31 Ocak 2009 Cumartesi

Death's Door

Bir kapı daha araladım..
Arkası boşluk..


Yine d
ü
ş
ü
y
o
r
u
m
.
.
.


30 Ocak 2009 Cuma

Hayat Bilgisi...

Derse Dair Kurallar :

1- Devam mecburiyeti vardır..
2-Arada kısa süreli kayıt dondurmalar gözardı edilebilir..
3-Dersler teorik ve pratik olarak işlenir..
4-Sınıf geçmede pratik %90 ,teori sadece %10 etkilidir.
5-Sınav konuları işlenmemiş kısımları kapsayabildiği gibi, hoca isterse 10 yıl öncesine dair konulardan da soru sorabilir..
6-Herhangi bir sebeple kaydı silinenler herhangi bir aftan faydalanarak okula geri dönemezler..

Ders Notlarım:

*Ne kadar çok şeye sahipseniz o kadar sahibiniz olur..

*Acılarınızı susarak yaşayınız.. Düşmanı sevindirip, dostları üzmenin anlamı yoktur.

*Her ne kadar dost yara aldığın yerden saldıran köpek balığı olsa da istisnalardan umudu kesmeyin.. Köpek balıkları kana karşı hassatır, kanamalı zamanlarda tedbiri elden bırakmayın.

*İlişkilerde ilk yalan, sana karşı dürüst olacağım girişiyle başlar..

*Karşınızdaki kişi size bir defa ihanet ettiyse , ikincisinin olmama ihtimali yok denecek kadar azdır..

*İnsanlar hatalarından sadece pişman olurlar, asla ders almazlar..

*Bitiremediğimiz hesaplaşmalardan doğan alacaklarımızın faturası he acıdır ki, istikbaldeki ilişkinin tarafına devrolunur..

*Tanrım heşeye rağmen güvendiğim iki varlıktan biri sensin, diğeri de ben.

*Utandığımız insanlardan saklanabiliriz.. Vicdan bizi nerde olsa yakalar..

*Koşarken düşenler zamanla, bacağının pansumanını yaparken dekoşabilme becerisi kazanır..

*Sahip olduğunuz herşey siz var olduğunuz sürece vardır... Siz değil, onlar varlıklarını size borçlu.. Kendinizi bu kadar hafife almayın.

* Dünya yüzeyinde hayatın var olması, güneşe olan mesafesi ile ilgilidir. İlişkilerde doğru mesafeyi bulmakta fayda var.

*Kimseye bir kol boyundan fazla sokulmayın. Aksi takdirde olası bir yumrukta suratınız dağılabilir..

*Karşınızdaki insanla konuşurken, Onu son görüşünüz olabileceği ihtimalini düşünüp konuşun..

*Kimse vazgeçilmez değildir.. İnsan ki, kendi canından bile vazgeçebilme potansiyeline sahiptir.

*Hayat hafife alınmayacak kadar ciddi, çok da ciddiye alınmayacak kadar basit bir kurgudur.. Karmaşıklaştırmak için kendinizi helak etmeyin.

*Sorunları olan insanlar için uğraşın ama sorunlu insanlardan uzak durun.. Melankoli bulaşıcıdır.

*En güçlü insan kendi egosunu yenebilendir..

*En büyük zafer nefsine karşı aldığındır..

*Kimse sen istemedikçe sana zarar veremez..Düşmanına silah verip beni vurma diye ağlayan ahmaktır.

*Güle herkes aşık olabilir.. Ya dikenler.. Zoru deneyin..

*Kendini değersiz buluyorsan, kimsenin sana değer vermesini bekleyemezsin.

*Belli periyotlarda vücuttan toksin ve safraları atmak ömrü uzatır... Çevrenizdeki insanalrın sayıca eksilmesinden korkmayın..

*İnsanlar sizi değil sadece ona gösterdiğiniz maskenizi tanırlar.. Sizi tanıdıkları gibi bir evhama kapılmayın..

*"Keşke" , acizlerin sığınağıdır.. Hatalarınıza hahip çıkın.."Bir dahaki sefer" hepimiz için var.. Hiç birşey için geç kalınmaz..

*Başarısızlıklar piç doğar.. Kimse sahip çıkmak istemez.

*Hangi konuda olursa olsun çifte standart en büyük haksızlıktır..

*Birinin yaptığı hata size de aynı şeyi yapma hakkını vermez.. Koyunlar ve bacaklarını unutmayın...


Not: Aklıma şu an gelenler bunlar..Geldikçe yazarım..
Bu arada başka ders notu olan arkaşlar varsa bana yollasınlar da fotokopi çektirelim..

Hepinizi seviyorum..

Hesaplaşma..


Doğruldu.. Dizlerine kanla beraber yapışıp kalan toprak ve kum tanelerini temizlemekle başlamalıydı belki de..
Ama hepsinden önca şu çocuk gibi ağlamayı bırakmalı diye geçirdi içinden.. Derin bir nefes aldı..

Evet düşmüştü.. Koşmayı öğrendiğini , artık düşmem diye düşündüğü bir anda bu düşüş epey canını yakmıştı .. Ama ilk düşüşü değildi sonuçta.. Üstelik, artık heran düşebilme ihtimali olduğu gerçeğini de öğrenmişti.. Üstü başı kirlenmiş, çorabı da yırtılmıştı.. Varsın olsun dedi.. Daha kötüsü de olabilirdi masalıyla kendini avutabilirdi.. İnsan kendini kandıramazdı ama bir parçacık avuntunun da bir zararı yoktu ki.. İçine serpilecek bir parça suya bu kadar ihtiyacı varken üstelik.

Elleri kirliydi.. O elleri kanayan dize sürmek ,yaraya mikrop kaptırabilirdi hem.. Önce ellerini yıkadı..Tüm çamur akıp gitti yavaşça.. Tırnaklarının arasında hala biraz kalmıştı ama, onlarda çıkardı birkaç yıkamaya.. Umutsuz değildi.. şimdi usulca temizleyebilirdi dizini.. Örselemeden, sakince..

Bir yandan bunları yaparken bir yandan etrafında gezdirdi gözlerini.. Allahım! Ne kadar çok şeyi kırıp dökmüştü düşerken.. Kırılmamış olanları yerleştirmek nispeten kolaydı.. Ya kırılanlar.. Yerdeki kırılmış parçaları toplamaya çalıştı.. Ellerine battılar.. Ellerine batarak aldı belkide kırık parçalar dikkatsizliğinin intikamını.. Ellerinde kan.. Yerde toplayamadıkları..

Bir hata insanın hayatını bu kadar alt üst edebilirmiydi? Edebilirdi elbette.. Bir küçük dikkatsizlik, ölüme bile sebep olabilirdi...

Hiç düşmemiş olmayı isteyecek gibi oldu bir an.. Sonra bir garip teslimiyet.. Kader mi dedi kendi kendine.. Kader deyip kendini bir köşeye çekebilir miydi? Yapamadı.. Sorumluluklardan bu kadar kolay kaçmamalıydı insan.. O da kaçmadı..

Toplayabildiğim kadar parçayı toplarım dedi. Dağılan yerleri yerleştiririm.. Hiç bişey bu düşüşün izini silemeyecekti belki ama, hiç değilse bir kaç şeyi eskisine benzer hale getirebilirim.. Eskisine benzer evet, asla eski haline değil..

An.. An , geçip gidince o ana dair hiç birşeyi yok etmek, izlerini silebilmek mümkün değildi ki.. Hadi herşey, herkes ,top yekün bütün kainat o düşüşü unutsa.. O unutabilir miydi? Kendi hakikatini inkar edebilir miydi?

Yapamazdı..

Muhasebe.. Hesaplaşma.. Kendi kendisinin hakimi, savcısı, avukatı olmalıyıdı..
Şuçladı.. Hemde kimsenin suçlayamayacağı kadar ağır cümlelerle kendini..
Savundu.. Gerekçeler.. Bazılarını, bahane diyip geçersiz bile saydı üstelik..
Sonra hakkındaki hükmü okudu kendine usulca.. Kimse bilmedi.. Kimseye söylemedi..

Yara yıkandı.. Kan durdu.. Yaranın üzerini açık bıraktı.. Hava alırsa daha çabuk iyileşebilirdi.. O yarayı gizlemedi.. İz bırakmasını istedi için için.. O düşüşü hatırlatacak bir iz.. Elbiselerini değiştirdi.. Saçlarını taradı.. Toparlayabildiği parçaları özenle bir kutuya koydu ,atmadı..Onlar da atılamazdı, atmadı.. Etrafa dağılanları yerlerine koydu.. Bazıları bir kaç milim yer değiştirmişti belki ama çok kötü görünmüyordu yine de..Küçük kırık parçaları koyduğu kutuya baktı uzaktan.. Çok üzgündü ama yapacak bişey yoktu artık iş işten geçmişti..

Kalabalığın arasına karıştı.. Kimse beraat mi etti, hüküm mü giydi bilmedi..

29 Ocak 2009 Perşembe

....................




SEN İZİN VERMEDİKÇE KİMSE SANA ZARAR

VEREMEZ....



Doğru....


LâL sadece kendine öfkeli ....



Kaybedenler Kraliçesi - 2-


O’ydu.. Aylar sonra gelmişti işte…Kaybedenler Kraliçesi.. Dönmüştü.. Tam artık, gelmez dediğim anda çıkıp gelmişti işte..
Haftalarca aramıştım O'nu.. Şehrin bütün karanlık sakaklarında, bütün kaldırım altı batakhanelerde O'nu aramıştım.. Yoktu.. Sanki buhar olup uçmuştu hiçbir iz bırakmadan.. Ev sahibin eline sıkıştırılmış birkaç yüz lira yetmişti evine girmeye.. Bir iz, kim olduğuna, nerde olduğuna dair bir küçük iz.. Yoktu.. Yer yer cilası dökülmüş konsolun çekmecesinde kadife bir örtü ve üzerine bırakılmış bir tek zar.. Hepsi bu..
Ama gelmişti işte.. Telaşlıydı.. Kalbimin sesini duyabiliyordum.. Karşımdaydı işte.. Aynı yorgun , soluk yüz.. “Nerde” diye sordu? Duymak istediğim bu değildi.. Beni hatırlamamış olması imkansızdı.. O halde neden küçücük bir tepki yoktu gözlerinde.. Gözleri sadece bakıyordu ve öylece gözlerimin içinden kayıp ,arkamdaki boşluğa düşüyordu..
-Kim?
-Patronun nerde.. Onu bul bana.. Hemen..

Sesindeki buyurganlık, insanı nasıl da edilgen kılıyordu.. Odasına gidip patronu çağırdım.. Kaybedenler kraliçesi adını duyunca gözlerinde gördüğüm parıltıyı izah etmem mümkün değil.. “Nihayet” dedi, belli belirsiz..
Oyun salonunun en ücra masasında bekliyordu.. Patronu görünce ayağa fırladı.. Neydi bu telaş.. Bir yere yetişmenin telaşı mı? Yoksa yine mi gidecekti.?
-Kraliçem, sizi görmek ne güzel.. Geleceğinize olan inancımı hiç kaybetmemiştim inanın..
Patronun yüzünde sefil bir sırıtış vardı..Bir alay belki de.. Bilmiyorum..
-Kaybettiklerimi geri almaya geldim.
Doğru mu duymuştum.. O , kaybedenler kraliçesiydi.. Ve kazanmaya gelmişti bu defa.. Neden?
-Yani kazanmaya öyle mi?
- Evet..
-Aynı şekilde mi?
-Hayır bu defa kartlar
-Hay hay.. Nasıl isterseniz… Yalnız oyuna başlamadan masaya süreceğiniz şeyi görmeliyim.. Bilirsiniz burada kimseye kredi kullandırmayız.
-Elbette. Merak etmeyiniz.. Yalnız masaya koyacağım şeyin kıymetini düşünürsek, her 5 kese için oynanacak her oyun..
-Tamam.. Ama önce şu çok kıymetli hazineyi bir görelim.
Siyah pelerininin cebinden siyah küçük kadife bir kutu çıkardı..
-İşte bu..
İçinde ne olduğunu bilmiyordum.. Ama belli ki patron ne olduğunu biliyordu.. gülümsedi.. Başı ile işaret edip , keseleri getirmemi istedi.. Keseler masanın üzerinde belki 100 belki daha fazla.. Kraliçe, cebinden bir deste kağıt çıkardı.. Patron kağıtları karıştırıp, kesmesi için uzattı ona.. Eldivenleri… Eldivenlerinin içindeki , küçük parmakları..
-Kupa Valesi..
Ve kartlar karşılıklı açılmaya başladı: sinek iki, maça on, karo papaz, kupa as… Nefesler tutulmuştu.. Son kozunu oynayan kadının yüzünde bütün ifadeler donmuştu.. Ve nihayet Kupa Valesi.. Kazanmıştı…Yüzünde hiç görmediğim bir ışık göründü bir an.. Kupa valesine aşkla baktı.. Kupa valesi de O’na…
Ve yeni oyun..
-Kupa Valesi….
Maça kızı, karo sekiz, sinek yedi, kupa beş, kupa iki,maça dört, sinek dokuz…… Ve Kupa valesi yine Kraliçenin kollarında…
Bir daha, bir daha..
Her seferin de dönüp ona sarılan Kupa valesine aşıktı O.. Kupa valesinin yüzünde çapkın bir gülümseme.. Kazanıyordu.. Kaybedenler kraliçesi kazanıyordu..
Bu akşamlık yeterli dedi patron.. Hayatım boyunca gördüğüm en küçük ellerin bir aslan pençesine dönüştüğünü gördüm.. Patronun yakasına tek eliyle yapıştı.. Dişlerinin arasıdan, nefretle fırlayan bir cümle : “Bu iş bu gece bitecek
Patronda aynı arsız sırıtış..
-Bilirsiniz ki bu oyun iki kişilik bir oyun.. Sizinle oyuna devam edeceğim. Yalnız bunun karşılığında isteyeceğim şeye hayır demeyeceğinizin sözünü almalıyım..
- Anlaştık…
Ve oyun devam etti..Kupa Valesi ona aşık kadına her defasında sarıldı.. Her kazandığı kese, Kaybedenler Kraliçesini yüzüne ekleniyordu.. Bir çocuk tebessümü, bir genç kız bakışı, bir ihanet acısı ne varsa.. Hepsi ait olduğu yeri alıyordu o solgun çehrede..
Nihayet keseler bitti.. Kraliçe kendine ait olan her şeyi geri almıştı.. Ters giden bir şey vardı.. Bunu hissediyordum .Gitmek üzere kalkacakken,patron “son bir oyun” dedi.. “Kadife kutunuza karşılık, sahip olduğum her şey”
Kraliçe verdiği sözü tutmalıydı.. Son kez kupa valesi dedi… Kartlar açılıyordu son kez.. Deste nerdeyse bitmek üzereydi.. Ama kupa valesi hala gelmemişti.. Bir kart , bir kart daha.. Ve kupa valesi.. Bu defa Kraliçenin kollarında değil, patronun yanındaydı.. Yüzünde aynı çapkın gülüşle bakıyordu kadına..
Kadının yüzü kaskatı kesildi.. İhanet etmişti.. Kupa valesi O'na ihanet etmişti.Hem de her şeyi kazandığını düşünürken.. Kupa Valesi .. Fena yaralanmıştı bu defa.. Hiç bir şey söylemeden kalktı.. Desteyi toplayıp cebine koydu. Yüzünde sadece acı vardı.. Sadece acı.. Kapıdan çıkmak üzereyken yetiştim O’na.. Önüne geçip yüzüne , gözlerine baktım.. Gözlerime baktı..
Gitme” diyebildim sadece.. Oysa o çoktan gitmişti.. Söylediğim hiç bir şeyi duymuyordu..
Arkasından sesleniyordum, sesim çıkmıyordu.. Birden döndü. Cebindeki desteyi çıkarıp gelişi güzel bir kağıt çekti.. Bana uzattı.. Ve büyülü sesinden duyduğum son cümleyi söyledi : “Sakın Ona güvenme
Peşi sıra baktım karanlıkta kayboluşuna..

Elimde bir Kupa Valesi..

Kupa Valesinin yüzünde aynı çapkın gülümseyiş.

27 Ocak 2009 Salı

AMOK- KOCA BİR YALAN....



Geldiğin günü hatırladım.. Geldiğin dedim sanki gelmişsin gibi.. bir güzel dostun dediği gibi yoktun ,hiç olmamıştın belki de.. Ben geldiğini sanmışım..
Aptal bir siteydi.. Aptal bir o kadar da ucuz.. İnsan can sıkıntısından kurtulmak için neler yapıyormuş meğer.. "Akıllı mıyım deli mi? Ya san bunu anlayacak kadar akıllı bir deli mi?" ne fiyakalı bir profil cümlesi değil mi... Öyleydi sen hariç gelenlerin mesajlarına bakınca öyleydi.. Sonra biri geldi :" ne akllısın ne deli..Deli olmaya uğraşan sıradan biri".. Vayyy... kimmiş bu merak ediyor insan.. Hımm... İlginç biri.. Meydan okuyor üstelik..Yani kendi değil profili..Kaşılıklı bir kaç mesajlaşma.. Zaten can sıkıntısı gırtlağa dayanmış.. Aaa, msn listeme eklenmiş bir de baktım..
Hayatımda yaptığım en "ben" sohbetlerdi.. Avuç içi kadar şehre aldırmaksızın küllü cahilin cesur misali, hayatıma dair herşeyi anlatmıştım bir çırpıda.. Sahi sana neden güvenmiştim acaba.. Ama sen kimseye güvenme hatta bana bile cümlesini henüz söylememiştin ki.. Bak, nasılda suçu başkasına attım yine..
İnanılmazdı, hani şu takıntılı olduğum ve arkasına saklandığım biyolojik yaşım gereği akıl vermesi gereken ben iken, bana yaptığın nasihatları hatırlıyorum da.. Dosttun sen.. üstelik diğerleri gibi değildin.. Salyaların akmıyordu.. Cümleleri dönüp dolaştırıp getirmek istediğin bir yer de yoktu.. Sen sadece dinliyordun.. Cevaplamak istemediğin her soruya susuyor.. Canının istediği kadar açıyordun kapıları.. Belki soğuk duruşundu, belki kayıtsızlığın, belki benim yalnızlığım..Her neyse bişeyler oluyordu.. Saatlerce çevrimiçi olmanı beklerken buldum kendimi biranda.. Nedendi bilmiyorum..
Ama dedim ya güzel sohbetlersi.. sabah 8.00 de başlayıp 18.00 de biten güzel sohbetler.. Cümle tamamlamaca, kelime oyunları.. hoşlanmadığını sandığım ama benim için katlandığını düşündüğüm hoş anlar..
Ve birgün bir zehirli ok atıldı beynime.. Sana dair.. Nasıl korkmuştum.. Dizlerim çözülmüştü..Kaçtım.. Panik oldum va kaçtım..
Birkaç gün sonra geldiğimde nerdeydin bile demedin sen.. Sanırım 1 gün riyakarca bir sohbet oldu..Ağzından laf almaya çalışmaların başarısızlıkla sonuçlandı herzamanki gibi.. Nihayet anlattım sana olup biteni.. Müthiş bir patlama.. o günden sonra hiç birşey eskisi gibi olmadı.. Sen ,sana güvenmememi asla affetmedin.. Bense kafamdaki acabaları asla susturamadım..
Herşey değişti.. Bitek şey dışında..ben o bir tek şeyi herşeye , acabalarıma rağmen değiştiremedim.. Ve sen, bir daha hiç sen olmadın..
Beni çekip çıkardığın, yada şöyle diyelim bir adım ötedeki dalı gösterip buna tutun , kurtulabilirsin belki dediğin kuyuya bakıyorum şimdi.. Sana "ben"i borçluyum..
Yaralıyım evet..
Bölündüm evet..
Ruhum kanıyor evet..
Ama biliyorum ki daha fazlası olabilirdi.. Geç kalmış bir teşekkürü kabul et..

Ve sen gittin. Hep yanında kalamam, bir gün gideceğim diye diye gitttin.. Giderken senile giden şeylerim oldu.. Sen almadan.. Senin peşine takılıp gittiler işte.. Tutamadım..
Kalmanı, kalabilmeni isterdim.. Adın, sıfatın ne olursa olsun.. Hayatımın bir yerinde öylece kalmanı.. Senin kadar güçlü değilim ben biliyorsun işte.. Hala insanlardan medet umuyorum, hala sınırsız güveniyorum .. Hala arada taşa çarpıp kanıyor kafam.. Şu temkimli olmak oyununu beceremiyorum..
Herneyse, sarı çizmeli memet ağa .. Değildin ve bunu biliyorsun.. Bazen bunların ,bütün bunların bir eğitim süreci olduğunu düşünüyorum.. Hani ,usta dövüşçüler çıraklarını yetiştirir ya.. Yetiştirir.. Usta bile yapar.. Ama usta hep bir adım öndedir... Bütün manevralarını bilir.. Sen de öyle.. Belki de bu yazının birgün yazılacağını bile biliyordun.. Zaten seni şaşırtmayı sadece bir defa başarabilmiştim.. Bir ramazan bayramıydı sanırım.. Hatırlarsın belkii Hafiye günlerimdi.. İnan ki değildi ..sadece şanslıydım..
Şans dedim de şimdi anımsayamadığım o yabancı dildeki cümle :Şans cesur olana güler yada onunla beraberdir diyen bak onu da senden öğrendim... Ama yalanmış.. Şans cesur olana filan gülmüyor.. Yani bana tebessüm bile etmiyor..

Şimdi ben artık kapının önünde voltalar atmayı bırakıyorum.. Zira içerden senin sesin geliyor.. Ben dışarda ağlarken, sen içerde başka şeylere ağlıyorsun.. Ağlamak burda lafın gelişi.. Sen ağlamazsın sanırım.. Yada belki ağlarsın bilmem ki..
Ben artık hiçbirşey bilmiyorum zaten.. Tek bildiğim gitmem gerektiği.. Bir dost, gidiyorum çünkü bu iki kişilik delilikten sıkıldım demişti.. Bizimkisi kaç kişilik bir delilikti bilmem ama ben gidiyorum.. Sıkıldığım için değil.. sıkıldığını nihayet idrak edebildiğim için.. Kusura bakma geç anlıyorum bazı şeyleri..

Gitmeden önce son bişey söylemeliyim.. Hani bir gün sana bişeysöylemiştim hatırlarsın.. Hatırlamıyorsan zaten bir anlamı yok bütün bu yazılanların.. Ve sen ,bunu yaşamanı izlemek bana gurur verir demiştin.. Bunu derken bile inanmamıştın ya söylediğim şeyin gerçek olduğuna neyse.. Gerçekti..
Hayatım boyunca canımı yakan en büyük gerçeklerden biri hemde..

kendine çok ama çok iyi bak...
Bunu yapabileceğine eminim..

Sahne 3





Perde 3.kez açılır.. Kadın 2. perde sonunda yığılıp kaldığı yerdedir hala.. Seyircilerin alkışı ile kendine gelir.. Derin bir uykudan uyanmış gibi sersemlemiş bir hali vardır.. Alkışlayanlara öfke ile bakar ve haykırır .

Kadın : Neyi alkışlıyorsunuz.. Bir insanın ağlayışında bile alkışa değer ne bulduğunuzu biriniz anlatsın bana..
Arkalardan kimliği belirsiz bir ses : Muhteşem bir oyunculuktu bu.. Gerçek gibi..
Kadın : (İç geçirerek) Oyunculuk.. Hem de muhteşem.. Keşke öyle olsa..( Dağılan saçlarını toparlar,ağlarken akan burnunu elinin tersi ile siler.. ) Her neyse.. Devam etmeli oyun .. Öyle değil mi? Sonsuz merakınızla oyunun sonunu bekliyorsunuz.. Oyunun sonunda esas kız yani ben oluyorum o, ne olacak diyorsunuz değil mi? İnsanların hayatı hakkında ne çok şey merak ediyorsunuz.. Hatta görebildiklerinizden fazlasını değil mi? Bilmediklerinizi, cümlelerimdeki boşlukları kendiniz dolduracak kadar da edepsizsiniz üstelik.. Tecessüs..
Ağladım az önce.. Niye ağladım peki? Var mı bu boşlukları dolduracak..

(Seyircilerde sessizlik)


Kadın : Hadi yapmayın .. Fill in the blanks.. En iyi yaptığınız şey bu zaten.. Nasılsa kafanızda bir sebep vardır, çekinmeyin söyleyin.. Ne o susmaya devam öyle mi? Yalandan bekleme.. Soyunmamı bekliyorsunuz değil mi? İçin için anlatmamı istiyorsunuz.. Ama ne söylersem söyleyim kendi “zan”larınıza inanacak, benimkiler için “bakma onun öyle söylediğine, aslında..” diye başlayan cümleler kuracaksınız.. Ve bunu yaparken de bana inanmış rolü keseceksiniz.. Asıl müthiş oyunculuk bu.. Asıl ben sizi alkışlamalıyım..

( Kadın, gittikçe azalan bir tempoyla alkışlar seyirciyi..)


Kadın : Bir önceki perdede bir arkadaş vardı.. Nerde o? Yoksa gitti mi?
Karanlıktan seslenen Genç : Gitmedi..
Kadın : Lütfen gelir misin..Buraya yanıma.. (yalvarırcasına ) Lütfen…
(Genç Adam sakin adımlarla sahneye ilerler.. Kadının sabırsızlığı ve tedirginliği ellerine yansımıştı.. Bir süre koyacak yer aradı onları.. Nihayet , kavuşturup göğsünün üzerine yerleştirir)

Karanlıktan seslenen Genç : Evet.. Dinliyorum…
Kadın : Ben dinliyorum asıl.. Konuş..
Karanlıktan seslenen Genç : Ben sözlerimi söyledim.. Bildiğin şeyler zaten.. Neden bir daha da benden duymak istiyorsun..Ne değişecek..
Kadın : Duymak istiyorum evet..Nedenini sorgulama.. Sadece söyle.. İçinden geldiği gibi.Acımasızca ..
Karanlıktan seslenen Genç : Sadece zavallısın.. Zavallı.. Ama sana acımıyorum biliyor musun.. Sana hiç acımıyorum.. bütün bunlar hepsi senin tercihindi.. Kendini zeki zannediyordun.. İstediğin oyunu , istediğin gibi oynayabilecek kadar değil mi? Yazık sana..
Kadın : (yalvarır gibi) Devam et..
Karanlıktan seslenen Genç : Sıradan zavallı bir kadın.. Bir hiç..Hiç olduğunun farkında ama “en” olmaya uğraşan aciz bir… Bir kifayetsiz muhteris.. Diline doladığı zavallı üç beş kelimeden başka hiçbir şeyi olmayan, o kelimelerle dünyayı alt üst edebileceğine inan bir şaşkın..Korkudan dizleri titreyen ama, korkusuzluk anıtıyım diye ayakta dikilen bir korkak.. Zeki olduğunu sanan ama en küçük adımda onlarca açık bırakan bir budala..
Kadın : Zehir gibi.. Ama susma..
Karanlıktan seslenen Genç: Bu kadar yeter..Şimdi yerime geçmeli ve seni izlemeliyim.. Diğerleri gibi.. Bir farkla.. Oyunun sonunu bilerek seyredeceğim sadece..
Kadın : Oyunun sonunu biliyorsun demek.. Ama nasıl.. Yazanı olduğum halde ben bile bilmezken.. Henüz yazmayı bile bitirmemişken..
Karanlıktan seslenen Genç : Satranç … Oynanacak bütün hamleleri biliyorsan.. Ve dahası daha ilk hamlede oyunun son hamlesini bile görecek kadar iyi biliyorsan.. Sadece izlersin. Bir köşede sessizce beklersin o bildiğin hamlelerin yapılmasını.. Çaresiz debelenmeleri izlersin. Müdahale bile etmezsin. Çünkü herkes kendi hamlesinin sonuçlarını görmelidir.. Bütün bedeller ödenmelidir… Hatalarla yüzleşilmelidir..Acı çekilmelidir. Uykular bölünmelidir.. Beyninin içindeki küçük kurtçuklarla kavga edilmelidir..Dibe vurulmalıdır.. Son bir hamle yapılmalıdır.. Ve muhtemeldir ki, can havli ile yanlış hamle olacaktır bu.. Çünkü korkar insan içine düştüğü bu halden.. Aklını kaybettiğini sanır.. Halbuki kaybetmiyordur.. Sancılı bir kendini kazanma sürecidir bu.. Kendini.. Beğenmediği, nefret ettiği , utandığı her şeye sahip çıkacak kadar cesursa kazanır.. Yoksa, derinlerde bir yerde bir vurgun..
Kadın : Anlamıyorum… Satranç ama kimle..
Karanlıktan seslenen Genç : Herkesle .. Hatta kendinle bile… Zavallı…
Kadın : Ya sonunda…
Karanlıktan seslenen Genç : Yaşa ve gör.. Ve öde bedellerini.. Çok zekiydin değil mi.. Hadi göster zekanın kudretini.. Hadi kurtul kendini sıkıştırdığın bu hücreden..Aptal.. Kendini o kadar önemsedin ki, senden başka herkes aptaldı.. Herkesi kandırdığını sanırken, kandırıldığını göremeyecek kadar sarhoş olmuştun kendine hayranlığından.. Ve sen sarhoş olmak istedikçe, onlar kadehini doldurdu.. Ama unutma bunu sen istedin.. Sen istemeden kimse sana zarar veremezdi.. Şimdi durmuş sefilce ağlıyorsun.. Sefilce çığlıklar atıyorsun.. Son kozların bunlar mı yoksa.. Bilesin ki bunlar yanlış hamleler.. Bunlarla sadece MAT olma yolunda hızla ilerliyorsun..
Kadın : Yardım et bana..
Karanlıktan seslenen Genç : Elimden bişey gelmez..
Kadın : O halde bana bir iyilik yap..( Bir anda adamın ellerini kavrar ve boğazına dayar) Beni boğ…Öldür..
(Karanlıktan seslenen Genç ellerini çekti hızla)
Karanlıktan seslenen Genç : Gittikçe zavallılaşıyorsun.. Sende can havliyle peş peşe yanlış hamleler yapıyorsun.. Sadece derin bir nefes al diyebilirim sana.. Derin bir nefes ve her şeye rağmen soğukkanlı ol.. Ve sakın unutma bu senin satrancın.. İlk hamle senindi.. Karşındaki senin hamlene göre adım atmalıydı.. Ama şimdi geldiğin noktada sadece karşısındakinin hamlesine göre hamleler yapan birisin..
Kadın : O halde oyun bitmiştir değil mi.. Yenildim mi yani..
Karanlıktan seslenen Genç : Hayır daha değil.. İstersen oyunu çevirebilirsin.. En az zararla.. Belki istediğin gibi olmayacak sonuçlar.. Ama yanlışlarımın bedeli diyeceksin onlara.. “Keşke”lere sığınmadan, “bir dahaki sefere” demeyi öğreneceksin önce.. Şimdi izninle yerime dönmeliyim.. Bu kadar yeter.. Gerisini sen halledebilirsin..
Kadın : Halledebilir miyim sahi.. Yapabilir miyim..
Karanlıktan seslenen Genç: Kendin söyle
Kadın : (Derin bir nefes alır) Yapabilirim..
Karanlıktan seslenen Genç : (tebessüm eder ilk defa) Doğru hamle…Hoşça kal…

(Işıklar usul usul kararır.. Kadın sahnenin ortasına öylece kalır.. Ve perde ilk kez o haykırmaksızın kapanır )
Ve (.) yapar finali... (iznin olmadan yazının sonuna eklediğim için kızmazsın umarım.. Yorum olarak kalamayacak kadar... Neyse sustum)
kalabalığın içinde bir alkış duyuldu/karanlıktan geliyordu ses kimdi bu destursuz oyunu bölen/öyle şaşkındı ki kalabalık hala anlayamamıştı perdenin indiğini..- haykırdı alkışların sahibi/senin içindi bu cımbız..çek çıkar o kıymığı artık beyninden/zaman gelmişti senin içinde, ya senide alacaktım ya cımbızı verecektim..evet şaşırma, yukarı bakıpta göremediğinim ben/herşeyin yaratıcısı,tanrı dediğin.. ilk çağırdığında geldim..silkinmeni izledim...dibe vuruşunu..hepimiz burdayız...gölgelerden birer birer çıkıyordu sessiz krallar/herkesin unuttuğu tanrılar/ affetmişlerdi onu/kalabalık şaşkınlık içersinde izliyordu/kimdi bunlar, her bir gölgenin ardından biri çıkıyordu..onlar alkışladıkça kalabalık yerine gömülüyor herzamanki gibi saklanıyorlardı..ağır ağır sahneye doğru ilerliyorlardı/siyahlar içinde, yüzleri,hepsinin yüzleri boyalıydı..siyahlar beyazlar birbirine karışmıştı..biri ışıkları yaksın/yandı sahnenin bütün ışıkları/son sahne dedi kadın yerinden bile kalkmadan/arkası dönüktü,alkış durmuyor, o alkışı bastırmak için haykırıyordu...hazırmıydı/lanetlenmişmiydi sonunda/ve bu yükü taşıyabilirmiydi gerçekten..az önce dibe vurmak bile imkansızken/biz olmuştu..olabilmişmiydi..olağanca gücünle haykırdı ; YAPABİLİRİM...nasıl bir masturbasyondu bu tanrı onu alkışlıyor/yanında yer veriyordu ona..oyun oynayanı yutmak üzereydi..gözlerini kapattı/görüyordu/birçok hamleyi görüyordu,her taşın nasıl oynadığını, nasıl mat ettiğini/yüzlerce oyun geçiyordu gözünün önünden ilk hamleden son hamlesine kadar binlerce hamle...yapmıştı..kadın sahnenin arkasındaki gölgeye doğru ilerledi son kez..yok olma zamanı şimdi...alkışlar azaldıkça teker teker kayboldu hepsi/geldikleri gibi yavaş yavaş..ne saklanıyorlardı, nede aceleleri vardı/yüzlerinde bir gülümseme vardı/yemin edebilrirdi, saklandığı koltuğunda, korkudan daha bir yapıştı koltuğa yeşil kazaklı genç..en son tanrı olduğunu haykıran da ayrıldı salondan/her biri tek tek emindi/o gerçekten tanrıydı/neden bilmiyorlardı/bu cüretkar güç daha önce gördükleri hiç birşeye benzemiyordu..içlerinde ki o korku..hiç biri konuşmayacaktı/her zaman yaptıkları gibi görmediklerine inandıracaklardı kendilerini..unutacaklardı..kadın saklandığı gölgeden mırıldanıyordu kendi kendine/oyunu biliyorum..her hamleyi her taşı görüyorum ve evet artık farkındayım/oyunda tek önemli unsur ne şah nede piyonlar/nede oyunun kendisi/tek unsur oyun tahtası,siyahlar ve beyazlar içindeki oyun tahtası..kuralı koyan tek oyunun galibi/herkesi etrafına toplayan/asla gözükmeyen/oyunu asla terk etmeyen birtek o..senelerce nasılda gülmüş bana nasılda görememişim/nasılda anlamlar yüklemişim o taşlara/hamlelere/oyunlara..oysa ordan hep beni seyretmiş..artık biliyorum oyun asla bitmiyor..kadında artık oyunun bir parçasıydı/hayatın insanlarla oynadığı oyunda artık oda vardı/saklandığı gölgesinden siyahlar, beyazlar içinde izliyordu insanların oyunlarını/hamlelerini/sessizce gülümsedi.- yanlış hamle ahmak!kimse kadını duymuyordu/daha bir haz aldı kadın..

25 Ocak 2009 Pazar

Okunmasın diye...


Usulca oturdu klavyesinin başına.. yorgun parmak uçlarından bugün ne damlayacağını bilmeksizin oturdu.. Ve başladı parmaklar, iradesinden izin almaksızın.. Asiydiler bugün çok asi...

"RÜYA....

İnce uzun bir balkon..Sizin nerde olduğunu bilmediğim evinizin balkonu.. Ben orda ne arıyorum.. Neden ordayım.. rüya bu mantıklı olması gerekmiyor iştr.. Ordayım.. Balkonun duvarına yaslanmış, karanlığa bakıyorum amaçsız.. Sen.. İçeride, bir kaç duvar uzağımdasın.. Sadece birkaç beton duvar.. Bu kadar yakın ve bir o kadar uzağımdasın..Balkon penceresinin kenarındaki paketimden bir sigara almak için dönüyorum.. Sen.. Balkon kapısına yaslanmış orda öylece durmuş sen.. Öylece durmuş bana bakan sen.. Hiç bir şey konuşmadan, başımı kaldırıp gözlerine bile bakmadan sigarama uzanıyorum.. Sen duruyorsun..İnsan rüyasında bile kalbinin fırlayacak kadar çarptığını hisseder mi? Hissedermiş.. Kalbim patlamak üzere.. Sigarayı elimden düşürürsem.. Ya kibriti çakamazsam.. Heyecandan , karşında bir kez daha çocuklaşırsam.. Offf... Lanet kibrit yanmıyor işte.. kabus.. Yansana Allahın belası.. Yanmıyor.. Sen.. Yaklaşıyorsun.. soluğum kesilecek.. Kesilecek.. Bir çakmak alevi .. Ellerin.. Ellerinde çakmak.. Çakmağınla yanan sigara.. Benim sigaram.. Tekrar arkamı dönüyorum .. Bakışlarını hissediyorum.. Saçlarımda.. Saçlarımdan kayan bakışlarını.. Şimdi bir adım mesafedesin.. Bir adım.. Bin adım mı yoksa.. Yada sonsuz uzak.. Nefesim çırpınıyor.. Sana dönüp bakamamak, birşey söyleyememek, orda öyleca kalakalmak.. Soğuk.. Üşüyorum.. Kaçmak istiyorum yanından.. Kalırsam, duramayacağımı biliyorum.. Hiç birşey yapmadan durup bakışın, beni çağırıyor sanki.. kaçmak istiyorum.. Fırlatıp atıyorum sigarayı.. Sigaramın alevi, karanlıkta kayan bir yıldız misali.. Düşüyor.. Ben düşüyorum.. başım dönüyor.. son bir güç , yanından geçip, gitmeliyim burdan.. Yanından geçmek.. Nasıl.. Ellerim terliyor.. Terlemeyen avuçlarım sırılsıklam.. şimdi, diyorum kendime.. Hızla dönüp balkon kapısına, yanından geçmeye.. Allahım güç ver... Tam o an.. o an.. Bir mucize.. ancak rüyada mümkün bir mucize.. Bir el, senin elin, yanından ürkerek geçen elimi tutuyor.. Elin.. Yanıyorum... Bu defa yanıyorum kesinlikle.. Elin elimi tutmuş.. Ve o hiç bilmediğim sesinden muştu gibi bir cümle :GİTME...

Ne zaman ve nasılsarıldın sana? Yüzüm yüzüne yaslı.. Ağlıyorum.. neden şimdi.. Yüzüm yüzünde ağlamak.. bir güvercine sarılmış kollar.. Kolların.. Ve ben kollarının arasında katılasıya.. Ve Lâl.. Cümle yok.. kelime yok.. Ses soluk yok.. ............."


Arkasına yaslanıp yazdıklarını okudu kadın.. Neden yazdım ki bunu diye geçirdi içinden.. Hala avaz avaz bağırışına öfkeli..Kurgu sanacak dedi kendi kendine...Kurgu..Yoksa yaşamadan yazamam deyişini unutmuş muydu.. En çok canını yakan şeyi düşündü.. Hislerine sadece "zannediyorsun" deyişini.. Bu yaşta insan birsürü şeyi zannedebilirdi hala.. Ama hissettiklerine isim verebilirdi işte... Kulaklarını tıkamış, gözlerini kapatmıştı O... Tümden inkar etmek en doğrusuydu.. Bilmemek.. Bilse ne diyecekti ki.. Bilse.. Ve bir de inansa ne diyebilirdi ki.. Kırmamak adına bir susuştu bu.. Bunu biliyordu kadın ve acıyordu canı.. Canını yakıyordu bu hal.. En yasak, en günah ve en imkansız.. Zaman, zemin ve insan diye mırıldandı.. Birlikteliğin asgari olmazsa olmazlarını düşündü.. Yanlış zamanda, yanlış yerde ,yanlış insandı.. Bir şarkı düştü diline :

Bir zaman hatası anladım
Yanlış yerde yanlış bir kadın
Sevgilim farkındaydım

Hoş öyle bile olmasa.. Onu çekeblecek hiçbirşeyi olmadığını düşündü kendi kendine.. İsyan etmelerin önünü tıkadı.. Nasılsa diye bağladı bütün cümleleri.. Sustu.. Ben sana aşığım dedi kendine.. Elimden birşey gelmez dedi adam.. Sustu..
Ve yazdıklarını okudu bir daha.. Bir daha.. Okusa ne değişir ki dedi? Hiç diye cevap verdi yalnızlık .Ve tuttu bütün sayfayı siyaha boyadı.. Artık görünmüyordu yazdıkları.. Görünmez olmuştu herşey.. Tıpkı benim gibi dedi..Çenesinden bir damla düştü klavyenin M tuşuna.. Öylece kalkıp gitti kadın..
Kanepeye uzandı.. Günlerdir uyumamış gibi.. Yalvardı uyku perisine.. Gel dedi.. peri kırmadı ağlayan kadını.. sardı, sarmaladı..Kanepedeki huzursuz dönmeler kesildi ve uyku..

Ve yine aynı rüya :

İnce uzun bir balkon..Sizin nerde olduğunu bilmediğim evinizin balkonu.

24 Ocak 2009 Cumartesi

Yalın..


Küçük bir su birikintisine hazırlıksız yakalandım.. Bir an sadece bir an.. Gözüme çarpan bu yüz.. Bu benim yüzüm mü.. değil.. olamaz.. Bu kadar korkunç. Bu kadar iğrenç..

Unutmuşum.. yıllarca yıllarca ,Yüzlerce, binlerce maskenin ardında gizlenen bu yüz benim olamaz..Yoksa benim mi.. Unuttum.. İfademi.. Hatlarımı.. Ben'i unuttum.. Onların arasına karışmak adına.. Birazcık daha.. Birazcık daha ilgi dilenmek..

Dilenmek.. Aynı sokağın farklı köşelerinde mekan tutmuş maskeli dilencilerdik.. Bir birine avuç açan.. Birbirinin sadakasına muhtaç.. Körler ve sağırlardık.Birbirimizi ağırladık.. Baktık ki maskeler işe yarıyor.. Daha çok maske.. Daha çok.. Herkese ayrı maske.. Kimine uysal, kimine hırçın, kimi çocuk sever, kimi fahişe.. Kimi aptal, kimi zeka peşinde.. Var gücümle bir maske daha yapmalıyım.. Hergece.. hergece bir sonraki gün için yeni bir maske..

Danışıklı dövüşler, suni anlar ve biz maskelilerin cümbüşü.. Nasıl güzel.. Nasıl göz alıcı..

Ama şimdi bu yüz benim yüzümmüş öylemi.. Emin miyim.. Tırnaklarımı geçirsem yüzüme, söküp atsam.. Yüzsem derimi.. İkna et beni hadi.. Maske değil yüzüm olduğuna..

Karıştım... Kimsin sen?

Hangi maskenle gelmeliyim sana.. Hangisiydi seni ayartan.. Seni tutup bana çeken maskemi bulamıyorum şimdi.. Şimdi sen "yüzüm"e balmazsın değil mi? Bakma.. Kusasın gelir.. Maskeler öyle hale getirmiş ki o ana rahminden çıktığında "ben" olan o çehreyi..

Gözlerimi kaybediyorum..
Bakışlarımı da..

Zamanı sıfırlamak...
maskeleri parçalamak..
Yoruldum.. Yeni maskelere, maskeli balolara mecalim yok.. Yalın bir ben.. Sade ben.. Öylesine bir ben..Hala şansım var mı?

Şimdi bak.. Bütün gücümle yüzüne bakıyorum.. Gitmen pahasına... İyice bak..

Buyum işte..
Hala sarılmak istiyor musun..

Ne o gidiyor musun... Şaşırmadım.. Ama hala.. Herneyse..

GÜLE GÜLE...

23 Ocak 2009 Cuma

Oldu...


Bir adım .. Belki bir adımdan daha az.. Nasıl bir nokta bu..Bir sineğin kanat çırpışı, yada ayağımın altından kayması muhtemel bir kaç kum tanesi.. Sonrası uçurum.. Düşer miyim.. Belki.. Başıma gelmesi imkansız ne varki .. Özel miyim.. Ya seçilmiş.. Hiçbiri.. Sıradan.. Heran 3. sayfa haberi olacak kadar sıradan biri..

Bir tek gölgem.. Sarılabileceğim bir tek gölgem var.. Oda , karanlıkta izini kaybettirip gitmiş..

Ve gök yüzü.. Delik deşik bir gök yüzü.. Yıldız yıldız.. ne garip.. Bu sevdiğim yıldızlı mehtap ,göğü de kanatmışmıdır acaba.. Gök de kanamış mıdır usulca..

Bir mavi çelik, koşsa gelse şimdi.. Vuruverse kendini şah damarıma.. Ve şah damarımla beraber, şahdamarımdan yakın olanıma.. Vuruverse.. Bir kırmızı çıksa beyazımdan, düşse toprağa.. Can suyum.. Cesedimle nefesimi bağlayan can suyum, toprağa karışsa.. Toprakta kanım.. Toprak kana kansa..

Nokta deliklerden yol bulsam toprakta..İşlesem içine.. Hiç birşeye işleyemediğim kadar işlesem..Kızıl karıncalar yol gösterse bana.. Gnomların gizli hazinelerini bulsam.. Aralarına sızsam, yapışıp, kalsam .. Kurusam kabuk olsam..

Ceset.. Yanına uzansa karanlıkta izini kaybettiğim gölgem.. Cesede sarılsa.. Soğusa.. Buz kesse.. Kaskatı bir gülüş donup kalsa dudağımdan.. Bir prens gelip uyandırmasa beni uykudan.. Çürüsem gitsem gölgemin kollarında..

Gölgem, kovsa leş yiyen akbabaları.. Cansız canımı daha da yakmasalar.. Oymasalar artık gözlerimi.. Gözlerimden ,gözlerini almasalar... Ve gölgem örtülse üzerime.. Yem etmese beni vahşi aslanlardan beter, küçük ölü yiyicilere.. Isırmasalar artık..Rahat bıraksalar...

Nefes.. Nefes yükselse.. yükselse ve baksa geride kalanlara..
Bir kas katı ceset ve yolunu arayan bir avuç kan.. Üşüse nefes, cesetin yüzüne baktıkça..Dönüp gitmek istese bu iğrenç kafese bakıp.. Tükürmek istese yüzüne.. Lanet okusa.. Hiç affetmese hapis günleri yapılan işkenceleri.. Gökyüzünde yıldızlar kayıp düşte o çığlık attıkça..

İnsanlar toplaşsa başıma.. Merak.. Tecessüs...
-Düşmüş mü...
-Yok atlamış sanırım..
-Vahh canım.. Neydi ki kimbilir derdi..
-Bilemezssin ki..
Ceset doğrulmak ister.. Doğrulup izah etmek ister.. Düşmedim demek ister.. Mavi çeliği, şah damarını göstersin ister..Nefes tutar çeker, öfkeyle.. Bitmeli artık izahlar.. Artık kim ne isterse düşünmeliydi.. Bu nokta umursayışın bittiği nokta olmalıydı.. Oldu..

O..... (2)

Gözlerim yavaş yavaş aralanırken, dağılan sis bulutunun ardında ilk seçebildiğim babamın endişeli bakışlarıydı.Her an soğukkanlılığını muhafaza edebilmenin zirvesinde olan o bakışlardaki endişe, kendime geldiğim anda yerini bir çocuk sevincine bıraktı.
-Nihayet !... Çok korkuttun beni..
-O öldü…
-Şşşt.. Dinle şimdi.. Hiç bir şey düşünme ve dinlen..Konuşacak çok vaktimiz var nasılsa..


Babam sessizce odadan çıkarken cevabını hatırlamadığım sorular beynime hücum etmeye başlamıştı: Eve nasıl gelmiştim ?Kim getirmişti beni? Kaç gündür o halde yatıyordum? Olanlardan kimseye bahsetmiş miydim?Babam o eve gittiğimi öğrenmiş miydi..
Gözlerimi kapadım..Birbiri ardına fotoğraf karesini andıran görüntüler yanıp sönmeye başladı: gözleri, dudaklarının dudaklarıma değişi, yine gözleri, çenesinden damlayan kan ,defterden okuduğum son cümle… Defter… Bir defter vardı ..
Etrafa bakındım.Görünürlerde yoktu.. Evde mi bırakmıştım yoksa.. Birden, defteri şuursuzca elbisemin içine sakladığım görüntü yanıp söndü .. Elbisem.. Odamın uzak köşesinde, yerde duruyordu hala.. Ağır hareketlerle yataktan kalktım. Dizlerim titriyordu hala.. Eğilip elbiseyi aldım.. Elbisemin kolunda kurumuş kan izleri . O’nun kanı..Ne acı.. Dudaklarıma bir an değen dudakları dışında ona ait dokunabildiğim tek şey, bu kurumuş kan damlalarıydı. Ve yine gözleri.. Bu mavilik hayatımın geri kalanına musallat olacaktı besbelli…. Mavi ve arkasındaki uçurum…
Defter yoktu.. Biri almış olmalı diye geçirdim içimden..”Babam…” O halde eve gittiğimi de öğrenmiş olmalıydı.Başım dönmeye başlamıştı.. Duvardan destek alarak yatağıma döndüm..Uyumuşum.. Kaç saat yada gün sonra uyandığımı bilmiyorum. Kalktım.. Odamın dağa bakan penceresinin önünde durdum.. Günler önce, o dağa bakarken duyduğum merak yerini parçalayan bir acıya bırakmıştı.. Aşağıda çınar ağacının altında oturan babamı gördüm..Konuşmamız gerekiyordu , hem de ertelemeden.. Yanına indim.. Hiç bir şey söylemeden oturduk yan yana. İkimizde konuşmaya başlamaktan korkar gibiydik.. Doğru cümleyi bulamamaktan korkuyorduk sanki.. Sessizliği bozan babam oldu.. Hem de hiç beklemediğim bir soruyla:
-Evdeyken.. Hiç konuştun mu.
Başımı hayır anlamında salladım..
-Ohh.. Çok şükür.. Eminsin değil mi? Tek bir kelime.. bir fısıltı.. bir ses..
-Hayır…
-…..
Babam o evde konuşulmaması gerektiğini biliyordu.. Demek ki defteri okumuştu..
Yasakları çiğnemenin utancını bir yana bırakıp sordum
-Defter nerde baba_
-…
-Baba defter nerde?
-Merak etme emin bir yere sakladım onu…
-Defter baba… Nerde?
-O defterde bilmen gereken bişey yok.. Unut o defteri..
-Baba…
Israrlarıma daha fazla dayanamamıştı.. Lanet olsun dercesine söyledi defterin yerini.
-Çalışma masamın çekmecesinde.. Anahtarın yerini biliyorsun.. Yalnız unutma. Orda yazanların hiç biri gerçek değil. Hepsi, hasta bir ruhun sayıklaması sadece.

Babamı dinlemiyordum bile.Kalın kitapların altındaki anahtarla çekmeceyi açtım.Ordaydı.. Son sayfası..Son cümle : “ Kurtulmak için bir tek yolun var.. Tetiği çekmek..”
Ve üzerindeki kan izi..Ve yine mavi…
Defteri alıp odama çıktım.. Neden bilmem, okuyup okumamakta tereddüt ediyordum.. Başladım.. Onların hikayesini anlatıyordu.Çocukluğumda babamın anlattığı hikayeleri eksik yada fazlası yok.. Bir romandan çok, tiyatro metni gibiydi.Karşılıklı konuşmalar…Onunla yaptığımız konuşmalar gibimiydi yoksa.. 50-60 sayfa okumuştum ki metinde bir an kopukluk oldu.. Atlanmış replikler vardı sanki… Defteri dikkatle inceleyince aradaki sayfaların ustaca kesilip çıkarıldığını gördüm.. Ama neden… Kesilmeden önceki kısım M nin anne babasının intiharı ile ilgiliydi.. Çocuk evden çıkıyordu.. Arada olmayan sayfalar ve eve gelen uzak bir akraba ile başlayan bir bölüm.. Dedemle ilgili kısım yok…çıkartılmış.. Babam.. Ama neden?Hızla en son sayfaya baktım.. Bana dair bişeyler aradım.. yok… Kesilmiş..

Ve dehşet…
Son sayfa olduğundan emin olduğum sayfadan sonra kesilmiş sayfalar var… Olamaz.. İmkansız…
Hiçbirşey sormuyorum babama.. Kafamda kurguladığım şeyi kontrol etmek istiyorum.. Tam 6 sayfa kesilmiş..Defteri yerine bırakıp , kaç gündür uyuduğumu soruyorum babama.. 6 gündür diyor.. 6 gün, 6 sayfa..
Defreti yerine bıraktığımı söylüyorum babama… Soru sormayışıma şüpheyle bakıyor..
O gece sabah olmak bilmiyor… Sabah, babam evden çıkar çıkmaz ilk işim defteri yeniden bulmak oluyor.. Bakıyorum.. Kesilmiş sayfa sayısı 7 olmuş..
Yanılmamışım.. bu defter yaşıyor ve hergün bir sayfa daha yazılıyor kendiliğinden.. Ve babam bunu biliyor.. Ve babam yazılanları da biliyor.. Sayfaları kesiyor babam..
Ama neden?
Deftere yazılacak yeni sayfaları okursam neler olup bittiğini öğrenebilirim..
Korkuyorum…Hem de çok.. Ama bundan kaçamayacağımı biliyorum..
Mavi bunu istiyor…

22 Ocak 2009 Perşembe

İSTANBUL'a


Yine eski bir ağrı.. Yine eskilerden bir yazı..
(Bir güzel yürek hatırlattı bugün İstanbul'umu, en çok neresini seviyorsun dedi.. Ençok neresini sevmiyorum ki..)


Vedalaştığımız günü hatırlıyor musun?Dönüp bakmamıştın bile.. Ben de bakmamıştım sana.. bir an bile.. Cesaret edemezdim.. O yeşil mavi gözlerini bir defa görsem gidemeyecektim biliyorum..
Gitmeliydim.. Benim kararım değildi biliyorsun.. Düzenimi kurmalıydım.. Yaş geçip gidiyordu.. ArtıkHayatımı mutedil sularda yüzdürmeliydim..
Yorgundum..Sen de beni çok yormuştun, kabul et..
Ahh.. Gittim..Seni unuturum diyordum. Senin bana benim sana asla uymadığımızı telkin ediyordum kendime.. Ben sana yetmiyordum.. Sen bana fazla ,ben sana azdım.. Sana yetebilecek kimse olacağını da sanmıyorum..Mutlaka yeni bir sevgili bulacaktım.. Senden daha güzel olacaktı belki de, daha munis, daha sakin, daha huzur verici..
Ne kadar yanılmışım..Senin ruhumu ele geçirdiğini nasıl farkedememişim..İtiraf ediyorum..Senin kadar tutkulusunu görmedim ben..
Yeni bir sevgilim var.. Sevgili değiliz.. Ama beraberiz işte..Mantık ilişkisi bu olsa gerek.. Senin gibi değil.. Senin gözlerine benziyor gözleri.. Ama senin gibi bakamıyor..Senin hırçınlığın yok onda..Senin ele geçmezliğin de.. Sana bir ömrü harcadım, keşfedilmemiş ne kadar şeyin olduğunu biliyorum.. Bilmediklerim cabası.. O ise ne kolay keşfedildi bir bilsen..Zor fetihlerin kadınıyım ben. Kolay ele geçen şeyleri sevmiyorum.. Sen kolay değil ele geçmezimdin ..
Seni özlüyorum..Senin nazını,kaprisini, şehvetini özlüyorum.. Seni insanı deli eden baştan çıkarıcı kahkahanı özlüyorum.. Beni yormanı, çaresiz bırakmanı, karşıma geçip gülmeni özlüyorum..Seni asla yakalayamayacağım halde kovalamayı, bir gün mutlaka seni elde edeceğim diye hayal kurmayı özlüyorum..Kafayı bulup sana şarkılar söylemeyi..Sana şiirler okumayı özlüyorum..Senin en bayağı halindeki asaletini özlüyorum.. Senin kahrını da lütfunu da özlüyorum..
Dönüp bakıyorum,verdiklerine ve aldıklarına.. Sevmemem hatta nefret etmem gerek senden..Yapamıyorum..
Özlüyorum ulan seni.. Köpekler gibi özlüyorum..
Bu gün biri ile tanıştım.. Seni tanıyor.. Sadece seni tanıdığımı söyledim.. Benden selam söyle eski sevgilime dedim.. Söz verdi.. Söyleyecek mi bilmiyorum.. Söylerse selamımı al.. Hiç değilse selamımı al..
Sana geri dönmeyeceğim biliyorsun..En az senin kadar gururlu bir kadınım sana dönmeyeceğim.ama hangi kollarda uyanırsam uyanayım bilki seni özleyerek uyuyor olacağım..
Seni seviyorum..Sakın bunu unutma olur mu..Sakın beni unutma emi..
Ahh, istanbul.. sana taptık ulan sana taptık diyor ya şair..al benden de o kadar...

....

Hani diyor ya şair ;
BENMİŞİM BELA MİMARININ SEÇTİĞİ ARSA,
Bugün hal bu.. Medet desem.. ama nasıl ve kimden...

20 Ocak 2009 Salı

W...


Gitmeleri yazıyorum hep.. Gidemediğimden.. Masal gitmelerim, kaf dağının ardına saklı erişemediğim yaşamlar.. Ve eşikte biçare bir ben.. Zavallı.. Acınası.. Acınası olduğu için nefretimi hak eden bir ben..
Gitmek..
Düngece yarısı geldi yine bir gitme krizi.. El ayak titredi, kalp sıkıştı, nefesler yetmedi, boğuldu can.. Can, can çekişti.. Ağızın kenarından süzülen kan silindi yine sol elin tersiyle.. Usulca süzüldü ayaklar eşikten, kaçarcasına çıkıldı sokağa, geri dönmek zorundalığını o anlık yok farzedip..

En çok, ne kadar kaçabildin sahi sen?.. Ne kadar uzağa?...

Limanı bilir misin.. Bilirsin tabii , hemde benden daha iyi.. Dün gece oraya kadar yürüdüm.. Gece yarısı montu giyip, başıma da bereyi takınca, bir oğlan çocuğundan farkım kalmadı.. Ne kadar rahat.. İlk defa kadına pek benzemeyen görüntümün Allahın bir nimeti olduğunu düşündüm.. Malum, küçük şehirlerde insanlar hele kadınlar gece yarısı , boğuldum diyip çıkıp sokakta yürüyemiyor hala.. Ama ben yürüdüm.. Dakikalarca yürüdüm.. Yine bütün hısrımı ayaklarımdan çıkarırcasına yürüdüm.. Geride bıraktığım kaldırım taşlarından fazlasıydı.. Cebimde sigaram ve çakmağım.. Kimlik bile almadan.. Hani olur da başıma bir şey gelir , ölürsem filan bilinmesin istedim kim olduğum.. Sadece kendimi ve sigaramı alıp gittim..

Hava soğuk, çok değil ama soğuk işte.. Keşke yağmur da yağsaydı ama yağmadı.. Üşüdüm.. Üşümeyi seviyorum.. Üşümek , insanın kendisini farketmesini sağlıyor.. Yüzüm , ençok da burnum üşüdü.. Kan dondu dudagımın kenarında, kan kabuk oldu...

Liman, karanlık.. Deniz simsiyah.. Alışıyor insanın gözleri bir süre sonra.. Garipti, korku hissetmeden orda bir başına durmak.. bir sigara yaktım.. İlerde birkaç sokak köpeği.. Nasıl da korkarım köpekten.. Yoksa korkardım mı demeliyim dün geceden sonra.. Hangimiz daha sahipsizdik acaba, onlar mı ben mi.. Yanıma bile yaklaşmadılar.. Belki de bulaşmak istemediler düngece bana... Fena halde belaya bulaşasım vardı dün gece, yeldeğirmenlerine savaş açasım vardı.. Olmadı..

Ay düşmek üzereydi denizin üstüne.. Denizin rüzgarı, gecenin ayı, sokakların köpekleri, serserilerin sarabı, herkesin tamlayanı vardı.. sen yoktun...

Benim tamlayanım değilsin biliyorum ama yoktun işte.. Hem de çok uzun zamandır.. En son bir selamın geldi.. Bir de , yazılarımdan birinin sana dair kısmına yazdığın "çok ama çok güzeldi" diyen bir mesaj.. güzel olan neydi diye bile soramadım .. Güzel olan neydi? Sana dair yazılanlar mı, o cümleleri yazdıran küçük anılar mı.. Çok ama çok güzeldi...

Yanında çırılçıplak kalabileceğime inandığım "insanım"dın sen.. Buna gerek var mı diye sorardın şimdi karşımda olsan biliyorum.. Gerek var mı, yok mu , bırak o da bende kalsın.. Dönüp dolaşır sana yazar bulmak kendimi ne tuhaf.. Aklıma geldiğinde yüzümde beliren anlık tebessüm kadar, hiç bilmediğim yüzünü rüyamda görmek kadar tuhaf... Keşke, ifade ettiğin şeyi sana da izah edebilsem sarı çizmeli mehmet ağam..

Keşke limanda olsaydın sen de.. Yanıma gelmeseydin ama orda bir yerde olduğunu hissetseydim.. Sokak köpekleri kadar kimsesiz olmasaydım keşke.. Söylemediğim şeyleri duysaydın.. Hiç birşey demeden sussaydın.. Ama bilseydim işte duyduğunu.. Bu sesimi duyurma çabası neyin nesi.. Neden sen?

Yazdıklarımı okumadığına eminim.. Belki da artık "tapılası derecede güzel" şeyler yazamadığımdandır. Ne kadar çok cümleyi sustuğumu bilemezsin.. O halde bunlar mı ne? Bunlar işte öyle ağzımın kenarından kanla karışıp sızanlar.. Seni özledim.. Lal de olsam, bölünsem de, seni özlüyorum arada.. Neden diye sorma..


Şafak sökerken son bir sigara daha.. Şehir yeni bir güne uyanıyor işte... Ayaklar mecburi güzergaha yöneliyor.. Kaçarcasına çıkılan eşikten, hırsız gibi sessizce giriveriyorum içeriye...Hiç bozulmamış yatağımın üzerine bedenimi fırlatıp atıyorum.. Ben hala limanın orda bir yerlerde olmalıyım..Olurda oralardan geçersen diye..

Tükenen...




Diz dize oturuyorlardı.. Yok, mecazi anlamda değil..Gerçekten diz dizeydiler. Kadın , adamın ellerini avuçlarının arasına aldı. Ne kadar zordu.. Yürür gibi görünen bir ilişkiyi bitirecekti az sonra.. Nasıl söylenirdi ki bu.. Nasıl ikna edebilirdi ki adamı da aslında yanlış giden , hatta gitmeyen bir şeyler olduğuna.. Derin bir nefes aldı..Ellerinin arasında adamın huzursuz elleri.. Gözlerini adamın gözlerine yasladı.. Adamın gözlerinde endişe, adamın gözlerinde onlarca “neden” sorusu..


-Biliyorum.. şimdi söyleyeceklerim canını yakacak.. İnanmayacak hatta bunları bahane bile sanacaksın biliyorum.. Ama değil.. İnan ki değil..
-Neler oluyor..
-Bak.. Bana sevgi arsızı diyebilirsin.. Doyumsuz, aç gözlü aklına gelebilecek her şeyi diyebilirsin bana.. Ama ters giden bir şey var.. Gitmiyor.. Olmuyor.. Sen de farkındasın değil mi..
-Neyin farkındayım.. Lafları geveleme.. Ne söyleyeceksen açık söyle.. Uzatmadan..


İşte yine başlıyor” dedi kadın.. Ne zaman hoşuna gitmeyen şeylerden söz açılsa böyle hiddetlenirdi.. Ne zaman konuşulması gereken bir şey olsa, “yarın konuşuruz”der kaçardı.. Evet, kaçardı.. Kaçmaktı bu.. Göz göze gelmelerden, yüzleşmelerden kaçardı adam..Ama bu defa kararlıydı kadın, konuşacaktı..
Adamın ellerini, sıktı ellerinin arasında.. Adamın tedirginliği, çaresizliği. “Bu defa gidiyor” diye geçirdi içinden.. Ellerini çekip kadının küçük avuçlarından ayağa fırladı..
-Yine evhamlar.. Yine kuruntular.. Sen kendine dert arıyorsun.. Anlamıyorum ki.. Gitmeyen ne.. Millet senin yerinde, pardon düzeltelim hanımefendi bizim yerimizde olmak için neler veriyor.. Bi düşün kaç yıl oldu.. kalkmış bana gitmeyen şeyler var diyorsun.. Ve buna inanmamı bekliyorsun.. Yapma dürüst ol.. Başkası mı var..
Yine aynı şey olmuştu işte yine konuşma zemini kaybolmuştu.. Kadın sustu ..Bir kez daha sustu.. Yıllar önce, saatlerce “mesele” konuştukları zamanları hatırladı.. Yıllar önce .. Ne kadar çok şey değişmişti.. Sırf bu “konuşamamak” bile gitme sebebi aslında demek istedi..... Ama sustu..
Adam, montunu alıp çıktı..
Kadın, ikisine hiç de yakışmayan bu çözümden tiksindi.. Başkaca bir yol bulamadığı için de kendinden.. Bir mektup yazmak.. Konuşamadıklarını yazmak:
Bu mektubu okuyunca hırsından deliye döneceğini biliyorum.. Bu kaçışı affetmeyeceksin.. Biliyorum.. Üzgünüm.. her şeyden şüphe etsen de bundan etme ne olur..
Sıradanlaşmalardan nefret ettim hep.. Sen benim için hiç sıradan olmadın.. Her an aynı özen.. Bu kadarcıktı beklediğim işte.. Ama biliyordum, fethedilmiş kalelerin anlamı yoktu.. Fatih, ruhlu olanlar için fetihten , fetihe koşmak gibisi yoktu.. Malumun meçhul karşısında kazanma şansı sıfır bile değildi. Ben fethedilmiş bir malumdum.. Ve doyum anında değer sıfırdı..


