22 Mart 2009 Pazar

Bana öyle bakma..


O harika gecenin üzerinden on yıl geçmişti.. On tane koca yıl.. Hayat, aynı köşede bekleşen bizleri öyle farklı yerlere savurmuştu ki.. O yıllarda , on yıl sonra şurda, şu hayatı yaşıyor olacaksın deseler, koca bir kahkaha patlatır ve saçmalama derdim..
Saçmalamak.. Hangimiz saçmalamıştık acaba.. Hayat mı? Ben mi?
Neticede şimdi burdaydım, saçmalanmış bir hayatın muhasebesini yapmaktan yorgundum.. Bütün defterleri kapatmıştım.. Şüpheli duruma düşmüş alacaklarımın tamamını konusu kalmamış alacaklarım olarak anıyordum artık.. Aslında artık, hiç bir alacağımı anmıyordum.. Almıştım.. Hiçbirşey olmasa da dersimi yada boyumun ölçüsünü almıştım..
Hayat beni hep " en iddialı olduğum şeylerle imtihan etmiş", ben her defasında en iyi bildiğimi sandığım dersten kalmıştım..
.....
En sevdiğim mekanlardan biridir Sahaflar Çarşısı.. Kitap kokusu... Eski kitaplar.. Altı çizili satırlarda , hiç tanımadığın bir dünyanın kapısını aralamak, kitabın içinden çıkan bir küçük el yazısı notu saatlerce seyretmek ve onda belki de olduğundan daha derin birşeyler aramak.. Aramak...Sahi, ben o gün orda ne arıyordum? Tevafuk...

- Ahmet abi, geldi mi kitap ?
-Salı günü uğra..
Bu ses.. On değil, on bin yıl geçse ,kalabalıklar arasında bir fısıltısını işitsem farkedebileceğimi şimdi anladığım o ses..
....
On yıl önceydi..
Dönem mezunları için düzenlenen geceye, sırf o geceyi dışarıda geçirebilmek için katılacağımı söylemiştim evdekilere.. Gayem, insanlara delilik gibi gelen bambaşka bir şeydi oysa.. Onlara gidecektik.. O ve üç arkadaşının beraber kaldıkları öğrenci evine konuk olacaktım o gece.. ortak arkadaşımız Hasan, organizasyonun yapıldığı şık mekanın kapısından aldı beni. Taksiye bindik..kendimi , bu tuhaf kıyafet ve makyajın içinde, porselen bebek kostümü giymiş bir bez bebek gibi hissediyordum.. Hasan , ne kadar da eğlenmişti o halimle.. Ben nasıl utanmıştım.. Eve vardığımızda kapıyı Gürkan açtı.. İlk cümlem "hemen bana giyicek birşey ver" demek oldu.. Bir kaç dakika sonra yeniden normale dönmüştüm.. Gürkanın bana beş beden büyük eşofman ve kazağının için de bile az öncekinden daha "ben"dim..
Tam karşımda oturuyordu.. Ve gözleri.. Gözleri her zamanki gibi gözlerimle köşe kapmaca oynuyordu.. O kömür karası gözlerin , gözlerimde bıraktığı yarım kalmışlığı ikimizden başkası bilmedi.. Ve sesi.. Bir insan bu kadar mı güzel türkü söylerdi.. Yoksa bana mı öyle geliyordu bilinmez, söylediği her türkünün kahramanı olmak için can verebilirdim.. Bakmıyordu.. Gözlerime bakmamak için harcadığı çabanın farkındaydım, sebebini o kadar iyi biliyordum ki.. Sebebi, sebebimdi.. Gece boyu türkü söylendi.. Gece boyu gözlerini bir defa yakalayabildim, nasıl bir kaçıştı gözlerindeki, nasıl bir yalvarış.. Çok muzulmediyordum Ona.. Çok mu zalimdim..
Gece yarısı artık gitme vaktim geldiğinde , beni eve bırakmakla memur edilmişti .. İsteksizdi, biliyordum.. Taksiye bindik.. Ben, yeniden porselen bebek kostümlü, bez bebek olmuştum.. Yine bakmıyordu.. Caddede indik taksiden.. Hala gördüğümde bana onu hatırlatan köşede durdum.. "Sigara içelim dedim" kaldırıma oturup.. Çaresizce ,yanıma oturdu.. Sigaraları yaktık.. Birden bire "bana öyle bakma" diyiverdi.. En çocuksu kadınlığımla cevabını bildiğim soruyu sordum:

-Ama neden?
-Bakma işte.. Nedeni yok.."
-Neden? Nasıl bakıyorum ki...
-Zulmediyorsun..
-Etmiyorum..

-Ediyorsun...

Döndü, gözlerinde öfke, yalvarış ve daha adını koyamadığım onlarcası.. Yüzü yüzüme o kadar yakındı ki.. Gözleri gözlerimin o kadar içindeydi ki.. Öylece kaldık.. Sonra.. Sonra ,yıldızlar yağmaya başladı gök yüzünden, gök yarıldı, ay düştü avuçlarıma.. Dudakları.. Soğuk, titirek ve ince dudakları .. Kaç dakika ya da kaç yıl sürmüştü o an.. " Gidelim" dedi..Gözleri gözlerime "olmaz "larını anlatıyordu.. Gözlerim, olmazları umursamıyordu.. Kal deseydi ne olurdu? Gel deseydi ne olurdu?İkimizde bilemedik..
İki gün sonra Beyazıt meydanında karşılaştık.. Yanımdan geçip gidecekken ,kolundan tuttum:
-Ne oldu?
-İşim var... Gitmeliyim..

-Ne oldu dedim sana? Neden yüzüme bakmıyorsun?

"Neden mi" diye bağırdı meydanın ortasında..

-Neden mi? Çünkü ben sana aşığım.. Neden mi? Çünkü ben seni istiyorum? Neden mi? Çünkü asla olmaz.. Olamaz, biliyorum.. Neden mi? Neden haa.. Neden.. Nedensiz.. Şimdi git.. Ve yalvarırım bir daha karşıma çıkma..

Gitti.. Meydandaki kuşlar çığlıklar atarak havalandılar.. Minareler üzerime yürüyüp azarladılar beni.. Taşlar tuttu ayaklarımdan, peşinden koşup gidemedim bile.. Kala kaldım öylece.. Kala kaldım bir "nedensiz" nedenden...
......

- Ahmet abi, geldi mi kitap ?

-Salı günü uğra..
Onun en sinir olduğu şeydi millete laf atmalarım.. Sesleniverdim arkasından :
-İstediğin kitap değil ama başka bir kitap var arkadaş , ilgilenir misin..

Döndü..
Gözleri.. Hiç değişmemişti.. Yine köşe kapmaca başlamıştı.. Ama ben artık büyümüştüm sanırım, kovalamadım gözlerini..
Ayak üstü birkaç cümle.. Devamı çınaraltında karşılık içilen çayla beraber.. On yılın hesaplarını özetledik.. Acılarımızı, günahlarımızı kendimize saklayarak.. İkimiz de biliyorduk, görünen kadar olmadığını hiçbirşeyin.. Ama yormadık birbirimizi nedense.. Belki de duyacaklarımızdan sorumlu olmaktan korktuk.. Kim bilir?

Dayanamadım sordum,çocukça bir muzırlıkla :
-Sahi sen neden gittin?
-Nedensiz..

-Hadi ama...

-Lütfen yapma.. Hem ayrıca...
Sustu..

-Hem ne?
-Hem ayrıca... Bana öyle bakma...

şimdi susma sırası bendeydi.. On yıldan sonra .." Bana öyle bakma.."
Ve hala "bana öyle bakma"

Sustum..
Beyazıt meydanında ikimiz.. On yıl sonra birkez daha.."Hoşçakal" dedi.." Hoşçakal" dedim..
Başka birşey diyemedik birbirimize.. Bu kez ikimizin de bir sürü nedeni vardı çünkü.....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder