etrafını surlarla çevrelediği kullerin içinde kimsenin Onu incitmesine izin vermeyen bir şövalye olacaktı . Onu koruyacaktı, korktuğu herşeyden.. Yüzündeki tebessümleri gölgeleyecek bir tek bultuta bile geçit vermeyecekti Onun için kurduğu bu şehrin üzerinden..
-Heyy ! yaaa hadiii .. Gelsene ...
Uzaktan ona sesleniyordu kız.. Belli ki, diğer kızların erkek arkadaşlarıyla deniz içindeki şakalaşmalarına imrenmişti.. Yalnız kalmak istemiyordu artık.. Hem onun sevgilisi diğerlerininkinden çok daha yakışıklıydı.. "Bu benim" demek istiyordu belki de.. " Bu hepinizin iç çekerek baktığı adam benim, Ona dokunabilen bir tek benim.. O benim.. O benim..."

Öylesine farklı iki yaradılışın bu uyumu yakalayabilmesi imkansızdı.. Uyum.. Ahenk.. Var mıydı gerçekten ?

Genç kız, seviyordu çocuğu.. "Seni çok seviyorum" diyordu hep.. Her yerde söylüyordu üstelik.. Sarılıp , dudaklarına bırakıyordu kendini ulu orta.. Kimi hafiflik diyordu, kimi cesaret.. Çocuğun umurunda değildi."Seviyorum seni" diyordu ya.. Gerisi önemsiz..Kız "gelsene" diye çağırıyordu denizin ortasından, şımarık çocuklar gibi.. Çocuk, kumdan kulelerin bir yenisini daha inşaa ediyordu Onun için, Ondan habersiz..

Çocuk ,seviyordu kızı.. Sedece seviyordu.. Kendi halinde reklamsız, slogansız bir sevişti onunkisi.. Utanıyordu ,kız Onu öptükçe ortalık yerde.. Kalbi yüreğinin ağzına geliyordu, yanakları kızarıyordu ama "yapma böyle şeyler" diyemiyordu bir türlü.. Çocuk ,kızı seviyordu.. Güneşin altında burnundan akan teri elinin tersiyle silip, kumdan kuleler yapacak kadar..

Kumdan kuleler...
İrili ufaklı onlarca küçük kulenin çevrelediği muhteşem bir kale yapmıştı çocuk.İçine prensesini oturtmuştu sonra.. Güneşi istediği yönden doğdurmuş, en sevdiği çiçekleri serpmişti dört yana.. Çocuk , kelenin penceresinden yüzünü görüyordu prensesinin.. Ay tanrıçası, güneş tanrıçası..Yok yok hiç biri değildi.. Hiç biri onun kadar güzel değildi ki.. yüzünde aynı çocuk tebessümle, hayalini kuruyordu prensesi ile yaşadığı bir sonsuz masalın..

Kumdan kuleler....
Kız daha fazla dayanamadı.. Hırsla çıktı denizden.
-Yaa bi saattir seni çağırıyorum niye gelmiyorsun.. Sinir oldum, sıkıldım .. Ne bu sabahtan beri çocuk musun sen..
-...........

Kızın hoyrat ayakları kulelerin ortasına dalar.. Kuleler yerle bir..Hayaller yerle bir... Masallar yerle bir.. Çocuk... Yerle bir bile değil..
Gözlerini bir çocuk gibi açarak bakar kıza, çocuk.. Erkeklerin ağlamaması gerekir diye öğretilmiş. bu kocaman göz açmalarının ardındaki yaşlarla kıza bakar..

-Sen ne yaptın..
-Çocuk musun yaaa...Hadi gel işte ..Millet benimle dalga geçiyor..
-Sen ne yaptın...
-Geliyor musun? Gelmiyor musun?
-Defol...
-Ne dedin sen..
-Defol...
-Kulelerini yıktım diye mi.. İnananmıyorum sana.. Şu aptal kuleler için mi bu tavır..
-Defol..
- Sen cidden çocukmuşsun..
-Defol..

Kız boynundan, çocuğun kendisi için yaptığı kolyeyi çekip,kopartır çocuğun önüne fırlatır.
"Bitti " der.. Bitiriş kararını verenin kendi olduğunu zannederek.. Çocuk başını kaldırmaz bile.. Bir küçücük ayağın, yokettiği kocaman dünyasına bakar öylece..

Kız arkasını dönüp gider,arkadaşlarının yanına, hiç bir şey yokmuş gibi devam eder kahkahalar denizin ortasından..

Çocuk bir avuç kum alır , kumden kulelerine ait küçücük bir avuç kum sadece..

Avcunun içinde sıkar sıkar.. Birgün yapacağı yeni kulelerin ilk harcı olacak bir avuç kumla birkez daha hayallerine hoşçakal der..

26 Aralık 2008 Cuma

Selam,

Dün bir veda yazısı yazmıştım.. Veda da denmez ta bir yazı işte.. İşten eve döndüm, hayatımın gerçeklerine dair işlerimi tamamlayıp düşünmeye başladım,Tabii orta şekerli bir Türk kahvesi refakatinde..

Bana "kelimeleri ve unuttuğum birçok şeyi hatırlattı" demiştim. Gördüm ki artık kelimeler bana onu hatırlatmaya başlamış. Gördüm ki, ne zaman bir yazıya otursam hep Ona dair birşeyler, Onun için birşeyler, Onun bendeki yankısına dair birşeylere savruluyor kelimeler..

Hayatta kalmak için katlanmak zorunda olduğum "-mış gibiler" im hariç , -mış gibi yapmadım hiç.. Şimdi yazarsam, yaz-mış gibi yapacağım bunu biliyorum. En azından bir süre. Sanırım bir süre kelimelerden uzak durmalıyım.. En azından kendi kelimelerimden. Bu blogun, başlangıcında tek gayesi vardı.. Şimdi bunları tekrar tekrar yazıp uzatmanın alemi yok. Bu bloga artık yazmayacağım.. Bu Ona ait bir blogdu ve artık yazılabilecek herşey yazıldı.

Ama yazacagım. Buraya değil belki ama mutlaka yazacağım. Blogu kapatmıyorum.. Yazılarınızı okuyup yorum yazacağım yine.. Yine karşılaşacağız, mrak etmeyin.



şimdii, gider ayak size bir mim değil bir oyun bırakıyorum..

Oynamayı çok sevdiğim bir oyun..

Bir kaç cümle yazacağım, devamını sizin yazmanızı istiyorum..



Devam yazmamı istediklerime gelince ;

Naif yanına asıldığım Esrik,
Usul öpüşlerinin anılarını uzun uzadıya içime kazıyan Tresaurus
Kelimelerimi anlayan Lilium,
Hain evlat ökkeş Yalnızlık Okulu
Güne zongünlerde mutlaka Esavir'i ile başladığım Kutup Zencisi
ve
Nefreti eksik olsa da gücünden asla şüphe etmediğim Magnum Opus..

Kırmazlarsa sevinirim.

Gelelim devamını yazacağınız cümlelere :
"Artık gitme zamanının geldiğini düşündü kadın.. Gitmeden önce bir mektup yazmak istedi geride bıraktığına.. Ve başladı yazmaya : Artık gitmeliyim.. Gitmeliyim Çünkü ............. ............................ ............................ ............................ ......................................................."

Evet, arkadaşlarım.. Bir veda mektubu yazacağız.. Minimum 5 cümle olacak..

Bu arada aklıma geldi, Yalnızlık okulunun bir şiirine yazdığım bir yorum vardı. Giderken "gidiyorum" demek "ne olur gitme" cümlesinin en muhteşem dilenciliğidir diye.. Yazım böyle algılanmaya lütfen.

Tekrar görüşene kadar..
Adios..

PES ETTİM....



"Ve sen" demiştim.
"Sen olmayacaksan" demiştim..
Bir de beylik bir laf edip üstüne
"OLMA" demiştim..
...

Sen sana yazdığım masala hiç gelmedin.. Bir defa bile hem de.. Kapısının önünden bile geçmedin.. Ben yazdım.. Oynadım.. Komiktir, zaman zaman gerçekliğine bile inandım kendi masalımın. Sahte sevinçler buldum, yaşıma yakışmayan çocuk umutlarımda..

Yazmıyorum, yaşıyorum dedim. Bilmem, belki de inanmadın..

Ama bitti-m.. Yoruldum artık..

Senin için yazmak istemiyorum artık... Saklamaya çalışsam da canımı yakıyor kayıtsızlığın.. Yok sayışın..

TABU oynar gibiyiz.. Yasak kelimelerimiz var.. Bak yine aynı şeyi yapıp seni de dahil ettim. Bizim değil, benim yasak kelimelerim var.. Sana asla söylenmeyen, söylenemeyen, söylenemeyecek olan.. Senin adın gibi bildiğin kelimeler.. Bir defa sadece bir defa demiştim sana hatırlıyor musun " sana aşık olduğumu". O günü ve o konuşmayı hiç unutmadım.. Söylediklerimi.. ve söylediklerini.. Sadece ANLIYORUM seni.. Bunu bil..

Daha söyleyemediğim yüzlerce cümlemi içime döküyorum...

Bu senin için yazılmış son yazı yada adı her neyse..

unutmadan bir de son şiir tabii ;

Seni nasıl seviyorum bir bilsen
Öpsen, eğilip de üstüne ruhumu
Ruhumu, o güzel gözlerine hapsetsen
Seni nasıl seviyorum bir bilsen..
.....
Diye başlayıp giden bir başka masal işte...

Artık sadece kendime anlatacağım masallarımı, sana söz...
Şimdi bir Sezen Aksu şarkısında bulmak vardı kendimi;
"Ben senin hayatından gittim oğlum" diyebilmek vardı.. Ben senin hayatında hiç olmadım ki..


Yazarken gözümden akanların sigaramın azizliği olduğunu düşünmek istiyorum artık.





erik ağacım...


Evimin karşısındaki çelimsiz bir erik ağacıydı O.

Kış ortalarıydı.. Haylaz güneş, bildik oyunlarından birini oynuyordu yine.. En sevimli yüzüyle göz kırpmıştı yine..

Çelimsiz erik ağacım benim... Aldandı.. Sandı ki güneş ona gülümsüyor.. Kalbi deli gibi çarpmaya başladı vakitsiz.. Çiçek açtı.. Deli gibi, ilk yaz gibi çiçekler açtı.. Komşu ağaçlar güldü haline, bilen bilmeyen ayıpladı.. Sadece "sanmıştı" oysa ki.. Bu kadar masum bir çiçeklenişti bu.. Kimseye anlatamadı..

Kimsenin farketmediği birşey vardı halbuki.. Geçen bir sürü baharı ıskalamıştı çelimsiz erik ağacım.. Gelip geçen onca baharda herkes çiçek açarken, O kuru dallarıyla beklemişti... Neyi beklemişti, niye beklemişti kimse bilmemişti.. Kimseler hissetmemişti bile.. Herkes kendi çiçeğinin güzelliği ile o kadar meşguldu ki , onun çiçeksizliğini görmemişti bile.. Erken çiçek açtı diye gülünen erik ağacım, aslında çok geç kalmıştı..Vakit o kadar geçti ki erken sanılmıştı..

İşe gitmek için yolun karşısına geçtim.. Yaklaştım ona, çelimsiz gövdesine dokundum... Ağlıyordu..

"Ağlama" dedim.. "Ağlama sakın.. Çiçek açabileceğinden umudu kestiğim bir anda açtığın çiçeklerle o kadar güzelsin ki". Sustu.. İç çekti belli belirsiz.. İç çekişi.. yapraklarının hışırtısı ve erik ağacının çaresizliği...

Aradan günler geçti.. Öylece direniyordu.. Tebessümünü bir kez gösterip geri çekilen güneş, yerini olağan soğuklara ve rüzgara bırakmıştı..

Mevsime yaraşır bir fırtına.. Yağmur ve rüzgar.. Zalim ikili.. Nasıl acımasızca hırpalıyorlar erik ağacımı.. Gece.. Pencerenin önünde durmuş Onu görmeye çalışıyorum.. Yoldan geçen arabaların farlarından medet umuyorum.. Allah kahretsin olmuyor.. Yanına gidip Onu avuçlarıma sığdırmak istiyorum deliler gibi.. Yağmur hızlanıyor, rüzgar çıldırmış.. Ağlıyorum.. Erik ağacımın halini düşünüyorum ve ağlyorum..

Bütün gece ondan başka birşey düşünmedim.. Mevsimsiz çiçek açan erik ağacım.. Benim kader arkadaşım.. Anladığım.. Anlayanım.. Gün ilk ışıklarını bir nimet gibi sunarken fırladım sokağa.. Koşarcasına geçtim yolun karşısına.. (ohh çok şükür!) Erik ağacım , çiçekleriyle ayakta.. Yorgun ama çiçeklerini vermemiş rüzgara..

Koşup sarılıyorum ona.. Dile geliyor kendi lisanınca " o çiçekleri o kadar beklemiştim ki, veremezdim"


Erik ağacım..

Sırdaşım..

25 Aralık 2008 Perşembe

LÂL

Günlerce seslendim sana...
Duymadın..
Yoksa duydun mu?
Duyup gelmediysen ,
Acı..
"Duysaydı" diye başladığım hayallerim için...
Senin için...

Dil susar belki..
Ya, Dîl...

Bunlar dilimin ucundakiler değil, "Dîl" imin içindekiler.
Bilesin...

24 Aralık 2008 Çarşamba

Mabedin sırrı


Kapıdan çıkar çıkmaz zaman ve mekan yok oldu sanki. Ateşten bir örtüye büründüğü hissine kapıldı.. Ateşten bir çitf kol tarafından tutkuyla sarılmıştı.. "gözlerini kapat ve korkma" dedi şey. Gözlerini kapattı mı gözlerimi kapandı bilinmez, tek bildiği bir karanlığın içine düştüğüydü. Aşağı mı iniyorlardı yoksa yukarı mı çıkıyorlardı. Düşmek yada yükselmek..Hissetmeye çalıştı, başaramadı.. Ve sesler, kulakları sağır eden çığlıklar.. Boğazlana vahşi bir hayvanın sesi, işkence edilen bir kadının çığlığına mı karışıyordu. Bir sarhoşun narası, bir mazlumun duasına mı.. Birbirinden ayrıştıramadığı, hiç birinin ne dediğini sonuna dek takip edemediği milyonlarca sesin, kulaklarını kamçıladığını hissediyordu..

Durdular... Devasa bir kapı.. Yüz yıllardır açılmamış hissi uyandıran kapının arkasında kendisini neyin beklediğini düşünmek ürkütücüydü.

Kapı köhneliğine inat bir sessizlikle açıldı..

"Tarif edilemez bir ihtişam.." Gördüklerini ifade edebilecek tek cümle buydu sanırım.

Elmas koridorlarların son bulduğu görkemli salonun gözün göremediği yükseklikteki tavanından kırmızı yakut bir avize sallanıyordu.. Kırmızı ışıklar tüm salonu kaplamıştı.. Salonun ortasında som altından iki taht ve hemen önünde coşkuyla dans eden alevler..( Alevler yerden mi yükseliyordu ) Yükselen elmas duvarların arkasında canlıymışcasına gülümseyen bir kadının resimleri.. Biryerden tasnıdığı hissine kapıldı birden.
-Tanıyor musun?
-Çok güzel..
-Güzel mi.. Sadece güzel mi... O göğün ve yerin gördüğü en güzel kadın..
-Kim O?
Evde otururken hissettiği ürpertiyi yeniden hissetti.Saçlarında dolaşan nefes miydi.. Çok sıcaktı..
-Hiç birşey hatılamadığın için ne kadar şanslı olduğun bilemezsin.. Oysa ben herşeyi hatırlıyorum.. Her anının, yüzlerce yıldır hem de.. Her anını , o an çektiğim ızdırabın her zerresini hissederek hatırlıyorum hem de.. Bunun nasıl bir acı olduğunu tahmin bile edemezsin.
-.....
- Susuyorsun.. Her zamanki gibi... Susmanın bu kadar yakıştığı başka bir dudak görmedim.. Her neyse.. İşte sana kapılarını açtığım mabedim bu.. Burda sonsuza kadar kalmanı istiyorum. Sonsuz diyorum.. Hiç sonsuz hakkında düşündün mü.. Son yok, bitiş yok, varış yok, tükeniş yok. Sonsuz... Sen ve ben...
Salonun uzak köşelerinden bir an belirip kaybolan insan silüetleri... Uzaktan kendisini izleyen gözler olduğunu hissediyordu... Hissetmek... Garipti.. Korku, kaygı ,sıkıntı.. Yani alışkın olduğu hiçbir hissin var olmadığını gördü o an içinde..
-Kimsin sen? Yada nesin?
-Ben kimim? Dilersen senden başlayalım.. Sen kimsin? Hiç sordun mu bunu kendine.. Eminim sorduğuna.. Tanrıya isyan ettiğin bir gece bunu sorduğunu biliyorum.. O zaman da ordaydım.. Öylece izledim seni. Çaresizliğini, zavallılığını, acı çekişini.. O kadar tanıdıkti ki..
-Kimsin sen...
-Ben değil Sen... Seni konuşacağız önce.. Adın ne?
-Herşeyi bilen gören işiten bir şey bunu da pek ala bilebilir.. Hem adımın ne önemi var ki.
-Doğru.. " nasıl olsa senin seçmediğin ,birkaç harften oluşan bir kelime" değil mi?

Kadın adını soranlara verdiği cevabı hatırladı..
Şey , elmas duvarlara yaklaştı.. Duvardaki kadın resminlerinden birinin önünde durdu, iğrenç bir çığlığı andıran sesi bir anda sükun buldu sanki.. Bir fısıltı halinde; " çok güzelsin" dedi.Ani bir hareketle döndü. Pelerininin etekleri kaynağı belli olmayan ateşe doğru savruldu..
-Sitare...
-.....
-Adını beğendin mi...
-Adım bu mu?
-Gel benimle..
Kadın elini uzattı.. Bir alevi avuçlamak gibiydi.Canının acımayışına irkildi. Alevlerin önünde durdular. "Şey", elini aleve uzatmasıyla alevin içinde görüntüler belirmeye başladı: "Duvarda resimleri olan kadın olmalıydı bu.. Kahkahaları duyuluyordu.. İçiçe geçmiş onlarca görüntü, yüzü seçilmeyen erkekler,kadının teni.. Çığlıklar.. Ve kan.. Alev kırmızısında bile seçilebilen koyu kırmızı kan.. Kimin kanı?"
Şey, elini çekti.. Acı çekiyor gibiydi. Başlangıçtan bu yana Onu ilk kez bu kadar aciz görüyordu kadın..
-Gözlerin hiç değişmemiş.. Ve bir de susuşun... Yüzyıllar önceydi. Bu mabed, sen ve ben... Yaratılmışların içinde benim kadar aşık biri yoktu.. Ama yaratıcı kıskançtır.. Ve kalplerde kendine duyulandan fazla bir aşka asla izin vermez.. Ve sen.. Sen aşktın.. Sen Soluktun... Sen ateştin.. Sen, varlığında yok olmaya gönüllü olduğumdun.. Ama Sen...
-....
- Sen sadece korkuyordun benden.. Tıpkı şimdi olduğu gibi korkuyordun.. Gücümden, aşkımdan ,benden korkuyordun.. Korkman umurumda değildi.. Korkuyordun ve benimdin.. Asla gitmeyecektin. Beni buna inandırmıştın.Korkunun sadakat değil ihanet olduğunu nerden bilebilirdim.. Bir gün benden daha güçlü biri ile ortak olduğunda yapacağın ilk şeyin ihanet olacağını nerden bilebilirdim.. Ahhh Sitare.... Neden?
-Ama...
-Şşşşt... Hiç birşey söyleme sadece dinle... İsteseydin yeri ve göğü sana secde ettirebileceğimi biliyordun.. Sana sadece bakarken, bir küçük oğlan çocuğuna dönüştüğümüde.. Farkettiğimde olabileceklerden hiç mi korkmadın. Sana söylerdim hep -bedelini ödemek kaydıyla herkes ihanet edebilir- derdim. Hatırladın mı?
Kadın , zaman zaman hiç bir kitapta okumadığı halde kendine ilham edilerek söylediğini düşündüğü sözlerin ne manaya geldiğini anlıyordu yavaş yavaş.
-Aylar süren bir savaştı.. Ölmekten değildi korkum.. Ölmekten hiç kormazdım..Sadece seni bir daha görememek endişesi.. Yakan, kavuran bir ateş.. Sadece endişesi diyorum.. Sadece endişesi... Sen hiç savaş meydanından, kadını için kaçıp gelen bir hükümdar gördün mü Sitare.. Ben geldim.. Sana geldim.. Senin için... Ve sen...
-.....
- İnsan başka birine tercih edildiğinde tükeniyormuş Sitare.. Dokunmaya kıyamadığım o ten, bir hayvanın iştahına teslim etmişti kendini.. Suskunluğu beni büyüleyen Aşkım, aşkı anlatıyordu .. Ben değildim...

Kadın ağlamaya başladı.."Şey" yüzünde hain bir gülümseme ile Ona baktı.
-Ağlıyor musun.. Ağlamalısın Sitare... Çok ağlamalısın.. Gözlerini akıtacak kadar ağlamalısın hemde.. Kendini yok edecek kadar ağlamalısın.. Göz yaşın tükenip kan ağlamalısın.. Tıpkı benim yaptığım gibi..

Kadın yüzünü sıyıran bir alev hissetti..

-Sana hala aşık olmam ne kadar acıtıyor beni birbilsen.. Kaçtım.. Ülkeyi ,seni, mabedi herşeyi bırakıp kaçtım.. Bilmediğim karanlıklarda kayboldum.. Tanrılar alay etti benimle.. Tanrılar Onlara vermediğim aşkın bedelini ödetiyordu bana.. Ödedim sitare.. Yıllarca... Sen bile hayal edemezsin yaşadıklarımı... Ve derken , tam ölümün kıyısında dolanırken O geldi.. Tıpkı benim sana geldiğim gibi geldi.. Elimi tuttu Sitare.. Tam uçurumdan düşerken hem de.. Kendimi Ona teslim ettim.. Ona sonsuz sadakatime karşılık, bana sahip olduğum gücü verecekti.. Kabul ettim.. Bana yaptığı iyiliği unutmamam için bir iz bırakacaktı.. Seni bıraktı Sitare... Seni ve senin yaşattığıklarını. Yüzyıllarca bekledim seni.. Senin gelmeni.. Ve nihayet geldin.. Burdasın.. Eskiden olduğu gibi.. Yine korkuyorsun Sitare.. Yine korkuyorsun ve yine susuyorsun...
-.....
"Şey" usulca sokuldu kadına yalvarır gibiydi sesi :
- Benden korkma.. Sadece benim ol... Sadece benim.
-Ama benden istediklerin..
-Benim değil, senin istediklerin. Sana arzularını yaşatmayı vaadediyorum.. Karşılığında tek istediğim sensin.. Sadece aşkın anlıyor musun? Yaptığım fedakarlığı anlıyabiliyor musun...
-Sana bir daha ihanet etmemden korkmuyor musun peki..
-Ah Sitare.. Sitarem.. Bunu göze alamayacağından eminim.

Konuşma orda bitmişmiydi ne olmuştu..Ne cavap vermişti.. Bütün bunlar yaşanmışmıydı.. Hepsi kötü bir rüyamıydı.. Öğrenecekti belki.. Ama şimdilik tek bildiği, uyandığında kendi yatağındaydı ve yine iki kişilik yatağın tek kişilik sıcağında kıvrılıp kalmıştı..

Hep yağmur yüzünden...




Bildiğin bir yağmur yağıyor şehrine..

Senin bildiğin benimse yeni alıştığım yağmurlar bunlar.Bizim ordakiler buna pek benzemezdi.Benzemeyen yağmurun damlası değil sonrası.. Burda yağmurdan sonra toprak kokuyor gerçekten.. O eskiden yakalayabilmek için dört yanı kokladığım o toprak kokusu ,her yağmur sonrası nefesime karışıyor ne güzel..Yağmurdan sonra seviyorum şehrini.

Ya orda.. Orda yağmur yağıyor mu? Orası her neresiyse, orda da toprak kokuyor mu yağmurdan sonra.
Allah bilir sen gök gürültüsünden korkmazsın benim tersime.. Sahi şimşek çakınca gözlerini kapar mısın sende benim gibi ve kalbin sıkışırmı gökgürültüsünü beklerken.. Sanmam, sen bu basit tabiat olaylarının oluşumu düşünür ve korkacak birşey olmadığına hükmedersin.. Haklısın.. Ama benim , hala böyle çocuk korkularım var işte.. Gülme sakın..

Yağmur damlasına tutunup , toprağa sızmanın hayalinin kuruyorum arasıra.. Çünkü rüzgara asılıp sana gelme umudum kalmadı.. Sana gelinemiyorsa, toprağa sızmak ... Bu da mı çok fazla oldu.. Olsun.. hayal değil mi sonuçta.. İstediğim gibi kurgulayabilirim..

Bak,mesela sana bir mektup yazıyorum.. Asla yazamayacağım bir mektup hem de..Merak etme oyun olduğunun farkındayım.

Yağmur yağıyor...

Aklımda Karakoç'un dizeleri;

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
Meyveler sabırla olgunlaşırmış,
Bir gün gözlerimin taa içine bak..
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış...

Birgün gözlerimin taa içine bakar mısın sahi..
Hiç sanmıyorum...
Bakmışın bakmamışın ne gam ....

23 Aralık 2008 Salı

masamı kim ne yapacaksa :)


pratikte masamın üzerini görmenin kime ne faydası var bilemedim ama madem mimlendik ayıp olmasın sevgili yalnızlık okuluna.İşte hayatınızın akışını değiştirecek gerçek arkadaşlar.. İşte masa üstüm.. Orda yatakta uyuyan hatun kişi ben değilim takdir edeceğiniz üzre. Lakin genel uyku pozisyonum aşağı yukarı böyle bişeydir..


Şimdiii sabah sabah kimi mimlesem ki, kimi sinir etsem kiii dedim ve bu sabah blogumu izlemeye alan LoLLa ve Feonor size hoşgeldin hediyesi olsun dedim..

OLMA...



Can'a rağmen ateşe kesmişse nefes
Ve her solukta sensen içime dolan,
Gözlerin mavi bir buz kristaliyse,
Ve ben, tek gözlerine takılı kalmışsam.
Ve bir tek onu biliyorsam
Onu yazıyorsam masallarda....
Masalarda bile seni bulamıyorsam...
Kaf Dağının ardına varamıyorsam..
Sen....


Bilmediğim yollarına dalıyorsam şehrin
Kaybolmak için sokak tabelalarını kırıyorsam,
Bağladıysam gözlerimi gözlerinle,
Siliyorsam ayak izlerimi geri dönememek için.
Ve sen yaramaz bir çocuk gibi yakıp kaçıyorsan
Sokak lambalarını...
Aydınlanıyorsa geçtiğim yollar,
Köşe başlarında eşkiyalar seni istiyorsa benden,
Ağzım yüzüm kan içinde seni vermiyorsam
Sen....


Arsız bir sokak kedisiysem,
Açsam ve birde üstüne sırılsıklamsam,
Kovulduğum ayakların paçalarına dolanıyorsam
Kayboluyorsa pençelerim yanında,
Ve sen tenekeler bağlayıp kuyruğuma gülüyorsan,
Canım yanıyorsa,
Kanıyorsam, senin kayıtsızlığına.
Sen.....


Dil lal olmuşsa,
Ve Dil dediğim gönülse,
Ve seni kendime bile anlatamaktan korkuyorsam
Adını dudağıma yasaklamışsam,
İçimde durup durup patlıyorsan,
Ve suskunluğumu duymuyorsan.
Binlerce kelimen içinde bir "ben" yoksam
Sen....


Sana rağmen seviyorsam seni.
Can'a rağmen ateşe kesmişse nefes
Ve ben sensiz ateşe yürüyorsam
Ve sen yoksan
Ve sen hiç olmayacaksan

OLMA...


** Zaten sana bile ihticacı olmayan bir aşk benimkisi..

22 Aralık 2008 Pazartesi

Mabedin gözdesi.


İki kişilik yatağın tek kişilik sıcağına sarılmış uyuyordu. Bebekler gibi uyurdu. Nefes bile almıyor sanırdınız. Çarşaf ve yorganı incitmezdi bile uyurken. Dünyanın en huzurlu uykusuydu sanki uykusu.. Yada uyku, yarı ölümden daha da fazlaydı Onun için.. Belki de uykuya daldığında bedenini savuracak kadar bile can kalmıyordu cesetin için de kim bilir.


Eski derin uykuları unutalı hayli zaman olmuştu. Artık küçük bir karıncanın yürüşüyü yada perdeyi titreten ufacık bir esinti yetiyordu yataktan fırlamasına. Tedirgin uykular edinmişti.. Depremleri bile duyurmayan derin uykular intikamını alıyordu artık.


Ayak ucunda bir sarsıntıyla irkildi. Gözlerini açıp açmamak arasında bir an gidip geldi. Gelenin kim olduğunu biliyordu nasılsa. Uyuyor gibi yapıp gitmesini bekleyebilirdi. Ama ya gitmezse, Ona uykuda yakalanmak felaketi olabilirdi. İstemeyerek açtı gözlerini.. Yanılmamıştı. Gelen O'ydu herzamanki gibi. Mahmur gözlerle baktı, sahte bir gülümseme takınarak.. Kızgınlığını ve korkusunu ,en çok da korkusunu gizlemenin en sevimli yoluydu bu.. Sahte bir gülümseyiş ve o saatte söylenmekten mahçup bir "hoşgeldin."


Siyah karanlık bir gölge... Sadece gözlerini seçebildiği.. Bu gözler.. Bir çift gözün bu kadar nefretle bakabileceğini ilk farkedişi değildi. İlk ürküşü de değildi bu.. Her seferinde aynı gözlerden aynı korkuyu duymak .. alışılamayan korkular varmış demek ki. Yada aşılamayan korku duvarları.. O bant hiç kopmuyordu nedense, o duvar hiç aşılamıyordu ne acı, her korktuğunda daha da yükselen o duvar, aşamadığı o korku.. Kalbinin ağzından çıkacak halde olduğunu anlaması işten bile değildi. Allahtan ayak ucundaydı yoksa yorganın titreyişini hissederdi muhakkak. Duyuları o kadar keskindi ki, muhakkak hissederdi.. Zaten bir şeye hükmetmek için duyulara ihtiyacı bile yoktu Onun, O birşeye vehmetti mi olmadığına ikna için Tanrıların dile gelmesi bile para etmezdi.

Sadece bakıyordı.. "Yataktan kalkmak en doğrusu" dedi kendi kendine.. "Yatak oldukça savunmasız bir mekan, kalkıp odaya geçersem hiç değilse kaçabilme şansım olur." Kalktı, yine aynı sahte tavırla "hadi içeri gidelim , birer sigara içeriz" dedi.. Bu sahtelik , bu hal onu lime lime ediyordu. İçindeki sövüp duruyordu dışındaki sahtekara.Çarpıp çıkamadığı kapının önünden geçip odaya girdiler. Gözler nefretini bir parça bile eksiltmeden öylece bakıyordu..

"Allah vere de ellerim titremese" diye içinden geçirirken odada yalnız olmadıklarını gördü.. Odanın karanlık noktasındaki koltukta sessizce, sinsice onları seyreden "şey", belli ki bu durumdan çok keyif alıyordu..

Ürkütücü ama onunla sözler olmadan konuşabilmeyi beceriyordu. Bu yetiyi ne zaman kazandığını hatırlamak bile istemedi.

-Burda olduğunu tahmin etmeliydim..
-Bu eğlencenin mimarı kim sanıyorsun.
-Ne istiyorsun Ondan.
-Derdim Onla değil ki küçük ahmak.. Derdim seninle.
-Benden ne istiyorsun.
-Tabii ki seni..
-Ama neden?
-Benim için muhteşem bir beden olacaksın.Seninle öyle şeyler yapacağız ki bunları hayal etmeye senin bile sınırların yetmez.
-İyi ama neden ben..
-Çünkü senin milyonlarca sebebin var.. Ve kimse bunu benden bilmeyecek.Kafanı çalıştır.. Hani çok zekiydin.Hala anlamıyor musun.Sen tam bana göresin.
-Hiç bir zaman ele geçiremeyeceğini biliyorsun değil mi..
-Sen beni masal kahramanı mı sanıyorsun sersem..Oyunlarımdan haberin bile yok. Bak şimdi kalkıp Onun kulağına sana dair üfleyebileceklerimi bir düşün.. Bu arada sizin evde silah da varmış. Bu çok eğlenceli olabilir.
-Bunu göze alamazsın.. Sana cesetim değil bedenim lazım.
-Evet ve sen de ölmeyi göze alamazsın.Hayata seni bağlayan şeyler var..
-Ondan uzak dur..
-Ha haaa .. Korkma.. Derdim sadece seninle..

Sigaradan derin nefesler çektiler.. Hiçbir şey konuşmadan..
Sessizliği Onun sesi böldü :" Birgün seni öldürmekten korkuyorum."
Hiçbir şey diyemeden sustu.. Bu haldeyken Ona ne diyebilirdi ki..
Yanına usulca sokulan "şey", saçlarına dokundu:

-Çok güzeller.. Bunlarla neler yapabileceğimizi bir bilsen.Hadi inat etme.. Benimle kumar oynanmaz.. Kaybedeceklerini tahmin edemezsin..Sana sonsuz ihtişam vaadediyorum.. Sana mabedimin kapıların açıyorum.. Ordaki en eşsiz gözdem olmayı sunuyorum sana.. Evet de.. Bak herşey ne kadar güzel olacak.

Gücünün tükendiğini hissediyordu.. Onu koruyanların hızla kaybolduğunu hissediyordu. Sıcak hiç bu kadar sıcak olmamıştı..
O , eline silahını almıştı bu arada , "seni öldüreceğimden korkuyorum" diyordu sadece.. Devamını unuttuğu bir şiiri tekrarlar gibi.

Ve pes etti.. Ayağa kalktı en fahişe tavrıyla :" hadi aşkım, gel içeri gidelim bunları orda konuşuruz "dedi.. Elleri titremeden Onun elindeki silahı aldı birlikte yatak odasına yürüdüler..

O sırada içinden kopan parça mabedin gözdesi olmaya gidiyordu.

21 Aralık 2008 Pazar

ben ve benim kafam, kalınkafam....

Ne desem , nasıl başlasam söze bilemedim. .Evet, yanlış duymadınız bilemedim.. En azından "hal"i ifade konusunda pek sık düştüğüm bir durum değildir bu. Sadece "o"na kendimi izah edemediğimi hatırlıyorum son zamanlarda ..Herneyse konumuz bu değil.
Bu şehre geleli ne kadar oldu.. takvimleri karıştırıyorum artık.Hani işten ayrılınca kısa süreli bir karmaşa yaşar ya insan haftanın günlerina dair öyle bir hal değil bu.. Burda zaman uzun, upuzun.. Belki de koşmamı gerektiren bir hayat olmadığındandır bilinmez, zaman ballandıra ballandıra geçiyor buşehirde.
Kafam bozuk bu aralar herşeye, herkese.. Hani tövbemi bozsam diyorum arada bir 70lik cin alıp ben de boğulsam.. Sonra arasam bütün eksi dostları ( dostmu dedim pardon, dost dediğin şeyin eskisi olmaz yada olmamalı), küfretsem doyasıya.. Allahın cezaları aramızdaki öküz öldü de bana neden haber vermediniz desem, merdivenden çıkarken yanımda olan parazitler düşerken bağırdım elinizde titreşime duyarlı bombalar mı vardı da bırakıp bi tutamadınız desem, kahve keyiflerinde, sigara molalarında beyninin ırzına geçecek başka bir genel verici mi buldunuz desem, hani ben giderken plaza kapısında kordon oluşturup döktüğünüz göz yaşları timsah gözyaşımıydı desem.. Desen de desem.. Ve ardından burda yazamayacağım, bir dolu küfürü etsem , etsem... Hırsımı alabilir miyim sanıyorsunuz.. Vefasızlık...
İnsan böyle böyle ıssızlaşıyormuş.. Issız adam mış.. Hah.. bir ıssız kadın filmi anlatırdım size ama gerek yok.. Hep derim yanmakla yangını kartpostaldan izlemek kadar olacak paylaşımımız.. Vah vah diyeceksiniz..Yada belki amaaan bu muydu dert ettiğin.. Zaten garip bir şekilde "en büyük dert benim derdim" diye bir sidik yarışına tutuşmuşuz top yekün. Yok vaz geçtim, benim derdim küçük küçücük hatta derdim bile yok. Bendeki hal "rahat batması" aslında.. Ama allahın belaları, hala inanamıyorum bu kadar teğet yaşadığımıza.
Gözden ırak gönülden de ırak oluyormuş demek.. Gönlünüze s... demek istedim birden.. O nasıl bir gönüldür.. Yada benim gönlümde mi var bır arıza niye kimse ıramıyor benden...
Şimdi yoksunuz artık öyle mi? çok da umurumdasınız inanın.. Hayata dair bu kadar bilinen tecrübeleri pahalıya edinen bir ahmak olduğum için kendime bu öfkem sadece... Kendimi sebil gibi sunduğum ilişkilere bakıyorum geri dönüp ..ve bana bıraktıklarınıza.. İşte bir püf nokta daha : İnsan bir ilişkide aldıklarım- verdiklerim diye hesaba oturduğunda aslında ortada üzerinde düşünülmesi gereken bir ilişki kalmıyormuş... Bunu da öğrendik.. (Sen sus, sakın gülme.. Dostluk üzerine bana söylediklerini hatırlıyorum.. Ve haklı olman sinirimi bozuyor.. O yüzden sakın gülme.)
Şimdi size bir caza bulmalı ama ne..?
düşündüm taşındım..Öfkeli anlarda alınana kararların sağlık olmadığına inanırım. aslında ama ertelemiyeceğim. Hepinize bitek şey söylemek stiyorum "yoksunuz.. s.... öldünüz." Haa bu kimin umurunda. Kimsenin tabii ki.. Çok da derdime.. Boşaltın ruhumu artık.. istila ettiğin her yeri boşaltın.. Boşaltın ki bana yer kalsın..
Bu yazıyı yazmama vesile olan bir yorum sahibidir.. Kendisine sonsuz teşekkür ederim.. Bana ey! ahmak sen de bir düşün şu dostluk sandığın şeyi dediği için...

Bu arad kusura bakmayın.. Hiç pazar neşesi kıvamında birşey olmadı bu yazı.. Ne diyelim nasip:)

19 Aralık 2008 Cuma

Metal eldivenli KADIN


Tanrılara kafa tutuyordu genç kadın..Aşk diyordu.. Yanacak ve yakacak kadar aşk.. Ve tanrılar duydu.. Öfke büyüktü.. Hüküm verildi.. Aşk tanrısı ona taşıyamayacağı kadar büyük bir aşk verecekti ve ateş tanrısı ona dokunduğu herşeyi yakmayı bahşedecekti.. Ceza oydu ki; aşkına asla dokunamayacaktı.. Korktu, yalvardı Tanrılara bağışlanmayı diledi.. Affedilmedi .Ellerine metal eldivenler takıldı ve atıldı göğün altına..
..........................
Buralara taşınalı çok değil bir kaç ay olmuştu.. Hakkında o kadar çok rivayet vardı ki: Aslında evliymiş ama kocasını terketmiş, korkudan buralara saklanmış, adını bilen bile yok.. Yok yok, kocasından kaçmamış öldürmüş onu , cinnet geçirmiş, o günden sonra da kimseyle tek kelime konuşmamış. Çalıştığı genelevden kaçıp buralarda izini kaybettirmeye çalışan bir fahişe olduğunu söyleyenler bile vardı.

Hava kararmadan sokağa çıkmaz, pelerininin başlığını örter ve gözlerini yerden bir an olsun kaldırmazdı.. Mahalledeki esnaftan alış veriş bile etmemişti daha.. Ne yer ne içerdi.. Kimi kimsesi yokmuydu.. Mahalleli kadınlar, sabah akşam defalarca kapısını çaldılar.Bir kez olsun açılmadı kapı..Kapı her açılmayışında hakkında uydurulan masallar çoğaldı.."Kadın" diyorlardı ona sadece, küçük çocuklarını bile korkuturken onu kullanmaya başlamışlardı :"yemeğini yemezsen seni kadına veririm", "sus bakayım , yoksa kadını çağırırım."

Kadınlar , kim olduğunu öğrenemedikleri Kadın için acımasızca yakıştırmalar da bulunurken, erkeklerin sofralarını süsleyen meze olmuştu çoktan:"ulan, geçen gece yine gördüm,kesin işe gidiyordu kahpe, bize gelince de başı önünde masum rahibe , yermiyim oğlum ben."

Saklanıyordu evet, ama saklandığı şeyin ne olduğunu bu insanlara izah etmenin imkanı yoktu.

Karanlık sokakata hayalet gibi süzülen bir gölge.. Herzamanki gibi yorgun adımlarla dönüyordu. Yanından koşarak geçen bir adamın çarpmasıyla düştü yere.. Adam durdu acelesi var gibiydi. "Özür dilerim" dedi adam. Kadın başını kaldırıp bakmadı bile. Adam elini uzattı kaldırmak için, kadın bir an uzatacak gibi oldu elini, geceyi metalin keskin parlaklığı yırttı ..Vazgeçti. Yavaşça doğruldu kadın ,yürüdü ve kayboldu. Adamın aklı kadında değil,metal eldivende takılı kaldı.

Aradan aylar geçti.. Bahar ayları bitmiş kış bütün beyazlığıyla çökmüştü mahelleye. Kadın, aradan geçen onca zamana rağmen, mahalleli için muamma olmayı sürdürüyordu. Yolları kapatan kara rağmen, hergece evden çıkıyor , gece yarısını saatler geçe geri dönüyordu..

Bir gece yarısı geri dönüş yolunda farketti Kadın yerde uzanan adamı.. Üstü başı paramparça, başı yerdeki kusmuğuna gömülmüştü. Bir an tereddüt etti..Bir iki adım ilerledi, sonra geri döndü. Cüssesinden beklenmeyen bir şekilde yerde uzanmış yatan adamı omuzladı..

Eve geldiklerinde adam hala uyanmamıştı. Yatağın üzerinde bir bebek saflığıyla uyuyan adama bir kez baktı kadın..Sadece birkez ve lanetini unutarak.. O birkez bakışla ruhunun titrediğini hissetti. Artık herşey için çok geçti. Aylardır kaçtığı, yakalanmamak için kendini gecenin sessizliğine mahkum ettiği lanet onu yakaladı.. Aylardır, kimseyi görmesin diye, yollardan ayırmadığı gözler genç adamın çehresinde tutuldu kaldı...

Adam uyandığında gün yarılanmıştı bile.. Yabancı bir evde uyanan her insanın gösterdiği tepkiyle "Nerdeyim" dedi.. Kadın hiçbirşey söylemeden odadan çıkarken, adam kadının eldivenlerini farketti.. Adam peşinden koştu kadının, kolundan tutup çevirdi "kimsin sen" diye sordu. Sadece " git" diye cevap verdi kadın, gözlerini kapatarak.
-Neden gözlerini kapatıyorsun?
-Hemen git burdan.
-Gözlerini aç..
-Git dedim sana..
Kadının sesinde izah edilmez bir büyü vardı sanki, adam içinden saatlerce bu kovulmayı dinleyebileceğini geçirdi.
-Lütfen bak bana..
-Yalvarırım git burdan.. Eğer sana bakarsam..
-Evet.. Bakarsan..
-Git ...
-Bir defa bak.. Söz veriyorum gideceğim..
Kadın , bir anlık bencillikle sırf adamın yüzünü belki de son kez görmek için açtı gözlerini.. Adamın gözlerine baktı.. O an bu dünyadan olması mümkün olmayan bir "şey" oldu..
Adam, kadının ellerini tutmak istedi..Metal eldivenlere baktı. "Çıkarır mısın" dedi.. "benim için , çıkarır mısın." Kadın "asıl senin için çıkaramam" diyebildi sadece.
Adam gitti.
O günden sonra kadın evden dışarı hiç çıkmadı.. Adam kadının kapısının önünden hiç ayrılmadı.. Kapıyı bir defa olsun vurmadan günlerce bekledi.. Kadın yağan kara rağmen adamı bir kez bile içeri çağırmadı.. Kadının bilip , adamın bilmediği lanet onları birbirinden günlerce uzak tuttu..
.............
Ve kadın bir kez daha yalvardı Tanrılara.. Bunu sonlandırmanın bir yolunu diledi.O kadar çok yalvardı ,o kadar çok yalvardı ki en zalim tanrıların bile merhameti yeşerdi.. Birtek yol sunuldu kadına.."Ya feda et kendini, kurtulsun adam, yada al ve yak onu, yak ve yok et"
..............
Mahallede çığlıklar... İnsanlar koşuşturuyor.. Kadının evinde yangın. Su fayda etmiyor bu ateşi durdurmaya. .Sadece bir kaç saat sonra evin olduğu yerde bir kül yığını.. Garip olan , günlerce kadının evinden gözünü bir an bile ayrılmayan adamın o sırada olan biteni görmeyecek kadar kendinden geçmiş olmasıydı.

Yangın bitmiş ,adam kendine gelmişti.
Küllerin arasına yürüdü.. Bir iz ararcasına.. Kadına duyduğu aşkın bir anda içinden nasıl silindiğini sorup durdu kendine.. Cevap bulamadı..

Aşk geldiği gibi izahsız bir gidişle terk etmişti adamı..
Küllerin arasında parlak birşey çarptı gözüne.. Eğildi.. Bir çift metal eldiven...






Bir kahve içimi.


Yorganın altında nöbete tutulmuş bedeni sakinleştirmek kolaydı.. Onunsa ruhu titriyordu bu gece.. Bir buz kalıbına mı dökülmüştü ruhu, yoksa ateşe mi yutulmuştu? Bu hal neyin nesiydi?
Ruhunu saracak bir şey aradı, düş yordamıyla.. Herşeyi alıp gitmişti.. Hiç değilse bir "belki birgün"ü bırakabilirdi.. Ama O ,kendine dair herşeyi alıp gitmişti.
..............
Ruhundaki morluklar, dudağının kenarındakilerden daha çok sızlıyordu.. Sızıyı düşündükçe daha çok.. daha çok.. Ya düşünmeyince, ya hiç olmamış sayınca, ya kendini bunların bir oyun olduğuna inandırınca.. Ekranı onun muhteşem yüzünün üzerine bir hain gülüş gibi kondurulmuş bir sonuç bildirgesi kaplıyordu:YOU LOST..
Saatlerce ,kapıdan gelecek bir anahtar çevrilişi beklemek, diğer tarafın çığlık atan" şey"leri ile yüzleşmek, sessizlikten patlayan kulak zarına kendi iniltisinden yamalar yapmak..

Geceye sarılıp yataktan kalktı.. Bu saatte aranacak tüm dostların "aradığınız aboneye şuan ulaşılamıyor" mesafesinde olması ne kadar da kötü diye geçirdi içinden.. Daha da kötüsü, asla aranamayacak olanların ,en çok ihtiyaç duyulanlar olmasıydı...
Yağmur yağmaya başlamıştı... Sokağa çıkıp yağmura sunmak istedi kendini. Mecali yoktu... pencerenin arkasından, titreyen bir sokak köpeğinin geçişini izledi. Hangisinin daha yalnız olduğuna dair tahmin yapmaktan korktu sonra...
Bir kahve yaptı kendine, orta şekerli bir türk kahvesi.. Ve onun için de bir 3ü1arada nescafe.. Aslında bu hazır karışımları hiç sevmezdi. Sadece Onun için almıştı.. Ve bu geceye kadar hiç eksilmemişti o paketler."Ama yağma yok bu akşam beraber içeceğiz."
Karşısında oturuyordu işte... Ne tuhaf yüzünü hala seçemiyordu.. Derin bir nefes aldı, çok önemli sözler öncesinde alınan cinsinden..
Son söylenmesi gerekeni en başta söylemek gibi bir huyu vardı hep.. Zamanlamayı öğrenememek gibi kusuru vardı. Aslında herşey , bütün yaşananlar bir zamanlama hatasıydı.Kelimeler onun rızasını beklemeden kayıp gitti dudaklarının arasından:
- Sana aşığım..
- Değilsin.
- Hissettiğim şeyi adlandıracak yaştayım..
-Değilsin..
-yaş mı?
-Hayır.. Aşk değil bu.
-Ya ne?
-Bilmiyorum.. Değil ve olmamalı..
-.......
-.......
- Birşey söyle..
-Kahve için sağol.. Şimdi gitmeliyim.
-Birşey söyle.. "belki birgün" en azından.
-..........

Ve gitti.
"Belki birgün"ü bile bırakmadan gitti..
Nescafe paketlerini saydı bir daha, ne acı hiç eksilmemişti...

18 Aralık 2008 Perşembe

Sihirli değnek...

Hayatımda değiştirmek istediğim şeyleri düşününce sihirli bir değneğim olsa keşke derdim..
Şimdi düşünüyorum ; bunu istememin tek sebebi tüm bunları değiştirecek gücümün olmadığını düşünmem mi yoksa?

Zayıfken insan büyülü şeylere mi ihtiyaç duyuyor yoksa..

Hala sihirli bir değnek istiyor muyum?
Bazen
..

17 Aralık 2008 Çarşamba

Üç Silahşörlerim..

Üniversite 2.sınıfta kahvehane ihtisasımı tamamlamış, civardaki cafelerden birinde konuşlanmıştım.. Oranın müşterisi mi, çalışanı mı olduğumuz zaman içinde birbirine karışsa da çok güzel günlerdi. Onunla da orda tanışmıştık. Bu konuda çok detaya girmeyeceğim. Söyleyebileceğim tek şey, etrafındaki insanların Ona karşı tavırları kendimi first lady gidi hissetmemi sağlıyordu ve ben bundan karşı koyamadığım bir keyif alıyordum. Üç silahşörlerle de o sırada tanışmıştık.. Tanışma değildi aslında.. Sadece masamızın yanından geçerken verilen bir baş selamı ve ceket ilikleme seramonisi..

Masamızın yanından geçip ,cafenin en dipteki masalarından birine otuturlardı. İçlerinden biri ile(ki adının Gürkan olduğunu daha sonra öğrenecektim ) her defasında göz göze gelirdik. O gözlerin bana "merhaba" dediğini hissederdim. Ben de ona merhaba derdim. Ve bu selamlaşma sadece bir kaç saniye sürerdi.
Gel zaman git zaman, içimde üç silahşörleri tanımak, onları keşfetmek arzusu filizlendi.. Dartanyan olmak belki de.. Ne bileyim işte böyle birşeyler. Ama küçük bir sorunumuz vardı. Ben erkek değildim.. Onların, kurtlar vadisi tarzı haytlarında ben sohbet edilesi bile değildim. Onların kendilerinden şan belkeyen ülkü denen nazlı gelinlerinden başka dişi ile işleri olmazdı. Bu durum beni daha beter tahrik ediyordu..
Önce küçük merhabalar, sonra masaya bırakılan demli çaylar, arada bir sigara alabilir miyim, şu kitaba bakabilir miyim derken bir de baktım masalarına oturmayı başarmışım.

Üç silahşörler ...
Herbiri farklı coğrafyadan gelmiş, renkleri, giyim kuşamları, şiveleri birbirinden farklı üç güzel genç adamdı onlar.. Murat, Gürkan ve Mesut..
Murat, kapkara bir çocuktu..Kömür karası gözleri vardı. Sanırım hayatımda gördüğüm en parlak gözlerin sahibiydi.. Muhteşem bir sesi vardı. Bozlakları sevdiren de onun sesi olmuştu bana.
Gürkanla, aslen hemşehriydik. Çok güzel bir çocuktu.. Allah her kuluna yemyeşil gözler ve sürmelenmiş kirpikler konusunda bu kadar cömert davranmamıştır sanırım.. Mahzun bir yanı vardı hep, hep ağlayacak gibi bakardı.
Mesut, içlerinde en ciddi görünendi. Konyalıydı.. Sürekli takım elbiseyle gezmesi, İstanbulun fırlama kızlarınca "damat" lakabının takılmasına yol açmıştı.. Çok az konuşurdu .. Çok az ve hep alçak sesle..
Tertemiz çocuklardı..
İçlerinden en çok Gürkan'la sohbet ederdik.. Diğerleri utangançtı.. Ve ben, İstanbul şımarıklığımın zirvesindeydim.. Ama yine de samimiyetim ve etraftaki kızlara pek de benzemeyen tarzımla kabul görmüştüm..
Bu arada Onunla ilişkimizde garip karışıklıklar yaşıyordum.. Kimsenin onaylamadığı bu ilişkiyi konuşabildiğim tek kişi Gürkan'dı. Bir gün ağlayarak ona sorduğum soruyu hatırlıyorum.. "Allah ,her günahı affeder mi?" "Eder,inan bana eder.." ( Sahi eder mi?)
Onu terkettim..Birgün ansızın terkettim.. Korktum..Kaçtım..
Yeniden bir öğrenci gibi yaşamak istiyordum, yeniden akranlarımla 19-20 yaşımı yaşamak.. Bu arada üç şilahşörlerimle daha da yakınlaşmıştık.. Evlerine bile giriyordum..Hafta sonları gidip , kahvaltı hazırlıyordum onlara..Sonra , onları evden kovup, temizlik , bulaşık ,yemek faslına girişiyordum. Seviyordum bu çocukları...
O ara ne oldu bilmiyorum.. Murat'a karşı garip bir çekim hissetmeye başladım. Allahım, insanın bu kadar yakın olduğu birine aşık olması ne büyük bir kabus... Artık , gözlerine bakamamya başlamıştım, espri yapamamaya.. İşin ilginç olanı, o da aynı durumdaydı..
Bir gün Gürkan yanıma geldi ve pat diye " ya Onunla barışırsan " dedi.. O konunun kapandığına dair yemin ettim. Ama bana inanmamıştı.. Sonra bütün cesaretimi toplayıp Murat'a karşı hissettiklerimi anlattım.. Sustu.. Hiçbirşey demedi...
Günler geçip duruyordu.. Ortalıkta kimsenin birbirine itiraf edemediği ama herkesçe malum bir aşkı sessizce yaşıyorduk... Taa ki, büyük reis olaya dahil olana kadar.
Üç silahşörler benden uzaklaşmaya başlamıştı. Cafeye gelmiyorlardı.. Evlerine davet etmiyorlardı.. Bir el onları çekip almıştı benden. Gürkan'dan öğrendim.. Büyük reis " o kız" dan uzak durun diye buyurmuş.. Kendimi hakarete uğramış gibi hissettim. Bu herif beni ne sanıyor diye deli oluyordum.. Bir gün okul yolunda karşılaştık. Bütün cesaretimi toplayıp yanına gittim.
-Senin benimle derdin ne?
-Seninle bir derdim yok.
-Çocuklara benden uzak durmalarını söylemişsin.
-Doğru.
-Neden?
-Öyle olmalı da ondan.
-Yok yaaa.. Sen öyle emrettin diye mi.. Bana bak! Ben senin sandığın gibi orospu değilim.
-Kes sesini Salakça konuşma.
-Neden? Sorun bu... değil mi?
-Sorun bu değil.. Sorun işlediğin cinayetin farkında olmaman..
-Ne?
-Gel benimle
...

Peşine takılıp yürüdüm.. Küçük köhne bir kahvenin önünde durduk..
-İçeri bak!
-Burdalar..
-Şimdi içeri gir ve selam ver.. Otur bir sigara iç .Sonra gel.. sana ne olduğunu anlatacağım.
İçeri girdim.. Hararetli bir sohbeti, bölen sitemli bir selam verdim:
-Vayyy kaçaklar.. Bulamam mı sandınız.. Hadi bi çay söyleyin de içeyim.
Çayımı içtim.. İzin isteyip kalktım.. Büyük reisleri kapının dışında beni bekliyordu.
-Anlat bakalım..
-Gözlerine baktın mı?
-Kimin?
-Gürkan ve Murat'ın.
-Yoo..
-Belli.. Zaten hiç bakmadın ki..
-.....
- Sana aşık.. İkisi de.. Ve ikisi de birbirinin hissettiklerini de farkında.. Aslında bunun farkında olmayan bir tek sensin.. Bu bir cinayet.. Sen o dostluğa kıymaya değer misin sence?
Sustum.. İçim da bir şeyin koptuğunu düşündüm.. Ve gariptir, düşündüğüm tek kişi Gürkan oldu.. Ona , Muratı anlattığım zamanları düşündüm.. Ona yaptığım işkenceyi..
..........
O , Cumartesi sabahı yeniden gittim yanlarına..Davetsiz olarak ilk gidişimdi. Murat uyanıktı..
Her zamanki gibi çayı demledim.. Kahvaltıyı hazırladım. Sevdikleri böreklerden de almıştım...
Neden yaptım bilmiyorum, Gürkan'ın aralık duran kapısından içeri baktım. Kirpikleri muhteşem görünüyordu..
Artık burda bir işim kalmamıştı.. Kapıda ayakkabılarımı giyerken Muratın sesini duydum:
-Gidiyorsun..
-Hıı Hı..
-Ona birşey söylememi istermisin.
-Yok.. Birbirinize iyi bakın.

Bu son görüşme oldu.. Bir daha okulda, cafede hiç karşılaşmadık.. Zaten O arada ben Onunla barıştım evlendim vs.
Oğlum bir kaç yaşındaydı.. Bir bahar sabahı kahvaltıdayız ailece.Birden ayağa kalktı.. "Kardeş nasılsın " diye kucakladı bir adamı.. "Gel ,eşimle tanış" dedi..
Murat....
Merhaba demek için elimi bile uzatamadım.. Oğluma sıkıca sarıldığımı hatırlıyorum sadece.
Gözleri her zamaki gibi parlaktı..

15 Aralık 2008 Pazartesi

Anneciii


Anneciiii ;

Annecim değil, anneciii.. Çocukken böyle derdim dimi ben sana..

Bu sabah "hepi pörtlek suuyuuu" şarkısını en neşeli sesimle mırıldandım sana.. Uyku sersemiydin sanırım ,sesimdeki neşenin sahte olduğunu anlamadığına göre.. Yoksa, sen de mi sesimden halet-i ruhiyemi anlama yakınlığını yitirdin.. Yoksa 1000 km. seninle beni de mi bitirdi.. Yok ,yok.. Kendimi kanatmayacağım bu konuda..


Çok yorgunum;

Şimdi gelsem ..Dursam öylece kapının eşiğinde.. Üstüm başım çok pis anne. Pantolonumun dizleri yırtılmış düşmelerden.. Üstelik leş gibi kokuyorum..Kokuma kendim bile katlanamıyorum anne.

Kirlendim anne.. Sakın kirlenmek güzeldir esprisini yapma bana. .Gülemiyorum. Yüzümdeki tonlarca yükü kaldırıp gülemiyorum anne..


Kirliyim.. Hiç olmadığım kadar.. Hiç ummadığım kadar.. Küçük suratlı kızından hiç beklemeyeceğin kadar..

Kalpler kırdım anne, gönüller çeldim, gözü yaşlı adamlar, nefret eden insanlar bıraktım arkamda.


Yorgunum...

Sakın yanlış anlama beni anneci ne olur..Hani 6 yaşımdaydım, hani en yakın dert ortağındım senin hatırladın mı? Peki o günlerde bana anlattıklarını.. Sen, neden masallar yerine göz yaşlarını anlattın sahi anne? Biliyor musun o günlerden sonra hiçbir erkeğe güvenemedim.. Bana güvenmemeyi öğrettin anneci neden? Biliyorum niyetin bu değildi, bunu kestiremezdin benim 6 yaşımda sen daha küçücük bir genç kızdın bu çağa göre, bunu akledemeyecek kadar küçüktün.. Kırgın değilim.. Ama merak etme, uğradığın bütün ihanetlerin, bütün ihanetlerimizin intikamı alındı.. Kendimi bölmek pahasına alındı.. Artık içimde kalan tek nefret kendime.. Ama hala kendimi yok edemiyorsam demek ki yeteri kadar nefret edememişim kendimden..


Sana gelsem dedim ya ..Dursam öylece kapının eşiğinde.. çok kirliyim söyledim elbiselerim leş gibi.. Sarhoş kusmuğu, biraz göz yaşı ve en tiksindiğim şu bana ait olmayan ter kokusu...


Hani küçükken sokaktan geldiğimizde bizi eve almazdın ya pis kıyafetlerimizle.. Yine öyle kapının önünde soyup alsan beni içeriye.. Banyoya soksan.. Hayır, şofben istemiyorum.. Çocukluğumun banyo kazanını yak bana.. Gümbür gümbür yanan kazandan, küçük korlar çatırdayarak fırlasa, cısss diye sönse banyonun taşına düşüp. Suyu hazırlasan, yine herzamanki gibi biraz sıcak olsa.. Öyle olunca kirler daha iyi çıkıyordu değil mi... Ben yine sudan korksam, su burnumdan akarken boğulmaktan.. Yüzüme atletimi kapatsam, sen yine kızsan "aç şunu,yüzün temizlensin " diye bağırsan.. Saçlarımı yıkasan ,tırnaklarını hissetsem.. Sonra, lifi alıp var gücünle ovalasan her yerimi.. Kızarana kada ovalasan, bütün o pis deriyi kazısan atsan vücudumdan..

Sonra, mis kokan, o bembeyaz havluya sarsan beni. Bornoz değil anneci, havluya sarsan, o beyaz havluya.. Kucaklayıp çıkarsan banyodan.. Kombili evin metal ısıtıcısını istemiyorum anne.. Sobayı yak.. Beni o minderin üzerine bırak.. O sobayla duvarın arasındaki mindere.. Hani oraya, her girişimde dedemin "kızım çık ordan, bi tarafın yanacak "dediği yere uzansam.

Gelirken getirdiğim elbiseleri sobaya atsan, yansalar bir güzel, sonra bir daha yansalar, külleri de yansa sonra.. Yok olana kadar yansalar...Sen en sevdiğim elbisemi giydirsen bana.. Hatırlıyorsun değil mi hangisi olduğunu.. Evet ya, o kırmızı olan..Hani bayramda.. Neyse...


Olmayacak değil mi bunlar.. Büyüdüm dimi anne.. Koca kadın oldum dimi.. Haklısın..

Hiç olmazsa uyusak beraber..Eski öğlen uykularımız gibi.. Parmağımı saçına dolasam.. Sakın yanımdan kalkma olur mu, ben uykuya dalmadan.. Bilirsin ya, gittiğini hissedersem uyuyamıyorum... Yanımda kal, hiç olmazsa ben uyuyana kadar.. Ben uyusam, sen usulca çözsen saçını parmağımdan, kalksan gitsen...


Ben..Ben..

Hiç uyanmasam.....



Canım yanıyor..

Canım yanıyor..
Bir yanımda koca bir kesik hem de kör bıçakla.
Canım yanıyor,
Böylesini bilmezsin.


Canım yanıyor
Bir yanımda koca bir kesik hem de kör bıçakla.
Sesler...


Duymak istemediğim sesler..


Sesimi soluğumu kesen..


Sesssizliği korkuyla dinleten..




Hira'dan gelmiyorum oysa.


Ne örtünecek bir örtü,


Ne örtecek biri..


Gizlenmek istiyorum, bulmasın beni.




Çocuk olsam,


Öcüler derdim


Korkup saklanırdım annemin kucağına


Bulamazdı öcüler.








14 Aralık 2008 Pazar

Biz iki hırçın Karadeniz dalgasıydık...


Sakin göllerin kuğusuyduk

Salınarak suyun yanağında

Yarılan ekmeğin buğusuyduk.

Olmasaydı sonumuz böyle.




Ama biz sakin göllerin kuğusu değildik.Biz hırçın iki karadeniz dalgasıydık.


Sürekli bir çırpınış, bir dövüş haliydi bizimkisi. Ne zaman durulur gibi olsak ,kısa süreli bir sükunet olduğunu bilirdik ikimiz de. Hızlı alınan bir nefes, bir masum üfff bile yeterdi bizi bulandırmaya... Beraber kıyıları döverken bile birbirimizi döverdik en çok.. Hal böyle olunca aşkın en yorucu haliydi yaşadığımız.


Sakin aşklar vardır hani uysal aşıklar.. Hani huzurla birbirine sarılan dallar gibi, birbirini doyasıya okşayanlar.. Uzanıp gün batımında sessizce güneşin batışının seyrine dalanlar. Hani, okşanan saçlar vardır, koklanan, uzun uzun seyrine dalınan saçlar.. Aşk , saçla kurulan bir ilişki olsaydı bizimkisi yolarcasına olurdu , canını yakarcasına..


Biz iki hırçın karadeniz dalgasıydık.Daha kendimize bile huzur veremişken, ruhumuz kendi içimizde bile dinginliğini bulamamışken ve dahası bulamayacakken, aslında ne kadar talihsiz bir rastlaşmaydı bizimkisi..


Marazi bir durum gibi görünüyor değil mi? Evet.. Normal biriyseniz.. Ve huzursa tercihiniz her aklı başında insan gibi, bu dövüşür gibi sevişmeleri anlamanız üzgünüm imkansız.. Yorucu ve anlamsız gelecektir size.. Ama dedim ya biz hırçın iki karadeniz dalgasıydık ve tek bildiğimiz bu bitmek bilmeyen bu çırpınışlardı.. Durulmak isterdik bazen, ama bilmezdik durulmanın yolunu.. Durulmanın yolunu bulamamak bile yeterdi çırpınmaya.


Şöyle bir ağız tadıyla birbirimizin gözüne bakamadıysak bundandır..


Bundandır, şiirler okuyamayışımız bitmesini istemediğimiz gecelerde.


Biz, sevişmeleri bile dövüşür gibi yaşayanlardık.. Sanki bu defa sonmuşçasına, hırsını alırcasına, kanarcasına , kan ter içinde kalırcasına yığılırdık yatağa.. Sakin okşayışlar kandırmazdı bizi..


Uğrunda yorulmadığımız hiç birşey keyif vermezdi bize.. Kolay fetihlerin fatihleri olamazdık. Kim bize geldiyse kaçmalarımız, kim kaçtıysa ölümüne kovalayışlarımız bundandı.


Teslim olmayı sevmezdik.. Bir avuç su değildik ki avuçlara sığalım. Biz iki hırçın karadeniz dalgasıydık ve teslim olanı dalgamızda yok edip teslim alınacak zerrelere yönelecek kadar da istilacıydık. Birbirimize tesilm olmayışımız yada aslında olamayışımız da bundandı..


Biz iki hırçın karadeniz dalgasıydık, köpüren , köpürdükçe birbirine karışan.. Birbirine karıştıkça yoran, yordukça daha da arzulanan.


An'ı kaçırmakla, hayatı ıskalamakla suçlanırdık hep.. Ama bizi biz yapan buydu.. Buydu "an"dan , "hayat"tan anladığımız.. Bizim en vahşi ,en insan, en biz olduğumuz yanımızdı bu hırçınlık... Bunu kimseye anlatamadık.. Aslında anlatabilmek gibi bir kaygımız da olmadı pek."İşinize gelirse" makamındaki şarkıların bestekarıydık.


Şiir nasıl da usul usul diyor ;Sakin göllerin kuğusuyduk, Olmasaydı sonumuz böyle diye..


Ama biz iki hırçın karadeniz dalgasıydık, başka bir sonumuz olamazdı ki...






Gidiyorum ama.....

Zaten dar olan yol burda tam bu notkada daha da daralıp ikiye ayrılıyordu..
Orda ,tam orda , tam o noktada durdular.. yol boyunca tek kelime konuşmamışlardı.. Sanki korunması gereken kutsal bir sessizlik vardı.. Kadın yorgundu. Adamsa.. Adamın bulunduğu hal meçhuldu..
-Şimdi mi ? diye sordu adam.
-Evet şimdi.. Tam şimdi.. Şu anda..
-Tam da... Ama neden şimdi..
-Zaten aylardır istediğin de bu değil miydi?
-Evet ..Ama...
-Ama.. Ama diye başlayan cümlelerini ezbere biliyorum.. Her birini inkar etmeye çalıştığım "ama"larını biliyorum.. İşin kötüsü haklıydın biliyor musun..
-Haklı mıydım? ama...
-Bak işte yine bir "ama" cümlesi.. Eminim bu defa da haklı olacaksın..
-Yok bu öylesi değil..
-Sen değil miydin.Bu siyah artık gözlerimi yoruyor.. sana beyaz daha çok yakışacak diyen. Sen değil miydin,bu siyahı giymemen gerek diyen..Sen değil miydin, senin gibi biri beyaz giymeli siyah değil diyen.
Adam sustu.. Haklıydı kadın.. Bu cümlelerin hepsi O'nundu. Pişman mıydı? Meçhul...
-Ve ben artık, o giymem gerektiğini söylediğin beyazları giyiyorum.
-Bunu istiyor musun gerçekten?
- Ne önemi var.. Senin hoşuna gidecek, daha az rahatsız olacaksın benden..
-Buna katlanacaksın yani, öyle mi? Sırf benim için.
- Bütün bunların ne önemi var..
-Ama o şiir...
-"Bir sen yeteceksin cehennemde yanmaya"
-Neden şimdi...
-Çünkü artık masalımın ucunun bağlı olduğu gerçeği görüyorum.. Ve senin bunu...
-Ve benim bunu.... ne?
-Boşver..

Kadın siyahlardan ,beyazlara bürünür bir anda...
-Artık siyahlar olmayacak mı? diye sorar adam..
Kadın, beyazlarının altına gizlenmiş siyahlarını gösterir...
-Onlar hep burda.. Sadece artık sen görmeyeceksin ...
-Ama yol çok uzun.. Yaklaştıkça sıcaklık artacak.. O zaman belki de soyunacaksın..
-Sıcağa ne kadar dayanabileceğimi tahmin bile edemezsin.
-İyi de neden şimdi?
-Çünkü şimdi hazırım...

Derin bir nefes alır kadın.. Çatallaşan yola bakar..
-Burdan sonra iki ayrı yolumuz olacak..
-Evet... Ama...
-Hala "ama" diyorsun... Hadi şimdi önce sen..
-Peki bir gün...
-Bir gün siyahlarımı istediğinde bunu gerçekten istediğinde, siyahlarım ve ben seni duyacağız inan.
-O gün.. Yani eğer olursa... gelecek misin...
-Eğer gerçekten istemişsen, gelmemek mümkün olmayacak biliyorsun değil mi..
-.....
-Kendine iyi bak...
-.....

Ve devam ederler yürümeye .her biri kendi yolunda..
Kadın şiirini okumaktadır geceye :
-Bir sen yeteceksin cehennemde yanmaya"
Adam....
Meçhul...

Ve bir mavi yıldız düşer o anda.. şehir maviye boyanır...

12 Aralık 2008 Cuma

az daha unutuyordummmmm

Aslında bu yazıyı yazmayacaktım ama söz ağızdan bir kere çıkar.. Hani şu geçen gün Esrik öfkeye yorum yazan arkadaşla ilgili.. Bak gördün mü seni önemsedim, hakkında üçbeş satır lutfettim bile, hadi, sevin bakalım...

Şimdi arkadaşlar, blogta her nekadar isimler farklı görünse de arkadaşımın mail boxına düşen mesajın göndereninin adresi bire bir benimki ile aynı.. İşten eve geldiğimde aldım bu kutlu mutlu ulusal haberi..Şaşırdımmmmm....
Eve gelip gmailimi açayım dedim, aaa o da ne gmail adresim kullanılıyor görünüyor... Ne hoşşş...Yani ,şu yazdığım kendime mail yollama hikayem gerçek olabilir her an..
Belli ki bu arkadaş teknolojiyi kullanmayı biliyor.. Yani benim kadar teknoloji özürlüsü değil.. Zira ben bu konuda yapılabilecek bir sürü hadiseye hala mucize muamelesi yapıyorum..

enteresan olanı, esrik öfke ile henüz tay tay durma düzeyinde bir dostluğumuz varken, zat-ı muhteremin onikiden vurarak benim adresi seçmesiydi..Allahtan tahriklere kapılmayacak kadar kocaman insanlardık, hatta olayın geyiğini bile yaptık..

Farkında mısın sana ne kadar değer atfettim :)
Bak arkadaşım!
Ben derim ki mevcut zeka ve enerjini daha verimli şekillerde değerlendirsen vatana ve millete hayırlı bir evlat olsan biz de seninle gurur duysak iyi olurdu..
Ama diyorsan ki tarzım bu; yani pislik yaparak bile olsa gündeme gelirim o zaman sana en kalbi sevgilerimi ve dahi saygılarımı sunuyor, gözlerinden öpüyorum..

İmza: Öz hakiki Noname...

11 Aralık 2008 Perşembe

BEN diye biri...


Suyun kenarında durdu ve sudaki aksine baktı.. "Şayet gördükleri buysa insanların, benden kaçmalarını anlıyorum" dedi kendi kendine.. Suda gördüğü bir canavardı.. Korktu .. Korkusunu yendi .Bir daha baktı suya.."Bir adam yaratmak" geldi aklına.. "Bir canavar yaratmıştı." "Seni yaratan bensem öldürmeye de muktedirim" diye mırıldandı..Elini soktu suya, sudaki aksini dağıttı.. Varsın Lethe olmasındı ırmagın adı. Bir avuç su aldı, yüzünü yıkadı.. Yüzünü akıttı suya..Aynı yüzü görmekten mi korktu bilinmez,bir daha bakmadı suya .. Unuttu mu peki.. Kimbilir

.......................................

"Ben" diye başlayan cümleleri sevmem..Kimse sevmez zaten..Ben diye başlayan cümleleri kuranları de sevmem.Arkadaş gruplarının en itici tipleridir onlar..Kendini olmazsa olmaz, vazgeçilmez ve herkesten farklı ve özel sanandır.. Lakin, öyle bir an gelir ki o an "ben" diye başlayan cümleler kurması gerekir insanın.. Yada belki de gerekmez de "O" yine kendini "bir halt sanır.Zanneder ki, kendi için anlatılması gereken "ben"i çok merak etmektedir insanlar.. Öyle bir andayım arkadaşlar ve size bir dolu "ben" cümlesi yazacağım az sonra. Yani yazının devamını okumak zorunda değilsiniz.

........................................

Ben kimim?Neyim ? Ne yapıyorum? Amacım ne?

Tırnağı en yırtıcı hayvanın pençesinden

Daha keskin eliyle başını ensesinden

Ayırıp o genç adam uzansa yatağına

Yerleştirse başını iki diz kapağına

Soruverse ben kimim ve bu hal neyin nesi

Yetiş yetiş ey sonsuz varlık muhasebesi


Dante misali ortasındayım ömrün demek, yaşımı söylemenin en artistlik yolu.. Henüz şakaklarıma kar yağmadı ama olsun.. İrice bir çekirdek ailede doğup büyüdüm Ortanca çocuk olmanın dayanılmaz ağırlığıyla. Bütün angarya işler "ablan, koca kız , O mu yapacak" yada "bi damlacık çocuk kardeşin mi edecek" denerek tarafımdan istenirdi. Ailenin en uyumlu , en geveze, en yedi kralla barışık tipiydim. Takdir belgesi asla eksik olmayan illk-orta- lise yıllarından sonra babama karşı çıkamayarak " daha iyi maddi koşullar sağlayacak" bir iş bulmanın ilk adımı olan üniversiteye başladım.. 2. sınıfa geçtiğim anda okul benim için kahvenin yakınlarındaki bir binadan ibaretti.. 3. sınıfta tanıdım Onu. Türk filmi aşkı yaşadık, romantik komediler gibi evlendik.. Kemalettin Tuğcu kitapları tadında günler yaşadık.. Daha detayi aile mahremiyetine ihanet olacağı için bu konuları es geçelim.

Yazmak...

Yazmazsam ölürdüm filan demiyeceğim..Yada yazmak ,benim için nefes almak gibi bir şey gibi beylik lafların ardına da sığınmayacağım.

Kelimelere aşığım.. Onlarla acemice de olsa dans etmeyı, onlarla sevişmeyi, koynuma alıp yatmayı, onlara sarılıp ağlamayı seviyorum.

Üniversite yıllarımda acemice yazılan şiirler, ilk beğeniye sunulduğunda elime insafsızca tutuşturulan Necip Fazıl'ın Çile'si ile şevkim kırılmış oldu.. Biraz kendimi toparladıktan sonra, yeniden "yazmaya çalışmaya" başladım. Garipti, sadece üzgün olduğum zamanlar yazabiliyordum.Sanırım etrafımda "neşeli anları" paylaşacak insan çoktu. Yada ağlayacak insanım yoktu. Birgün bu yazılar, hiç geçmemesi gereken birinin eline geçti.. Suçun adı konmuştu :Kötü anıları biriktirmek.. Cezası: Yazıların yırtılıp atılması.. (keşke hafızamın belli bölümlerini de yırtıp atabilseydi.) Kelimelerle arama uzun bir ayrılık girdi.. Taa ki...

Taa ki, Onunla rastlaşana kadar..O.. Anlamsız bir ortamda, aptalca bir şekilde tanıştığım, anlamını bilemediğim ve karşı koyamadığım bir şekilde içine işleyen O. Kendini her nekadar sarı çizmeli mehmet ağa sansa da hayatımda ifade ettiği yeri kendime ve kendisine izah edemediğim, dostu olmaktan geçip arkadaşı bile olamadığımı acı olsa da bildiğim O...

Yazdığım bir yazıya, hiç de kendisinden beklemediğim bir övgü cümlesi yazmıştı.. Kelimeleri hatırlatmıştı bana.. Belki de Onu özel kılan buydu.. Kelimeleri ve unuttuğum birsürü şeyi bana hatırlatması yani..

Her ruha zerkedildiğine inandığım haller vardı.. Çocukluk, gençlük, orta yaş, yaşlılık halleri.. Ve bu haller mutlaka ama mutlaka yaşanacaktır.. Hiç birini es geçemezsiniz, yok sayamazsınız.. Zira birgün atlanmış , yaşanmamış bir yaş, geri teper ansızın.. Bir çıban çıkar ruhunuzda, zonklamaya başlar.Bu ağrı yaşadığınız hiç bir ağrıya benzemez..

Turfanda sebze meyveler gibidir, geç kalınmış atlanmış halleri yaşamak..Komik olursunuz... Komik olmayı göze alabilirseniz, tadı asla gerçeğine benzemese de, bir iki lokma yiyebilirsiniz bile..

İşte bundandır yazmalarım..

Zihnimden atamadığım "kötü anılar", "turfanda aşklar", "orta yaş masalları"..Ama hepsi gerçek , hepsi "Ben."

Beğenilmek gibi bir kaygısı olmadı yazıların.. kanaatlerinizi umursamadığım için değil, yazıların muhatabından bir yankı beklediğim içindi.. Ve o yankı hiç bir zaman gelmedi...

Söze tesirini veren Allahtır, ve söz dudaktan çıktığında kulağa, kalpten çıktığında kalbe ulaşırmış derler.. Ulaşmayan sözler samimiyetsizliğinden midir sadece.. Mühürlü kalplere ulaşamayan sözleri nereye koyacağız şimdi..

(Yine aynı şeyi yapıyorum.. Acziyet insanı saldırganlaştırıyormuş gerçekten.)


Bir ağaca adımı kazır gibi yazmak, bir iz bırakmak kimse görmese de. Öylesine geçip gitmemek bu hayattan.. "Ben de vardım bir zamanlar" ve "bunlar da yaşandı" diyebilmek için..

Belki de kendimi önemsediğim için yapıyorum bunu bilmem...

9 Aralık 2008 Salı

Kaybedenler kraliçesi


Burda çalışmaya başladığımın ilk günüydü.Masalar yavaş yavaş boşalmaya başlamıştı. Kazananlar yüzlerinde aç gözlü bir gülümseme, kaybedenlerse "yarın mutlaka" diye söylenerek yavaş yavaş kumarhaneyi terketmekteydiler. Mekancı saate baktı, nereseyse dörde geliyordu. "Birazdan gelir" dedi kendi kendine.
-Kim?
-Kaybedenlerin kraliçesi.
-Kaybededenlerin kraliçesi mi?
-Gelince görürsün..
Bir kaç dakika sonra kapı açıldı. Şimdiye kadar gördüğüm en yorgun yüzün sahibiydi gelen. Kadın olduğunu masaya yaklaştığında ancak farkedebilmiştim.Hoyratça kırpılmış saçları ve çelimsiz bir oğlan çocuğunu andıran vücuduyla, ayaklarını sürüyerek masaya ulaştı."Erkelere mahsus" bu mekanda gördüğüm tek kadındı.
-Ama,, Bu bir kadın..
-Şşşşttt.. Sakın müdahale etme..
İçeri girdiği andan itibaren bütün gözler ona mıhlanmış gibiydi. Zar, pul, kağıt ve diğer tüm sesler donmuştu. Masaya oturmasıyla beraber meraklı bakışların sahipleri, bir büyünün esrarına çekilenlerler gibi halka oluşturdu çevresinde.
Gözlerimi yüzünden alamıyordun. Aynı anda bu kadar tezat ifadeleri yüzünde birleştirmeyi nasıl başarabilmişti. Çocuk değildi, kadından eksik, erkekten fazla, öfkeli ama bir okadar merhametli, çaresiz ama bir o kadar muktedir.
Ürperti.. Evet, tek hissettiğim buydu.. Biraz sonra Tanrılar için kurban töreni başlayacak gibiydi.. Neden böyle düşündüğümü bilmiyorum ...
Siyah pelerininin çebinden, kadife bir örtü çıkarıp masaya fırlattı.. Örtü açıldı.. Bir zarın açılmış görüntüsü... 1'den 6' ya kadar sayılar.. Neredeyse parçalanmak üzere olan bu garip örtüye hiç bir anlam verememiştim.
Bir sigara yaktı ..Elleri siyah eldivenin içinde o kadar küçüktü ki.. O an o elleri görebilmek için bir haftalık yevmiyemi feda edebileceğimi düşündüm..
Mekancı güçlükle duyabileceğim şekilde fısıldadı:
-Sadece 3 oyun.Tek başına.. Ve yine kaybedecek...
Ceplerinden beş kırmızı kese çıkardı. Ve her birini özenle yerleştirdi.
1-5-2-3-6 .. Sadece 4 ü boş bıraktı.
Avuçlarının içinde birden beliriveren zara baktı.. Tek bir zar.. Bu nasıl bir oyundu.. Kime karşı oynanıyordu.. 5 sayıya kese bırakılmıış, biri boş.. Hiçbir şey anlamıyordum.
Mekancı ile göz göze geldiler.Sigarasından derin bir nefes çekti.. Zarı kadife örtünün üzerine fırlattı. 2....
sessiz kalabalıktan " Ooooooo" sesi yükseldi.
Mekancı örtünün üzerindekileri toparladı..
Tekrar beş kese... 2-6-1-4-3. Bu defa 5 boşta.. Zar tekrar atıldı.. 4...
Örtüdekiler toplandı.. Ve 3. oyun.. Keseler 5-4-2-6-1 e yerleşti.. 3 boşta .. Zar atıldı..6..
Her defasında sessiz kalabalık mucizenin gerçekleşmesine hayret edercesine " Ooooo" diyordu..
Mekancı örtüdekiler topladı.. Yüzünde sevinç yada üzüntü belirtisi bir ifade aradım. Yoktu.. Ve içeri girdiği gibi ayaklarını sürükleyerek çıkıp gitti.
Bu oyun günlerce sürdü.. Günlerce geldi ve her defasında cebindeki beşerden toplam onbeş keseyi bıraktı ve gitti.
Kimdi ,ne yapmaya çalışıyodu bunları öğrenmek arzusu ile çıldırıyordum..
O gace de sabaha karşı geldi ve kaybetti.. Peşi sıra çıktım .. Olanca sessizliğimle onu takip ediyordum.. Bu esrarı çözmekle memur edilmiş gibi hissediyordum kendimi.. 4 katlı köhne apratmanın kapısından içeri süzüldü, ben de peşinden.. Işıkları bile yakmadan ilerliyordu.. Merdivenleri karanlıkta çıkabilme ustalığını edinmişti.. 3.katta bir daire kapısı, sessizce açıldı.. Kapıyı arkasından açık bırakması garipti..Öylece kaldım.. Kanımı donduran bir ses ile adeta emretti:
-Gir..
Yakalanmış bir hırsız gibi huzursuz olmuştum..
-Farkettin demek. diyebildim
-Biliyordum.
-Kimsin sen?
-... Merak ettiğin bu mu?
-Bu ve bir de...
-Kimim ben.. Hiç kimse.. yada herkes.. Bilmem.. Farkeder mi..
-Peki şu oynadığın oyun..
Gözlerinde korkunç bir öfke ile döndü..
-Oyun mu.. Ben oyun oynamam.. Hem de hiç.. Kumar...
-Kime karşı?
-Kendime..
-5 sayı dolu sadece biri boş.. Neden hepsine oynamıyorsun.
Alaycı bir ifade ile, isteksizce cavapladı..
-Kaybetme ihtimalini sıfırlarsan kumar olmaz ki..
-Madem şansına bu kadar güveniyorsun , o halde neden tek sayıya oynamıyorsun?
-O zaman da zarın itaatini neye imtihan edeceğim.
-Peki ya keselerin içindekiler.. Onlar ne?
- Anlar.. Anılar.. Dün.. Bugün.. Gelecek..
-Peki bu kadar kaybetmekten korkmuyor musun..
Hiç birşey anlayamamama hayret bile etmeden baktı yüzüme..
-Korkmak mı.. Kaybetmekten mi.. Kaybetmekten korkan bir kumarbaz gördün mü sen...
Bu gece boyunca son konuştuğumuz cümle oldu..
Birden bütün ışıklar söndü.. Alkolün mü yoksa başka birşeyin mi etkisiyle bilinmez kendimden geçmişim. Belli belirsiz hatırladığım tek şey yatakta dönüştüğü şeyin şimdiye kadar görmediğim ve hissetmediğim bir şey olduğuydu..Bilmediğim bir tad, garip bir ürperti.. Bu sevişmek değildi.. Sevişmek böyle birşey değildi.. Bunun adı neydi.. Bütün bunların anlamı neydi? Kimdi? Yoksa aklım bana garip oyunlarından birini mi oynuyordu.. Bu hal kaç saat yada gün sürdü bilmiyorum. Kendime geldiğimde, devasa bir yatağın içindeydim.. Siyah pelerini ile gitmek üzere hazırlanmıştı.. Yataktan doğrulup ardından seslendim:
-Nereye?
Döndü .. Yüzünü son görüşümdü...
-Kaybetmeye...
Bir daha mekana gelmedi.. Bir daha o köhne apartman dairesine de gelmedi..
O gece rüyamıydı ,gerçek mi asla bilinmedi.

