9 Mart 2009 Pazartesi

MEYREM...


Bakmayın bu kadar hüzünlü durduğuma, ne inanılmaz mutluluklar çıkartırım kirli cam kırıkları arasından bilemezsiniz.. Acıları saklamakta olduğu kadar, mutlulukları saklamakta da ustadır yüreğim..Yoksa bu serçeye avuçlarımdan nasıl su içirebilirim.. Mimlemiş beni sevgili Evren.. Bilmez ki , hiç de mutluluk resmi çizecek halde değilim.. Ama …. Yaptım tabii ki.. Her zaman yaptığım gibi.. Titrek bir fırça ve yağmalanmış renklerle ne kadar çizilebilirse , o kadar….

7-8 yıl önceydi.. Osmanlı İmparatorluğu tadında günlerimdi.. Henüz kaybedilmemişti savaşlarım ve ben, Misak-ı Milli sınırlarına hapsolmamıştım daha. Ortanın üzeri bir kazançla köpekler gibi çalıştığım güzide iş yerimizde, tek derdimiz şirketimizin alî menfaatleri için deliler gibi çalışmaktı ki.. Bir gün güzel yürekli , deli kadınımız Fato, heyecanla geldi.. Yine nerden bulduysa , kendine “mesele” edecek bir şey bulmuştu.. Batman’da bir öğretmen.. Adı Bilal.. Bilal öğretmen, yardım istiyordu, köyünün okulundaki çocuklara.. Dedim ya, bu Fato, deliydi biraz.. Bu defa, kendisiyle sınırlı kalmayıp bizi de bulaştırmıştı “mesele”ye.. “Hadi, millet” dedi, “hadi bakalım, bu çocuklar için bir şeyler yapmalıyız.”

Sıcak yatak, konforlu hayatlarımızın vicdani zekatı olarak Starbucks’ta bir kahve yada Sosa'da bir makarna parasını feda edebilirdik , ettik de.. Fato, elindeki resimleri masanın üzrine koydu.. “Evetttt, bitmediii.. Şimdi , herkes kendine bir evlat seçsin bakalım.” 10-15 tane fotoğraf, önlüklü beyaz yakalıklı çocuk resimler.. Ve bir vahşet başladı.. O şık, alımlı ve iyi eğitim almış kadınlar, elbisesine en uygun ayakkabıyı seçer gibi daldı resimlerin arasına :

-Kız , şu gözlere bak.. Ceylan gibi yaaa.. Ben bunu aldım..

-Yaa asıl sen şu surata bi bakar mısın..

-Saçlara bak Ebru.. Aynı sana benziyor, bunu al bence..

-Allahım yaa.. Ne şebek bişey bu.. Kepçe bi de.. Bu benim yaa. Vermem kimseye..

Öylece durmuş, talanı seyrediyordum.. “Sen de seçsen bir tane” dedi kızlardan biri.. “ Ne gerek var.Nasılsa beğenmediğiniz bir tane kalacak bana da” diye ,akıttım dilimin zehrini..

Herkes, kendisine en uygun modeli seçmişti.. Bana kalan… Cızıl bir boyun üzerinde eğreti duran bir kafa, kara bir surat , nedensiz bir öfke çığlığı atan gözler..

Ve Meyrem.. Yok, yanlış yazmadım.. Adı buydu.. Öyle diyordu.. Meyrem..Meryem’lere, Meyrem diyen coğrafyanın çocuğuydu O.. Hediye paketlerimizi hazırladık.. İçlerine de mektuplarımızı koyduk.. Ne yazabilirdik ki..İçi boş , samimiyetsiz cümlelerden başka.. Acımasız değilim, hakikat buydu.. Meyrem’e hediyelerinin dışında bir de kitap almıştım. Tanıştığım her çocuğa ,mutlaka kitap hediye etmek gibi bir takıntım var nedense.. Küçük bir de not yazdım içine.. Adım,adresim,fotoğrafım-.. Ve “bana seni anlat” diyen bir küçük not..