Küçücük bir hikaye anlatayım sana: “Yıllar önce bir köyde, genç bir kıza aşık bir adam varmış Adam kıza aşkından türküler yakarmış.. Türküler hep kızın , o bir defa dokunamadığı zülüflerini anlatırmış.. Genç kız adama zülfünden bir tutam kesip yollamış.. Adam bu mukaddes armağanı öpe koklaya saklamış.. Derken kaderin güzelliği, adamla genç kız kavuşmuşlar.. Evlenmışler, çoluk çocuk derken yıllar geçip gitmiş.. En küçük çocukları da evlenip gidince baş başa kalan çift bir akşam otururken adamın gözü , kadının çeyiz sandığına ilişmiş.. Ya, hanım aç da bakalım şu sandıkta neler vardı demiş..Sandık açılmış.. Bir sürü eski anıyla beraber vaktiyle kadının adam verdiği mendile sarılı zülüfler de çıkmış ortaya.. Adam, mendili açıp zülüflere uzun uzun bakmış Ve kadına dönmüş ; hanım be zülfün diyip türküler yaktığım da bir tutam kılmış.”


İşte böyle.. İlişkiler, zülüflerin kıllaşma süreciymiş gerçekten.. Kimi bir haftada kimi bir ay yada yılda, şanslı olanlarsa daha uzun yıllara yayabiliyorlar bu süreci.. Ama bir gün o zülüfler mutlaka kıl oluyor işte.. Ve ben korkuyorum..Zülüflerimin kıllaşmaya başladığını görmek beni korkutuyor.. Üstelik bu kadar çabuk bu kadar erken.. Fıtrat.. Ben de böyleyim işte, güvenli bir ilişki buldum diye zülüflerimden vazgeçemiyorum, o türküleri özlüyorum.. Bunun için bana kızacaksın eminim.. Şımarıklık bu yaptığım ama dedim ya fıtrat işte..
Şimdi gidiyorum..Bu akıbeti görmemek için kaçıyorum.. İlk defa ve son defa ben kaçıyorum şimdi..
Belki de vuslatın olmadığı aşklar tükenmiyor.. Belki de kazandım dediğin an kaybetmeye başladığın an oluyor aslında bilmiyorum..
Gidiyorum..
Hoşça kal”

Kadın mektubu katlamadan az önce oturdukları kanepenin üzerine bırakır.. Banyoya gider, saçından küçük bir tutam keser ve mektubun üzerine koyar..”Kalsaydım bu zülüfler” der.. Ve susar…

19 Ocak 2009 Pazartesi

Sahne :2


Perde yeniden açılır.. Kadın, perdenin açıldığını farkında olmaksızın sahne gerisinden birilerine laf yetiştirme telaşındadır.. İçeriden gelen uyarıyla seyircilerin Onu izlemekte olduğunu fark eder. Ve sahnenin ortasındaki yerini alır.
Kadın : Kusura bakmayın..Arkadakine laf yetiştirirken fark edemedim sizi..(Döner arkaya bakar, yüzünde tiksinen bir ifade..) Gerizekalı… Pardon, size değildi..İlk perdeyle ilgi küçük bir sıkıntı yaşadık da.. Neymiş efendim.. Elimdeki metine sadık kalmamışım.. Ağzıma ne gelirse konuşmuşum. Ne yapmaya çalışıyor muşum? Vesaire..vesaire..
Sahne benim ,bu da benim oyunum değil mi? O halde istediğimi yaparım.. Yaparım … Yapabilir miyim? Yapamam… Yapamadım ..Hem de hiç.. Elime verdiğiniz metinleri okudum giydirdiğiniz kostümleri giydim…Hiç itiraz etmedim.. İtiraf edeyim mi böylesi daha kolaydı çünkü..Size benzedikçe hayat kolaylaştı. Kendinize benzemeyenleri sevmiyorsunuz değil mi.. Eskiden “anormal” derdiniz bu tür insanlara..Sonradan daha havalı bir isim buldunuz :Marjinal.. Çok fiyakalı değil mi.. Ogünden sonra normal insanlar, marjinalleşmek için kendini telef etmeye başladı.. Marjinal olmak, anormallik gibi utanılası bir durum değildi.. İnsana, derin, duyarlı, entelektüel bir hava veriyordu..
Anormal.. Normal neydi? Genelin yaptığı mı? Yani, siz gibi olmak.. Benzeşmek.. Bu zulüm.. Bu gördüğüm en korkunç asimilasyon.. Beni size dönüştürdünüz.. Ellerim , yüzüm, bakışlarım bile gittikçe sizleşiyor.. “Ben” olan yanlarım yavaş yavaş siliniyor.. Kelimelerim sizinkilere benziyor zamanla.. Size benzedikçe kendime uzaklaşıyorum.. Kendimden Hicret ediyorum.. Kendimliği bırakıp siz oluyorum.. Bu dönüşümün ne kadar acıttığını bilemezsiniz.. Beni ANLIYOR MUSUNUZ?

Seyirciler : (Seyirciler, sahne 1 den aldıkları derse çalışmıştır ) Haaayyıııııırrr.

Kadın : Harika.. Birbirimizi anlamadığımızda ikna olduğumuza göre daha sağlıklı iletişim kurabiliriz..
Beni nasıl bilirsiniz?
(Seyircilerin yüzünde şaşkın bir ifade vardır..Bu da nerden çıktı dercesine)

Kadın : Evet.. Doğru duydunuz.. Size sordum.. Beni nasıl bilirsiniz? Bu soru hep “ merhumu nasıl bilirdiniz” diye sorulur.. Sanki o saatten sonra merhumun de çok umurunda onu nasıl bildiğiniz.. Henüz merhum olmadan ve hala kısmen de olsa kanaatlerinizi umursuyorken, fırsat bu fırsat ,söyleyin bakalım.. Teyzecim sen söyle beni nasıl bilirsin?

Pembe yanaklı Teyze : Valla güzel kızım .İyisin hassın işte.. Hanım hanımcıksın, güler yüzlüsün.. Terbiyelisin. Okumuş insanın hali başka oluyor.. Bizim gibi cahil değilsin.. Tatlı tatlı konuşuyosun, biz de dinliyoruz işte..

Kadın :Hanımım dimi teyze..Ahh be teyzem sana desem ki içimde utanmaz bir fahişe var.. Aklına gelmeyecek işler karıştırabilirim.. Yüzüne tüküreceğin bir komşu kadınım aslında desem..

Pembe yanaklı Teyze : Tövbe, tövbe.. Hiç olurmu öyle şey..

Kadın : Olmaz dimi teyze.. Olmaz… Olmaz.. Peki sen söyle beni nasıl bilirsin 3. sıradaki, yeşil atkılı yakışıklı..

3.Sıradaki Yeşil atkılı adam: Çok zekisin.. Kelimelerin beni deli ediyor adeta.. Dünyaya meydan okur bir halin var.. Ve çok güçlüsün.. Yıkılmaz görünüyorsun.. Her an tutabileceğim kadar yakın, asla dokunamayacağım kadar uzaksın.. Rüya gibi bir şeysin …

Kadın : Vaayyyy.. Ne havalı laflar bunlar.. Şimdi bu iltifatlar karşısında benim eriyip bitmem, kendimi pelte kıvamında senin kollarına bırakmam gerekiyor değil mi.. (Döner teyzeye bakar ) korkma teyzecim, tabii ki bunu yapmam.. En azından sizin yanınızda yapmam….Allah aşkına yok mu şöyle okkalı bir tokat bana.. Hadi cesaret lütfen…

(arkalardan bir genç seslenir)

Karanlıktan seslenen Genç : Sen farklı olduğunu zanneden, sıradan birisin.. Hatta gördüklerimin arasında en basit çözümleyebildiğim insansın diyebilirim..

Kadın: Müthiş.. Seni görebilir miyim.. Ayağa kalkar mısın lütfen..

(En arkalardan bir genç ayağa kalkar)

Kadın: Lütfen, yanıma, sahneye gelir misin..
Karanlıktan seslenen Genç : Neden?
Kadın: Az önce kurduğun cümleyi gözümün içine bakarak söylemeni istiyorum..
Karanlıktan seslenen Genç : Gerek var mı.. nasılsa böyle olduğunu sen de biliyorsun.. Sadece bunu kendine itiraf etmek çok güç…Değil mi ?

(Kadının tiz kahkahası salonun duvarlarına çarpar.. Çığlıkla karışık bir kahkahadır bu.)
Kadın : Öyle mi sanıyorsun.. Bu benim hatam öyle değil mi? Egomu şişirip bu hale sokanların hiç kabahati yok değil mi.. Beni muhteşem, mükemmel sananların hiç kabahati yok.. Üzerime zorla giydirdikleri elbiseleri yırtıp atamamak benim hatam..
Dinle beni çocuk.. Çocuk diyorum sana ..Yanlış anlama küçümsediğim için değil, tersine ancak bir çocuk bu kadar dürüst olabilir.. Ancak bir çocuk bu kadar korkusuzca dikilebilir ayakta.. Dilerim hep çocuk kalır bu yanın. Neyse Çocuk dinle! sözüm sana …
Sevilmemekten o kadar çok korktum ki ben,, sevgileri kaybetmekten, kim ne isterse ona dönüştüm.. Kim ne beklerse o oldum.. Kim ne duymak istiyorsa onu söyledim.. Kim ne görmek istiyorsa öyle göründüm.. Çok yavşakça değil mi.. Haklısın.. Tam bir kişiliksiz insan modeli.. Hadi gel beraber taşlayalım onu.. Sahnenin başından beri yaptiğım hiçbir suçlamada haklı değildim.. Ben istedim bunu .. Benzemeyi, dönüşmeyi.. Çünkü yoksa sevmezdiniz beni..Lanet olası sevginiz, daha doğrusu sevgi sandığım iğrenç gösterileriniz benim başımı döndürüyordu.. Sarhoş olmuştum.. Siz sever gibi yaptıkça, algılayışım köreldi.. Hakikati görememeye başladım.. Sözleriniz nasıl bir büyücüydü.. Nefsim okşanıyordu.. Ruhsal bir orgazm haliydi bu.. Harikaydı..Taa ki.. Beynime bu kıymık saplanana kadar.. Beynimdeki kıymık… Kanıma giren bir virüs.. her şeyden ,herkesten şüphe etmeme sebep olan o şey.. Yavaş yavaş, gözlerim görmeye başladı… Kulaklarım duymaya.. Harikasın dediğinde içinden geçen bir halta yaramazsını duydum teyzecim.. Kırılmadım. Haklısın bi halta yaramam ben..
Yeşil atkılı yakışıklı, senin o güzel cümlelerinin varacağı nihai noktayı biliyorum ama söyleyemem şimdi.. Ama sana verecek bir cevabım var , çıkışta uğra yanıma..
Sahibi olmadığım manaların atfedilmesi.. Off… Güya biri bizi yüzümüze karşı methedince yüzüne bir avuç toprak atmalıydık değil mi.. Kim o delikanlı? Sen harikasın diyene, yürü git dalga mı geçiyorsun, yoksa sıradanlığı göremeyecek kadar mı ahmaksın diyecek.. Diyemedim ben de..
Ama kıymık…. Şimdi beynimin içinde bir kıymıkla dolaşıyorum.. Bütün inandığım değerleri yeniden gözden geçiriyorum.. Doğrularla yanlışlar o kadar birbirine girmiş ki, çözemediğim bir yumağın içinde debelenip duruyorum… Bu yüzden de kaçmak istiyorum.. Evet, haklısın.. Çünkü kalıp her şeyi yoluna koyacak gücüm ve becerim yok .. her şeyi öylece yüz üstü bırakıp kaçmak… Bunu bile yapamıyorum, söylemiştim değil mi..
Oysa nasıl istiyorum kendimde o gücü bulmayı biliyor musun?
Çırılçıplak soyunmak, ben olmayan her şeyimden soyunmak.. Kazıyıp atmak üzerime sinen bütün ihanet kokularını, kırk tas su ile bir gusül almak ve arınmak.. Ve dönüp bakmamak, durup durup arkaya.. Ve söküp atmak bütün acıtan yamaları.. Gittiğim yerden ,hakiki “Ben”e hicret etmek bu defa.. Ve muhacir olmamak bir daha.. Kendime ensar olmak .. Kendimi sarmak.. Kediler gibi yalayarak belki bütün yaralarımı iyileştirmek…

(Kadın yere çöker, başını yukarıya kaldırır)

Kadın : Ve Sen… İki şeye güvenirim derdim.. Biri aynaya bakınca gördüğüm, diğeri yukarı bakınca göremediğim.. Sen… Aynaya bakınca gördüğüme bile güvenmiyorum artık.. Artık Onu bile tanımıyorum..Beynimde bu lanet olası kıymık.. Çabuk ol.. Ya bana bu kıymığı çekip çıkaracak bir cımbız ver , hemen şimdi.. Yada…. Yada BENİ AL… Hemen şimdi..

(Perde yavaşça kapanır, içerden kadının ağlayarak okuduğu şu dizeler duyulur )
Büyücü büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman nedir inimde ?
Camdan keskin , kıldan ince kılıcın,
Bir zehirli kıymık gibi beynimde.

17 Ocak 2009 Cumartesi

O....

Çocukluğum Onların hikayelerini dinleyerek geçti.. Akşamları, Babamla baş başa kaldığımızda bir bahaneyle Onlara dair hikâyelere başlardı babam. Şimdi farkına varıyordum ki; babamın niyeti bana hikâye anlatmak değil, gözümü korkutarak Onlardan uzak durmamı sağlamaktı.
Anlattığına göre, babam 11-12 yaşlarındaymış Onlar bu kasabaya geldiklerinde.. Bir adam, bir kadın ve babamdan birkaç yaş küçük bir erkek çocuğu. Kasabalı, nerden geldiğini bile bilmedikleri aileyi hemen kabullenmiş.. Bir şeyden kaçtıkları muhakkak olan bu insanları incitmemek için Onlara geçmişlerine dair bir tek soru sormamış üstelik.. Onlar, kasabamızda yeni bir hayata sıfırdan başlamışlar.. Önceleri yok gibi....O kadar fakirlermiş ki, kasabanın hemen dışındaki tepenin ardındaki o viranede yaşamaya bile razı olmuşlar..
Virane, bu gün bile taş duvarları ayakta kalmayı başarabilmiş yüzlerce yıllık bir ev.. O eve ait rivayetlerse saymakla bitecek gibi değildi.. Çocukluğumda beni en çok korkutansa, evin kapısından içeri giren insanları bir şekilde yok ettiğiydi.. Yok etmek .. Ama nasıl.. Buharlaştırmak gibi bir şey mi diye sorardım gözlerimi kocaman açarak.. Babam başımı okşar, “ hadi git, yat şimdi” derdi.. Bu ev insanlara ne yapardı hiçbir zaman öğrenemedim.
Onlar da tıpkı diğer kasaba halkı gibi topraktan elde ediyorlarmış ekmeklerini.. “Bir gün” dedi babam ve sustu.. Birkaç dakika sonra anlatmaya başladı : “Bir gün, M acı acı bağırarak evimize geldi.. Yemek vaktiydi, hava kararmıştı.. o yaşta bir çocuk nasıl onca yolu tek başına gelmişti.. Ağlıyordu.. Babama adeta yalvarıyordu.. İki kelime sadece.. İki kelime ile yalvarıyordu.. annem diyordu, bir de babam….Babam, M.nin elinden tutarak gitti o gün.. Eve geri döndüğünde tek başınaydı. Anneme, bana hissettirmemeye çalışarak anlattıklarını dinledim.Adam ve kadın ,intihar etmişler.. Sebebini hala bilmiyorum.. Babam, ne yaptıysa ikna edememiş M’yi bizde kalmaya.Bir kaç gün sonra tanımadığımız bir adam geldi. M nin akrabası olduğunu söyleyerek. Viran evde beraber yaşamaya başladılar.. M, bir daha okula gitmedi. Yıllar sonra, kasaba pazarında karşılaştık .Yanında çok güzel bir kadın vardı, ve tıpkı M nin çocukluğuna benzeyen bir erkek çocuğu. Ozamanlar 35 yaşlarında filan olmalıydı.. Ama çok yaşlanmış görünüyordu.. Gözlerinin altında, aylardır uyku uyumamış birinde görülecek halkalar vardı.. Bu, M yi ölümünden önce son görüşüm oldu… O gece, karanlığı yırtan iki el tüfek sesi ile uyandık..Ertesi sabah M ve karısını mezarlığa götürülürken gördüm.. Arkalarından bakan o çocuk….”
O günden sonra , babamla Onlara ait hiç bir şey konuşmadık.. Kutsal bir susma andı içmiştik adeta..İçin için O’ndan uzak durmamı istiyordu biliyordum.. Ve O da biliyordu ki, bir gün mutlaka dağın arkasındaki o viraneye gidecektim..
Yıllar geçti.. 21. yaş günümü kutlamıştık o gece.. Herkes uyuduktan sonra, odamın dağa bakan küçük penceresinde yıllardır kurduğum hayalleri tekrar tekrar kurmaya başladım.. Bu yasaklık beni öyle kışkırtıyordu ki.. Babamın anlattıklar ve Onun hakkında söylenenler..
…..
O..
Kasabalı, Ona duygu bükücü adını takmıştı.. Duygu bükücü… O’nun bir şekilde insanların duygularına biçim verebildiği, böylelikle insanlara dilediğini yaptırabildiği konuşuluyordu.. Anlatılanlar doğruysa , Onu gören yada Onun gördüğü hiç kimse artık kendi istekleri doğrultusunda davranamıyordu.. Bir yolunu bulup onunla tanışmalıydım.. Bu tanışmanın hayatımın akışını değiştireceğinden emindim… Ama nasıl…
Birkaç gün sonra, canımın sıkıldığını bahane edip dolaşmaya çıktım.. Babam, gözlerinde aynı endişe ile, yüzümü avuçlarının arasına aldı:
-Sana anlattıklarımı sakın unutma..
-….
Bahar bütün coşkusunu tabiatın kucağına bırakmıştı adeta.. Hızlı adımlarla yürümüş, 1 saat içinde dağın arkasına varmıştım.. İşte virane ev karşımdaydı. Ve anlatılanlardan daha ürkütücüydü. Evin önündeki çınar ağacının gölgesinde kitap okurken gördüğüm O muydu acaba.. Hemen kendimi yokladım.. Hissettiklerimde şu an için bir gariplik yoktu.. Hala merakla karışık bir korku vardı içimde.. Bu iyi bir şeydi, en azından henüz duygularıma hükmedilmediği ortadaydı. Birkaç adım daha atmıştım ki, başını kaldırdı. Mavi…
Evet , Mavi.. Görebildiğim tek şey buydu. Ayağa kalktı.. Sanki geleceğimi önceden haber almışcasına ,tepkisiz bir ifadeyle bana doğru yürümeye başladı. Kalbim duracak gibiydi. İçimden , Onun hakkında anlatılan hikayelerin uydurma olma ihtimali geçmeye başlamıştı.. Diğer taraftan hislerimin kontrolümden çıkıp çıkmadığını bilmemenin tedirginliğini yaşıyordum..
Karşımdaydı işte.. Buz mavi gözleri insanda baktıkça bir uçuruma yuvarlanma hissi uyandırıyordu.. Kaç dakika öyle karşılıklı bakıştık bilmiyorum.. Bildiğim ve fark edebildiğim tek şey, mavi gözlerini çevreleyen beyazların gittikçe azaldığıydı.. Mavi, adeta bütün gözüne yayılmıştı..Ve beni karşı koymakta zorlandığım bir hortumun içine çekiliyordum… Tam o sırada izah edemediğim bir şey oldu.. Zihnimin içine dolmaya başlayan kelimeleri durduramıyordum. :
-Beni duyduğunu biliyorum. Beni duyuyorsun sen.. Benimle konuşabileceğini de biliyorum.. Hadi.. Hadi lütfen dene.. Lütfen…
Yalvarır gibiydi… Var gücümle konsantre olmaya çalışıyordun.. Yanlış bir şey yaparsam çok kötü şeyler olacağını hissediyordum..
-Hadi.. Yapabilirsin bunu .. Dene lütfen.. Sakın konuşma.. Sadece söylemek istediklerini düşün.. Yapabileceğini biliyorum..
-Nasıl?
-Harika.. Bak işte böyle.. Yapabilirsin demiştim.
-İnanılmaz bişey bu.. Bunu nasıl yaptın..
-Ben değil sen.. Şimdi beni dinle.. Ve sakın itiraz etme bana..
-Ama…
-Sus ve dinle..
-…….
-Bak, buraya gelenlerin içinde bunu tek başarabilen sensin.. Ve o yüzden çok şanslısın inan bana.. Diğerleri…
-Diğerleri?
-Onlar bunu başaramadılar ..Başaramadıkları için konuştular..Sonra da…
-Ne oldu onlara.. Söylesene…
-Göremiyorlar.. Ama inanılmaz keskin bir duyuşları var.. İnsan sesini kilometrelerce uzaktan duyabiliyorlar.. Ve ele geçirdikleri anda, son hiç değişmiyor.. 3 ay önce kayalıklardan kendini atan adamı hatırladın mı?
-Evet ama, onun için demişlerdi ki..
-Biliyorum. Benim Onun zihnine girdiğimi, Onu kayalıklardan atlamaya ikna ettiğimi ve bir sürü şey.. Hakkımda konuşulanları biliyorum. Başlarda üzülüyordum ama artık alıştım. Sadece kimsenin zarar görmemesini istiyorum artık. Bu yüzden evden dışarı çıkmıyorum..
-Kim onlar?
-Bilmiyorum.. Tek bildiğim konuşmamam gerektiği.. Böyle büyütüldüm ben.. Konuşursam beni yakalayacaklarını biliyorum..Üstelik bu kadar uzun zamandır , onlardan gizlenmeyi başardığım için bana daha çok öfkelenecekler..
-Neden kaçıp gitmiyorsun buradan..
-Kaçmak.. Onlardan belki.. Ama ben benim için yazılmış olanı yaşamak zorundayım.. Ve o yazılanların içinde buradan kaçmak yok..
-Saçmalama..
-Bak.. Bu söylediklerime anlam veremediğini biliyorum..Ama susmak ve beni bekleyen sonu yaşamak zorundayım..
-Seni bekleyen son ne?
-Tıpkı annemi ve babamı bekleyen gibi..
-Ama onlar inti…
-Sus… Onlar intihar etmedi.. Yazılı olanı yaşadılar..
-Sen de mi?
- Bunu bilmene gerek yok.. Tek yapman gereken sessizce gitmek ve bir daha da buraya gelmemek.
-Peki ne zaman?
- Korkarım çok yakında
..
O an kalbimde adı konmamış bir şey oldu..”Burada kalmak istiyorum”dedim.
-Biliyorum..
-İzin ver o zaman..
-Ama sadece bu gece..
O gece boyunca adını bile bilmediğim buz mavisi gözlerin sahibiyleydim..Garipti.. Teni tenime değmeden sabaha kadar seviştik.. Zihninden geçenler, zihnimden geçenler.. Sanki ruhlarımız bizi terk etmiş gözümüzün önünde sevişiyordu.. Sadece gözlerine bakıyordum. Sadece gözlerime bakıyordu..Ertesi gün eve gittiğimde olacakları düşünmüyordum bile…Babam çıldırmış olmalıydı.. Bense, hayatımın en “ben” gecesini yaşıyordum..
Ertesi sabah, güneş doğraken yanıma yaklaştı.. Aşk… Bu neydi şimdi.. Eğildi ve dudakları dudaklarıma değdi.. Bir tek an.. Zamanın durduğu andı o..
-Gitmelisin
-Biliyorum..
-Hadi…
-……..
Hiç bir şey söylemeden çıktım evden.. Arkamdan bakmadığını biliyorum.. Bakarsa gidemeyeceğimi biliyordu çünkü.. Yaklaşık 20-30 adım uzaklaşmıştım ki bir silah sesi duyuldu.. Delirmiş gibi eve koştum.. Gözleri… Buz mavi gözlerinde geceki bakışı donup kalmıştı… Çenesinden damlayan kanlar, önünde açık duran deftere damlıyordu.. Onunla ilgilenmem gerekirken şuursuz bir şekilde defteri çekip aldım..Üzerindeki kanı elimle temizledim.. Defterin son sayfasıydı ve son cümleler :
“ Kurtulmak için bir tek yolun var.. Tetiği çekmek..”

gözleri öfke mavisiydi... (hala ve hep..)


Kıpkırmızı bir kan damlası parlıyordu bembeyaz dişlerinin ucunda.tuhaf bir aşkla bakıyordu gözlerini kamaştıran o beyazlığa. Damlayan kanın kendisine ait olması bile ürkütmüyordu onu…İnsan celladına aşık olabilir miydi gerçekten. Bu muydu adını koyamadığının adı..
Ama o kadar muhteşem görünüyordu ki diye başladı söze.. boynundan akan kana aldırmadan, tuhaf hırıltılarla karışık sesiyle.İlk gözlerini gördüm.. Aslını istersen başka hiçbir yerini görmedim yüzüne dair . Ama biliyorum.. Bir mermer soğukluğunda olmalı.. Bu gözler başka bir yüze ait olamaz çünkü.. Bu gözler… buz mavisi, cobalt mavisi…mavi işte.. bir mavi.. göz mavisi.. Bıçak gibi.. öfke kusan mavisi gözler… eminim yüzünde bir anı hapsettiğine eminim. Bir an hapsolmuş yüzüne.. boyle bir ifade, yada ifadesizlik. Tarifi mümkün değil diyordu kendi kendine kesik kesik soluyarak.. Bir an gördüm .. hatta gördüm mü göremedim mi bilmiyorum.. Kahretsin daha dikkatli bakabilecek kadar vaktim olmalıydı.. ve onu resmedebilecek kadar yeteneğim. ..
Çok acıyor mu
diye sordu yanındaki… ne? Haa boynum mu bilmem.. derin mi diye sordu sadece..
-hayli derin, nerdeyse damara gelecekmiş.. damara gelseydi ölürdün biliyorsun değil mi?
– sahi mi? Sahiden ölebilir miydim?
-sen aklını kaybediyorsun artık.
Derin bir nefes aldı. İç çekişle nefes arası bir şey. Keşke diyebildi sadece.
-neden yaptın bunu? O kadar yaklaşmaman gerektiğini biliyordun değil mi? Bunun olacağını biliyordun .neden yaptın?
-denemek istedim.
-Allah kahretsin.. neyi denemek ha.. hayatını ortaya koyarak neyi denemek.. neden yapıyorsun bunu kendine..
-köpek balıkları……
-köpek balıkları mı.. ne diyorsun.. tamam gel… çok kaybettin bilincin kapanıyor sanırım.. hastaneye gitmeliyiz..
-sakın.
-ama neden?
- saçma sorguları kaldıracak gücüm yok…
-o zaman izin ver bana bişeyler yapayım bu kanı durdurmak lazım. Öleceksin
-bırak .. aksın… akmasını istiyorum… çok güzeldi… bembeyaz dişerlinde ben… bana ait bir şey.. muhteşemdi..
- neresi muhteşem yaa. Sen git boynunu uzat.. neymiş denemek istemişmiş.. bu kaçıncı.. hiç vazgeçmeyeceksin değil mi?
-bir gün ısırmayacak..
-hayır.. her defasında ısıracak.. bunu kabul et artık.. onun doğasında bu var.. sen ona kan sunuyorsun.. bunu geri çevirir mi sanıyorsun.
-sandığın gibi değil.. onu anlamıyorsunuz.. offf… rahat bırak beni.
-onu anlamıyor muyum.asıl seni anlamıyorum.. nesin sen bir tür sapık mı? Kendine
acı çektirmenin bile bir sınırı olmalı..
- git artık.. iyiyim ben.. rahat bırak beni artık..
……………..
GECE….
Zifiri karanlık.. karanlıkta bir çift göz.. Öfke mavisi bir çift göz…. Yataktan güçlükle doğruldu…
Hoş geldin dedi boşluğa… insanın kanını donduracak kadar tek düze birses doldurdu odayı..:
-geleceğimi biliyordun değil mi?
-evet…
-peki neden geldiğimi?
-bu defa yarım bırakmayacağını biliyordum?
-nerden biliyordun?
-yeterince zaman kaybettin çünkü benimle
- ha haaa yine yanıldın.. her zamanki gibi…
- ne demek bu..
-seni öldürmeyeceğim.
-ama neden..
- çünkü kimse ölümü göze ala ala senin gibi sunmadı kendini bana.. bunu yaşamak istiyorum.. bir süre daha..
-ne kadar?
- bilmem..belki bir saat, yada bir gün, yada bir yıl…
-ama bir gün mutlaka değil mi…
- …………..
-değil mi?
- …………..
- söyle hadi…
-gidiyorum..
-Işığı yak.. yüzünü görmeliyim.
- hoşca kal..
Yüzünde bir sıcaklık hissetti.. bir nefesmiydi.. rüzgar mı. Kestiremedi..kapının önünde kaybolan gölge bir an durdu.. .. nefesi kesildi.. bıçak gibi gözleri öfke mavisiydi…
*** Noname.morosophe / BÖLÜNMÜŞ 'den

15 Ocak 2009 Perşembe

Üç resim... Bir hatırlatma...





ANNUIT COEPTIS / NOVUS ORDO SECLORUM
BAŞLANMIŞIN BİTİRİLMESİ / YENİ DÜNYA DÜZENİ....
Böyle mi?
Düzenler değişiyor da DÜZÜLENLER cephesinde değişen birşey yok...

14 Ocak 2009 Çarşamba

Feci kırmızı bir damla..


Siyahtı deniz.. Simsiyah.. Ona baktıkça Karakoçun dizesi gelirdi aklına:

"Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara."

Siyahın aydınlığı derdi içinden ve susardı... Uçsuz bucaksız suların ötesine bakmak isterdi.Suların kucakladığı karşı sahillere ulaşmak,sınırlarına varmak.. Titrek bir "imkansız" dolanırıdı diline ve susardı yine..


Yine deniz ve yine siyah. Yine tövbe , yine günah..Bu git gelleri yaşarken kadın, ayaklarımıydı onu buralara getiren.. Yoksa denizin kokusu mu çelmişti ruhunu.. Nedenleri, niçinleri, nasılları uçuca ekledi ve fırlattı cevap bulamadığı diğer soruların yanına.. Siyah bir denizin kıyısındaydı işte. Adı konulmamış bir huzur vardı içinde ve bir tek dize :"Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara."

Avucunda kırmızı bir damlayı hapsetmişti kadın.. Kırmızı.. Feci kırmızı bir damla..

Avcunda hapis bir kırmızı damla ve damlaya hapis bir kırmızı kadın..


Yine deniz ve yine siyah.. Yine tövbe, yine günah.. Kadın siyah sulara baktıkça, avucundaki damla kıpırdanıyordu.Avucundaki bütün çizgilerde hissediyordu kıvranışını.. Damla "bırak beni" diyordu.. Siyah sulara karışmaktı arzusu.. Feci kırmızıydı ve siyaha düşmek istiyordu..

Kadın, korkuyordu hem de çok.. Küçücük bir kırmızı damla, bu sınırlarını bile bilmediği siyah sularda kaybolup gitmesinden korkuyordu.. Siyahın, kırmızılarını yutmasından.. Hayatı boyunca biriktirdiği tek gerçeğin, bu hayal sularında boğulmasından..

Ama kırmızı damla durmuyordu.. Gittikçe huysuzlanıyordu kadının avucunda.. Kadın avucundaki, dev dalgalara direnmeye çalışıyordu.. Ve deniz yine alabildiğine siyah bir aydınlıkta, tövbe kadar karaydı..


Sonunda, gevşedi parmakları .. Feci kırmızı bir damla, kendini siyahın koynuna bıraktı..

Ve deniz artık....


Dîl şâd olacak diye, kaç yıl avuttu felek









(Bloglar arasında seyr-i alem yaparken tevafuken karşılaştığıma inandığım bir blog.. Günlerdir yazmak için düşündüğüm bir mevuyla alakalı öyle bir yazı çıktı ki karşıma.. Demek vakit bu vakitmiş.. Haydi o halde...)


Dil şâd olacak diye, kaç yıl avuttu felek,
Saçıma karlar yağmış boşuna yaz beklemek..

Çocukluğumun ve ilk gençliğimin dinlemeyi, şimdilerdeyse usul usul mırıldanmayı en sevdiğim şarkısı.. İç çekişlerimin suç ortağı...

Diğer çocuklar gibi değildim ben. Onlar dönemin popüler şarkılarında hoplayıp zıplarken, ben kırmızı pikabımızın başında 45 liklerin dönüşüyle sarhoş olurdum.. 7 yaşındaydım daha, Muazzez Abacı, "Söyleme bilmesinler bu aşkın bittiğini" derken ağladığımda.Hangi büyük aşkıma hüzünlenirdim kimbilir.. Bildiğim tek şey, o şarkıların beni erken büyüttüğüydü, o şarkılar benim "şen sıpa" olmama izin vermemişti..

Babam... İçinde yetim bir oğlan çocuğunu saklayan adam.. 4 yaşında kaybettiği babasının yüzünü resmetmeye çalışan babam.. Neler hissedebileceğini anladığımda, Ona hak verdiğimde iş işten geçmiş olnam babam..
Akşamları, rakı sofrası kurulur, babam o muhteşem sesiyle söylerdi bu şarkıyı :

Dil şâd olacak diye, kaç yıl avuttu felek,
Saçıma karlar yağmış boşuna yaz beklemek..
Ne bülbül dile geldi ,ne de açtı bir çiçek
Saçıma karlar yağmış boşuna yaz beklemek..

Şarkıyı söylerken hiç yüzümüze bakmazdı. Rakı kadehinde mi boğulurdu, yoksa rakı kadehi mi Onu boğardı ?
İnsanın, ait olmadığı bir hayatı sürmesi bu olsa gerek.. Babam ve babamın kendine dar gelen hayatı.. Oysa o kadar masum, o kadar çocuk hayalleri vardı ki.. Alabildiğine geniş bir stüdyosu olsun istemişti, o stüdyoda resimlerini yaparken, ona bir kadeh şarap getiren şort giymiş, ufak tefek bir kadın.. İnanmıyorsunuz değil mi? Ama inanın hepsi bu kadarcıktı.. Babamın iç geçirdiği hayali bu kadar masum ve kanaatkardı işte.. Ama hayat, o kadarını bile vermemişti Ona..

Mutsuz muydu babam? Mutluysa neden hep bu şarkıyı söylerdi? Neden daha saçlarına kar yağmamışken, beklemenin boşuna olduğuna hükmetmişti? Neydi Onu bu kadar umutsuz yapan? Ahh, babam yaaa.

Ve annem... Hayatını , o küçük yetim çocuğu mutlu etmeye adamış kadın.. Mutlu etmek diye birşeyin mümkün olmadığını , sadece mutlu olunabileceğini bilmeyen kadınım..

Hayatlarımız böyle geçip giderdi.. Ve babam artık, "dil şad olacak diye" beklemezdi..

Şimdi.. O yedi yaşındaki küçük kız değilim..Vardır dökülen yaşlarımın bir sebebi.. Saçıma karlar da yağmadı henüz.. Dilimde ve yüreğimde bir baba yadigarı sadece, usul usul sadece kendime fısıldadığım..
Dil şâd olacak diye, kaç yıl avuttu felek........

13 Ocak 2009 Salı

Sahne :1


Sahne :1

Kadın sahnenin ortasında durmaktadır. Sahnenin tepesinden süzen cılız ışık yüzünün net olarak seçilmesine izin vermemektedir. Kadın seyircilere, yalvarırcasına bakar..

Kadın : Çok yorgunum.. Beni anlıyor musun?
Seyirciler : ( yükselen bir uğultu halinde ) Anlıyoruz.. Evet.. Seni anlıyoruz..
Kadın : ( gözlerinde alaycı bir gülümseyişle bakmaya devam eder) Demek beni anlıyorsun ha! Ve benim buna inanmamı bekliyorsun öyle mi.. Acı.. Beni anlayamazsın.. Tıpkı benim de seni anlayamadığım gibi.. O yüzden yapayalnız atarız ilk çığlığını hayatın, yalnız yaşarız ve Paskal’ın dediği gibi “Nous mourrons seul”. Ama birbirimize hep bu masum yalanı söyleriz: “Seni anlıyorum”. Söyleyen de söylenen de bilir hakikat olmadığını ama söyleriz işte.. Duymak isteriz yada.. Teselli.. “Hal” yanmaktır, ve sen... Sen,sadece yangının resmini görüyorsun şu an.. Hadi elini sok o ateşin içine, becerebilirsen.. Yapamazsın.. İşte o kadar uzağız seninle..

Sizler gibiyim ben de.. Sıradan biri, herhangi biri.. Yolda omzuna çarpıp , pardon demek için dönüp bir anlık gördüğün binlerce, onbinlerce yüzden biriyim işte.. Önde oturan şişman abla, senin gibiyim inan.. Benim de aklımda akşama ne yemek yapacağım endişesi var, bu gece de içkili mi gelecek körolasıcalarıyla beraber.. Kenarda oturan ihtiyar amca, ben de senin gibi karanlıkta burnumu karıştırıp, kimseye fark ettirmeden koltuğun altına sürüyorum otobüste, kravat değil ama üniformalar benim de boğazımı sıkıyor inan.. Arkadaki sarışın güzel, vallahi bak sen gibi de oluyorum arada, cehaletimi en bilmiş ifadelerle kamufle edebiliyorum. Ödünç aldığım kitaplardaki altı çizili cümleleri ezberleyip o kitabı okuyana bile ahkam kesiyorum merak etme.. Yok bir farkım..
Başka başka yaşamlardan geliyoruz sadece..Tek farkımız yürüdüğümüz yolların başkalığı.. Yoksa her şey aynı..



Altı yaşında ihanetle tanışmalardan geliyorum ben, sokaklardan, yakan top oynamalardan.. Kopya çekmelerden, büyümeden büyük rolü kesmelerden.. Haset dolu bakışlardan geliyorum, eli bıçaklı dostlardan, arkadaşını satmalardan geliyorum.. Müdürüne götünü sallayan seçkin üniversiteli kadınlardan, elemanına yavşakça kur yapan patronlardan geliyorum.. Aşkını ve ideallerini paraya tahvil edenlerden, emeği ve fikri yağmalayanlardan geliyorum. İhanetlerin en kahpe olanlarından, uyku tutmayan gecelerden, aşksız sevişmelerden, utanç dolu hayallerden geliyorum ben..

Çok yorgunum..
Şimdi sus! Sus ve dinle beni..
Arzın en yükseğine çıkıp avaz avaz sövesim var.. Dünyanın a.. k.. sim var.. Bak bunları yazamıyorum bile.. Neden? Ben kadınım çünkü.. Asaletimi, ayaklar altına alamam değil mi.. Ama bırak ayaklar altına almayı onu paramparça edesim var. Bütün yaftalarımı , rollerimi, sorumluluklarımı hiçe sayasım var. Hayatımı bir valize doldurup, ilk otobüse el edesim var.. Bilmediğim şehirlerde kaybolup, yeni bir hayat kurasım, maskesiz yürüyesim var o küçük şehir yollarında..Sarhoş olup kendi ağzımdan kendimi kusasım var.. Tahammüle dahalı tüm ilişkilerime bi ha siktir çekesim var…. Fahişe yataklardan kalkıp, seksek oynayan Zeynep olasım var.. Küçülüp küçülüp yok olasım var.. Kendimi terk edip GİDESİM var, eşikte durup, o kara gözlü şahana bakıp, vazgeç bu sevdadan diyip , kalasım var..
Beynimi ellerimle parçalayasım, ruhumu kezzaplarla yıkayasım var..
Demek beni anlıyorsun öyle mi.. Şimdi duy! İşit ve anla beni o halde..
Şakası yok bu işin ÖLESİM var.

Kadın arkasını döner, sahne gerisine seslenir :
PERDE KAPANSIN….