29 Kasım 2008 Cumartesi

Kırmızı Delilik....


-Burda bir yerde olmalı... burda bir yerde olmalı..Bulmalıyım ..bulmalıyım..
-Tamam canım sakin ol.. Şimdi bulurum ben..
..................
Bir çocuk neşesiyle girdi eve.Elinde küçük bir poşet.."Ne aldın "dedi annesi.. hiç.. Önemli birşey değil. UNICEF yararına satılan bir puzzle sadece.."
Yemeği apar topar yedi. Uzun zamandır ilk defa bu kadar heyecanlanıyordu.Yıllardır hep yapmak istediği ama bir sebeple hep ertelenmiş ,ihmal edilmiş ,küçük çocukça bir sevinç.
Yemek biter bitmez odaya koştu..Küçük oda bu iş için biçilmiş kaftandı.Bu sayede annesinin deyimiyle "döküntüler"i ortalıkta görünmeyecekti.
Kutuyu açtı, parçaların tamamını boşalttı halının üzerine. Tam 1200 parça..Hımm, kaba bir hesapla 40*30 luk parçacıklar kümesi.. Ne kadar zor olabiliridi..
Kapı aralandi..Babasıydı gelen :
-girebilir miyim.
-Elbette..
-Hımm. Chagall ha..
-evet.. Güzel değil mi?
-Ama zor... Neden bunu seçtin.
-Bilmem.sanırım katalogdakilerin en güzeliydi.
-Ver bakayım katalogu... hımm.. Daha popüler bir şeyler bulabilirmişsin.. Mesela Van gogh.. Neden onu seçmedin.
-Çünkü çok bilindik..O zaman kimse bu kimin diye sormaz ki Değil mi?
Muzır bir gülümseyişle baktı babasına..
-Bunu seçmenin tek sebebi bu mu cidden..
-Başka ne olabilir ki.
-Mesela zor olması..Yada karmaşık..
-Bilmem..belki...
-Hep zor olmalı değil mi?Hep seni zorlamalı.. Hiç değişmiyorsun.. Yorulmayı seviyorsun değil mi? Uğraşmayı..
-Evet.. Çok..
-Aradı mı ?
-Yok ben aradım.. dışardaymış.... Her zamanki gibi..
-Sıkma canını..
-Yok.sıkmıyorum merak etme sen..
-Yardım ister misin
-Yok sağol..Sanırım becerebilirim..
-Çok fazla kırmızı var.. dikkat et.. İstersen önce açık renklerle başla.
-Sınırlardan başlayacağım.. Sınırları belirleyebilirsem daha kolay olur sanırım..
-Sen bilirsin.. Ama dikkat et.. Çok uzun süre kırmızıya bakmak insanı delirtebilir..Haberin olsun..
Kafasını kaldırıp babasına baktı.
-Bunca şeyden sonra beni puzzle kırmızıları çıldırtırmış ...Alemsin baba..
Babası çıktı..
Özenle ayırmaya başladı parçaları.. Yüzlerce birbirine benzer kırmızı ve bir avuç kırmızı beyaz yeşilli olanlar.. Sonra kırmızıların tek tarafı düz kesilmiş olanları ayırma faslı...Ve başladı..
Artık , her akşam iş çıkışı yemeği acele ile yiyip odasına çekiliyordu..Yüzlerle kırmızı parçacıkla saatlerce,çoğu zamansabaha kadar uğraşıyordu..Göz altları kararmaya başlıyordu.. İş yerinde onca uykusuzluğa ramen direniyor,akşamları koyu bir kahve ile kendine gelip adeta bir ibadet sessizliği içersinde odasına dönüyordu.. Günler, haftalar geçti.Artık işe giderken odanın kapısı kilitlemeye başlamıştı..O odada ne olduğunu, puzzleın ne durumda olduğunu kimse bilmiyordu.. Odaya girmek isteyenler azarlanıyor, en kısa cümlelerle nerdeyse kovuluyordu..
sanırım 2. ayın sonuydu..Bir sabah evden çıkarken babası omuzuna dokundu.:
-Herşey yolunda mı?
Zoraki bir gülümseme ile
-Merak etme az kaldı dedi.
-Sevindim.. yardıma ihtiyacın olursa....
Sözünü ağzında kesti babasının..
Anlaşılmaz bir öfke ile.. O küçüçück kırmızı şeytanlarla başa çıkamayacağımı mı sanıyorsun..Bunu yapabilirim.. Bunu yapacağım.. Ama ters giden birşey var...Ters giden bir şey.. Yerine oturtamıyorum.. kayıp bir şey var...Bir parça belki.. Defalarca saydım..Tam 1200 parça eksik yok gibi ama bir eksik var.. Oynuyorlar benimle..Nezaman başlasam bir tanesi hep saklanıyor..Tam bitirecek ken bakıyorum, yanlış parçaları uç uca eklemişim.. Baba...Bu gece çözeceğim bu işi...
-Tamam yavrum...
Çıktı..her zaman ki gibi koşarak geldi eve..Yemek bile yemeden odaya kapandı..
Gecenin ilerleyen saatleriydi. Ev halkı kırılan cam sesleri ve çığlıklarıyla uyandı..
-Lanet olsun nerdesin.?Çık ortaya artık.Hangi cehenneme saklandınsa çık..
Kapıyı menteşelerinden oynatarak girdiler içeri..
Yere bağdaş kurmuş oturuyordu..Kırık camlar halının üzerinde. puzzle hiç başlanmamışcasına paramparçaydı..Yer kırmızı parçacıklarla doluydu..
Mahçup bir çocuk gibi kaldırıp başını babasına baktı...
-Baba! Bulamadım onu baba..Yine saklanndı.. Bulamadım..
-Tamam canım..tamam yavrum...
..............
Soğuk bir hastane koridorunda bir baba.. çaresiz, bitkin...
-Nasıl doktor?
-Çok yorgun...ama düzelecek..
-O çok yorgun doktor.. Kendisinin bile farkedemediği kadar yoğun.
-Merak etmeyin.. Geçecek...
Bu sırda koridorun sonundaki odadan gelen sesler koridorda dağılır...