Böyle başladı , arkadaşlığımız.. Birbirimize üç yada dört mektup göndermiştik ki, deli Fato , odaya daldı.. "Kızlar, hafta sonu, Bilal öğretmen çocukları getirecekmiş".. Bilal öğretmen çoktan unutulmuştu, pek sevdiğimiz deadline’larımız içinde boğulurken.. Ve her ne hikmetse, hafta sonu için herkesin işi vardı.. Fato’yla beraber Tepebaşındaki misafirhaneye gittik..11 çocuk ve Bilal öğretmen.. Gözlerim Meyrem’i aradı.. Gelmemiş miydi yoksa? Tam , Bilal öğretmene soracaktım ki, bir çift küçük kol , sarıldı belime.. Döndüm.. Meyrem…Atlayıverdi kucağıma.. Gördüğüm en güzel suratlardan biriydi .. Getirdiğimiz hediyeleri dağıtıp, Bilal öğretmenle sohbete başladık.. Meyrem kucağımdaydı..Kolyem, yüzüklerim, küpelerim.. Daha önce kimsenin dikkatini çekmeyen neyim varsa, hepsi Meyrem için o kadar ilgi çekiciydi ki.. Elini tuttum.. Parmağını elime sürdü..

-Ne kadar yumuşak..

Çantamdaki, el kremini çıkartıp, ellerine sürdüm.. Sekiz yaşındaki bir çocuğun ellerinin , sizinkilerden yaşlı olduğunu söylesem..

Sekiz kardeşin , üçüncüsüydü.. Babasının iki karısı vardı.. Ağabeylerinin biri yatılıda okuyordu.. Ablası vardı, beşten çıkmıştı.. Ve kardeşleri… Hemşire olmak istiyordu.. Neden dedim,, Büktü dudağını.. Başının tutup, göğsüme yasladım sıkıca... Meyrem.. Benim, Zeynep’imden ne farkı vardı..

-Sen kaça kadar okudun?

Kaça kadar” okumak.. Böyleydi işte.. Bir yerler vardı bilmediğimiz ve orda insanlar “kaça kadar” okurdu..

-Bütün okulları okudum ben..

-Hepsini mi?

-Hıı hı..

-….

Bilal öğretmen , sohbetimizi izliyordu.. “Meryem kız.. Çok sevdin ablayı..” dedi.. Başını salladı Meyrem.. Daha sıkı sarıldım Meyrem’e..

Gitme vaktimizdi.. Asıldı, o gün boyu gülen surat.. “Gel seni de götüreyim” dedim salakça.. Bu cümlenin , bir çocuğun dünyasında yaratacağı fırtınayı hesaba katmadan..Meyrem, Bilal öğretmene baktı.. He dese, he diyiverse kalacaktı sanki.. Ve sordu Bilal öğretmen : "Kalasın mı var? "Utanıp eğdi başını bu defa.. “Neden?” dedi genç adam.. Ve Meyrem’in ağzından hesapsızca dökülen o cümle… “ÇOK GÜZEL KOKUYOOOO….”

Buydu..Bu kadar basit, küçük, sıradan bir sebep.. Hayatımın en güzel anlarından biriydi.. Biri, benimle kalmak istiyordu.. Ve tek sebebi, basit, sıradan bir kokuydu..


Meyremle, bir süre yazıştık.. Sonra, büyük şehir hengamesi, unutturdu bana O’nu.. Vefasızlık, kanımıza işlemişti çünkü..

Dün, yani bunları yazmayı düşündüğüm gün 8 Mart.. Emekçi Kadınlar günü.. Kadınlar günü yada.. Polemiklerden nefret ediyorum.. Aklımda Meyrem… 15-16 yaşlarındaydı şimdi.. Nerdeydi? “Kaça kadar” okumuştu? Evlenmiş bile olabilirdi.. Yada bir töre cinayetinde ölmüş..

Sabah evde hazırlanırken, elimde parfüm şişemle sadece bir an düşündüm.. Ondan başka kim bana “ÇOK GÜZEL KOKUYORSUN” demişti ki…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder