25 Nisan 2009 Cumartesi

Ay'a yüzünü ödünç veren..


Adam yorgun elleriyle çevirdi kapının anahtarını.. İçerden gelen kayıtsız ses,"sen misin” diye sordu.. İnsan ne iğrenç bir mahluktu.. Umurunda olmayan şeyler için, laf olsun diye sorular sorup duran.. “Evet” dedi adam, buz gibi, inişi çıkışı olmayan sesiyle.. Ayakkabılarını ayakkabılığa yerleştirirken ses bir kez daha sordu:

-Aç mısın?

Aç mısın? Gülümsedi adam.. Şimdi bu soruya vereceği evet cevabı, mutfak masasına bırakılacak bir tabak taze fasulye ile cevaplanacaktı.. Bunu bildiği için sustu, yine sustu, bir daha sustu..

Uzun zamandır susuşların içine hapsetmişti kendini.. İnsan “umudunu kaybedince” konuşmaya bile gerek duymuyordu…

Ses, başka bir şey sormadı.. Diyalog dört cümlede bitivermişti.Ve adam sevdalısı olduğu susuşsun kollarına bir kez daha bırakıvermişti kendini..

Artık yabancısı olduğu kendi evinin antresinde öylece durdu adam.. Gitmek istediği yönü biliyordu aslında. Şimdi dönüp bu kapıdan çıkıp gitmeliydi.. Ama..

Odasına uzanan koridorun , gittikçe daralan duvarlarının arasında ömrünün en uzun yolculuğuna başladı yine.. Odası.. Mabedi..Hücresi..Kendini sarıp sarmaladığı, avuttuğu, unuttuğu, ağladığı, sakladığı, kısacası en çok kendi olduğu odası..

Pencerenin önüne yerleştirilmiş koltuklarda birine oturdu.. Perdeyi hafifçe araladı.. Dışarıda , baharı avaz avaz bağıran bir tatlı esinti vardı.. Derin bir nefes aldı, gözlerini kapatıp.. Bu gece nereye saklanacaktı kim bilir..

Kitaplığının önünde gitti.. Binlerce sayfa.. Yüz binlerce kelime..Her kitabı okuduğu dönemlere ait anıları bir bir sayabilirdi.. Eli , kitaplardan birine uzandı.. Çok uzun zamandır eline almadığı bir kitaptı bu..Kapağın etrafına biriken tozları eliyle temizledi.. Elinde kitapla koltuğuna oturdu.. Işıksız odada, ayın ışığında kitap okumaya alışmıştı gözleri.. Gelişi güzel bir sayfa açtı.. En sevdiği şeydi, bildiği satırları tekrar tekrar okumak..Gözüne ilişen ilk cümleyi okudu.. Bir daha.. Sonra bir daha.. Garipti.. İlk kez okuyor gibiydi bu cümleyi..Bir kez daha okudu..Yok.. Cümle içindeki dipsiz kuyuya düşüyordu her defasında. Tutunacak bir anı bulamadan öylece yuvarlanıyordu..

Aşkın gücünü hafife alıyorsun diyip gülümsedi kadın..” Cümle buydu.. Bu cümleyi öylesine okumuş geçmiş olabilir miydi yoksa? Birden , kelimelerin arasından bir gölge kayıp odaya düşüverdi..

Bir küçük kadın gelip oturuverdi adamın karşısına.. Gümüş ellerini birleştirip , kucağına koydu.. Adam irkildi.. Buzdan bir nefes ensesinden sırtına kayıverdi.. Gümüş elli kadın, öylece durmuş gülümsüyordu… Yüzü yoktu kadının.. Yüzü yokken gülümsediğini nasıl görebiliyordu? Ama gülümsüyordu işte… Evet, evet gülümsüyordu işte.. Kimdi bu kadın? Adam, bunun bir yanılsama olduğuna hükmedip yeniden kitabın sayfaları arasına döndü.. “Bu gece yüzünü aya ödünç mü verdin yoksa? Mehtap hep sen ..” Başını kaldırıp karşısında oturan gümüş elli kadına baktı bir kez daha.. Yüzü olmayan bir kadın.. Yoksa? Başını kaldırıp, gecenin sadık hizmetkarına baktı..Titredi.. Ayın yüzünde inanılmaz güzellikte bir kadının yüzü, öylece durmuş gülümsüyordu.. Yıldızlardan bir taç takmış bu yüz.. “O’nun yüzü diye mırıldandı adam.. Her sabah ofise geldiğinde masasına bir fincan kahve eşliğinde dünyanın en aydın gününü getiren kadını düşündü.. Gülümsedi..

Gümüş elli kadın, adama yaklaştı.. Yaklaştı.. Eğilip kulağına kitabın son cümlesini fısıldadı : “Aşk sandığından daha güçlüdür..” Sonra da geldiği gibi, sessiz sedasız kelimelerin arasında kayboldu…




3 yorum:

  1. Bir ışık yansıması var belli belirsiz okuduğum satırların üzerinde. İşte yine buralardasın. Ne kadar saklanmaya çalışırsan çalış belli ediyorsun kendini. Gölgen okuduğum sayfanın üzerinde geziniyor, tek bir satırın üzerine düşüveriyor sessizce…

    “İnsanlar yarım yürektir. Bulabilirsen diğer yanını hemen tamamla”

    YanıtlaSil
  2. Evet çok haklısın Aşk sandığımızdan çok hem de çok daha güçlüdür.

    YanıtlaSil
  3. Bedenlenebilen Aşkın gücünün gümüşten ve yıldızlarla taçlanmış başı ve dilinden dökülen sözcükler de kendi kadar güçlü.

    YanıtlaSil