5 Aralık 2008 Cuma

Renklerime siyah damladı yine...


Hani çekip gitti-m ya senden,

Bu kadar umursayacağını bilmiyordum inan.

Giderken senden çaldığım renklerle boyuyorum düşleri

Gökkuşaklarına uyanıyorum hersabah

İçimde kıpır kıpır bir hüzün

Baykuş seslerini duymuyorum geceleri

Bölünmüyor artık uykularım,

Seni başka kollarda bulduğum kabuslarla.

Gördüğüm her maviye gözlerin mi acaba diye irkilmeden

Hüngür hüngür gülüyorum hatta bazı şarkılarda..



Evet gitti-m

Artık , kaçarcasına yaklaşıyorum hayata

Yelkenlerimi yakıyorum yeni aşklara

Her sevişmede hayalini kurmuyorum artık,

Yere düşürdüğün kelimelerde bana dair birşeyler aramıyorum,

Batmıyor ruhuma dikenleri kahkahalarının

Acıtmıyor canımı yeni sevdalarla sarsılıyor olman

İnan ki senden çok sevdalanıyorum sevdalarına

Birgün bir sokakata rastlaşabilme umudumu, mendilimin arasında saklamıyorum.



Ben gitti-m ya hani,

İmkansızlığın yeni tanımlarını yazmıyorum sözlüklere,

Ve şükrediyorum Tanrıya en dilden söylenmiş sözlerle

Kaçıyorum, ve kaçtıkça bir adım daha uzaklaşıyorum sana,

Hayalime sarılmak mı?

Tuhaf ! onu bile istemiyorum



Biliyorum duyunca çok üzüleceksin Sevgili

Ama inan, hala seni sevmiyorum..

4 Aralık 2008 Perşembe

Zeynep'in bayramlıkları....


Siz Zeynep'i tanır mısınız? Tanımazsınız tabii ki.. O benim İstanbul'daki çok sevdiğim küçük arkadaşım.. Şuan 3. sınıfa gidiyor olmalı.

Bu akşam iş çıkışı biraz hava almak ve bacaklarımın pasını çözmek için şehrin "lüzumsuzlar caddesi" dediğim caddesinde yürüdüm.. Cadde, Lüzumsuzlar caddesi ..Adından da anlaşılacağı gibi, lüzumsuz tiplerin "piyasa" yapmak için turladıkları birkaç yüz metrelik bir cadde işte.. Kaşları aynı şekilde yolunduğundan neredeyse yüzlerinin ifadesi aynılaşmış bir sürü genç kız (Halbu ki kaşlar bir yüzün ifadesinin belirleyenidir), ve yer çekimine inat olsun diye havaya dikilmiş bana göre komk ötesi saçları ile bir o kadar delikanlı(!)nın volta attığı bir cadde.. Sıra sıra mağaza ve bir sürü insan.. Bu şehri seviyorum ama cidden garip bir yer.. Tabir-i caiz ise yemeğe ekmek bulamayan insanların çul çaput sahibi olma arzusunun tavana vurduğu bir yer burası.. Her neyse konu bu değil. Her zamanki asker adımlarım ve asık suratımla biran evvel caddesin sonundaki X fırınına varmaya çabalarken, mağazanın birinden fırlayan küçük bir kız çocuğunun çarpmasıyla kendime geliyorum.. Minicik bir kız çocuğu.. Kız çocuğu olduğu üzerindeki pembe monttan başka hiçbirşeyle farkedilemeyen bir güzeller güzeli.. Kısacık kesilmiş saçları, incecik boynu ve bellki ki içerde annneye öfkelenmiş asık suratıyla o kadar güzel ki.i Bir an göz güze geliyoruz.. Annenin dışarı fırlayıp ,O'nu mağazaya çekiştirirken kurduğu cümlelerden içerde bayramlık konusunda uzlaşmaya varılamadığını anlıyorum..

Zeynep....

İstanbul'da geçireceğim son Kurban Bayramı'na bir kaç gün vardı.. Sürünürcesine eve dönüyordum.. Köşeyi dönüp , hayatınızda görebileceğiniz en dar sokağa girdiğimde farkettim O'nu. Bir apartmanın giriş merdivenine oturmuş,elindeki taşı sankikanatmak istercesine hırsla sürtüyordu duvara. Yanından bir laf atıp geçecektim oysa.. Ahh Zeynep.. "N'aber fıstıkçım?" diye seslendim. Başını bile kaldırmadı.Demek ki ciddi bir durum vardı ortada , yoksa asla o kara gözlerinin ışıltısı ve utangaç gülüşünü esirgemezdi benden. Pencerede durmuş, hala koca bir kadın olduğumu kabullenmeyerek eve gelişimi gözleyen anneme,elimle içeri gir birazdan geliyorum işareti yaparak, küçüğümün yanına oturuyorum..

-aşkım ne oldu?

çelimsiz omuzlarını çekip , susuyor.

-Ne oldu?

-........ yok .

-Ne oldu bitanem yaa.. Aşk olsun söylemezsen küserim bak..

Birden o küçücük çehreye nasıl sığdırdığını hala anlayamadığım öfke ile yüzüme baktı.Tek damla yaş dökmeksizin ağlayarak:

-Bayramlık.. annem almadı.. Ahmet abi alacakmış.. Ama..

sustu yine...

-Ama ne aşkım.. Ama ne?

-Ama ona baba demem...

dedi ve patladı.. Sarsılarak ağlıyordu.. Küçücük yüzünü avuçlarımın arasına aldım...sadece "şşşşşşt .. sakın..sakın..ne olur yapma" diyebiliyordum.. Ömrümün belki de en zor güçlü kadın rolünü bu küçük kız karşısında veriyordum. Ahh Zeynep...

annesini tanımıyordum , merhabamız bile yoktu. Annem ve komşularının dedikodu partilerinden kulağıma dolan tek şey kocası ile ayrılmak üzere olduğu ve biri ile beraber olduğuydu.. ( Evde oturan kadınlar birbiri hakkında nekadar gereksiz ayrıntılar biliyorlardı)

O gece, Zeynep'lere gitmemek için zor tuttum kendimi.Kapılarına dayanıp , bir meleğin dünyasını yıkan o annenni başını duvar vurmak istedim.. Bir insan nasıl bu kadar ahmak olabilirdi ki.. Artık Zeynep'in hayatında " bir şartla..." diye başlayan cümlelerin sahipleri kaybedecekti.. O ,gözlerdeki öfkeyi asla unutmayacağım..


Bayram geldi...

1.gün: Zeynep yok...

2.gün:Zeynep yine yok..

Sokakta, bütün çocuklar en güzel elbiseleriyle birbirine acımasızca nispet yaparken Zeynep yok.Yok.Yok.Yok..


2.günün akşamı daha fazla dayanamadım.. Haddimi aşıp aşmadığımı bile umursamadım..Tek istediğim o güzel suratın sokakta diğerleriye beraber koştuğunu görmekti.. Ayrıntıları uzun uzun anlatmaya gerek yok..


Ve 3.gün..

Zeynep sokakta.. Kırmızı bir elbiseyle koşuyor.. Mutlu.. Gülüyor yüzü..

En güzeli Zeynep o elbiseyi alana anne demek zorunda değil. Dışarıdan eve geliyorum.. Tam kapıya varmak üzereyken ,bir çift küçük kol sarılıyor belime.. Dönüyorum.. Zeynep..

Işıl ışıl gözleriyle bakıyor içime..Ve soruyor..

-Elbisem güzel mi? Hem de kırmızı...


3 Aralık 2008 Çarşamba

modüler aritmetik ve benim mutluluk modum...

Bugün garip birşey oldu..garip değil aslında ama sarsıcı diyelim.. Gözüme tutulan bir ayna diyelim en iyisi.. "Hal"i değilse de "görünen"i farketmek açısından iyi oldu. kanaatlerine önem verdiğim biri bana" bunalım takıldığımı" söyledi.Aslında itiraz ettim O'na..Eğer bu yazıyı okursa pis pis güleceğinden eminim ama olsun..
Neyse, yazılarımı gözden geçirdim..Ardından kendimi..
Ne kadar renksiz resimsiz biri olup çıktığıma hayret ettim. Ardından faili buldum :Bu şehir..
Evet,evet kesinlikle suçlu bu şehirdi. Ben eskiden böyle biri değildim..Yani böyle sıkıcı, bir sürü dip notla konuşan biri değildim ben yahu.. (Sen hiç gülme sakın.. Evet yine suçu başkalarına yıkmayı başardım.. Kendime kıyamıyorum çünkü.)
Bu şehre gelmeden önce, böyle kaygılarım yoktu. Yani gerçekliklerin aynı idi ama ben bunları tasa etmezdim. İstanbul'da " ne derler dini" bu kadar yoğun yaşanamıyordu. Orda iki sokak arkada, bambaşka biri olarak yaşayabilirsiniz.. Allahım ne büyüyk devlet.. Ama şimdi... Avucumun içine sığabilen bu güzel şehir öyle değil.. Burda filanın eşi, falancaların gelini olmak gibi kavramlar var.. Tamlamaların tamlanan kısmı olmaktan nefret ediyorum. Ama onlar çok kalabalık.. Bütün bunlara, kadın olmak dezavantajlarını ekleyince.. Ne derler oturup kalıyor üzerinize..
Hanım hanımcık olmak, ağır başlı davranmak gerekiyor.. Sonra ne derler?
Halbuki ruhumdaki fırlamalığı saklamak ne kadar zor.. Allahım ne kadar kara, kara kapkara şeyler yazmışım..
Tamam aşık mıyım.. Şşşşt.. ne derler.Evet.. Ve tek kişilik mi bu durum.. Eeee. evet.. İyi de bu başıma ilk defa gelmiyorki .. Daha beterlerini gördüm ben.. En azından, farkında değil..Yada farkında olsa da bu durumda karşıma geçip,dalga geçmiyor.. Neler gördük..Ne modeller var..
Kızdım kendime,bu ergen bunalımındaki genç kız tavırları da ne oluyordu ki... Sanki ortada büyük bir mesele var..
Yaa, ilginç olanı yazdıklarımı tanıyan biri okusa.. Saçmalama bunlar senin olamaz der.. Yani size olduğum mekanı söylesem, geldiğinizde beni bulmanız an meselesi olurdu.. Kahkahanın en bol olduğu masanın,sürekli konuşan, minik insanını buldunuzsa o benim işte..

Off.. Daralmışım.. Şöyle renkli resimli bir moda geçmek istiyorum biraz..
Sevgili okuyucularım (beni de gören milyonlarca okurum var sanır olsun)
Artık bunalım elbisemi çıkarıp, çiçekli elbiselerimi giymek istiyorum biraz.. Zaten yazdığım aşk nağmelerini benden başka dinleyen yok..
O yüzden artık biraz mola diyorum kendime..
Biliyorum bu ani duygu durum değişikliği biraz garip gelecek size.. Ne yapmaya çalışıyor bu diyeceksiniz.. İnanın, herhangi bir amacım yoktur.. Bu ani değişimse benim hala çözemediğim bir durumdur.. Ben bu durumla yaşamaya alıştım..
Haa, şimdi bunları yazdım ya., yarın sabah yine triplerde uyanabilirim..
O vakte kadar kendime ve size biraz huzur vereyim istiyorum..
ikinci bir emre kadar, hıçkırık, göz yaşı, depresif haller yok...
"Gittin-bittim" ler de tabii..
Karanlık şarkılar da yok...

Şimdiiii,
Beyaz bir sayfa açacağım kendime ve herşeyin beyazını görmeye çalışacağım...
Aklınıza gelen herşeyin..
Sizi seviyorum...
Ama kendimi... En çok kendimi seviyorum..


şimdi bunu okuyup yorum olarak "bana ne" yazanlar bile olabilir.. Ne diyeyim ki.. Haklısın..sana ne ki bütün bunlardan...