-Burda bir yerde olmalı... burda bir yerde olmalı..Bulmalıyım ..bulmalıyım..

26 Kasım 2008 Çarşamba

............

Gidiyordu,
Renklerimi peşinde sürükleyerek gidiyordu
Her adımında karanlığın koynuna düşüyordu şehrim
Tüm evler kör oluyordu içimdeki
Terkedilmiş çocuklar ağlıyordu kaldırımlarımda

Gidiyordu,
DUR cesaret bile edemiyordu seslenemeye
GİTME, NE OLURdan medet umuyordu
Belki diyor du, belki birlikte yalvarırsak..
Harfler boynunu büküyordu..
Ama O gidiyordu...



Gidiyordu,
Götürdüğü renkler değildi aslında
Renkleri bahşeden güneşi götürüyordu gözleri
Ay yoktu
Ve yıldızlar yolunu kaybetip düşüyordu bir bir
Ama O gidiyordu.

Gidiyordu,

Dillerim lâl, ellerim nâr
Gidiyordu,
Yar diyemediğim yar...

................


SADECE ÇOK ÜZGÜNÜM HERŞEY İÇİN...

ÜZGÜN OLMAK BİLE AFFEDİLMEK İÇİN YETERLİ DEĞİL.. DEĞİL Mİ?

HERŞEYE SIFIRDAN BİR MERHABA DEMEK...
AMA OLMADI İŞTE.
HAKLISIN...

O HALDE .....

..............................................................

ALLAH KAHRETSİN HOŞÇAKAL DİYEMİYORUM...

25 Kasım 2008 Salı

niyetimi kim ne bilir?

Bu aralar bu niyet mevzuundan muzdaripim. İyi niyetimden emin olunmaması beni deli ediyor..
Birinin niyetinden eminseniz dediği herşeyi en azından anlamaya çalışırsınız değil mi? yani akla uygun olan budur. amaaaaa, karşındaki kişinin niyeti hakkında "acaba" kıymığı beynine saplandıysa , zavallıcık ne yapsa nafile.. en masum " canım,nersesin" sorusuna, hesap soruluyor bana zannıyla defalarca "sana ne" cevabı almış biri olarak iyi bilirim bunu.
Gel de sevme tasavvufu.. Veli'ye sormuşlar "alemi nasıl bilirsiniz? "diye.. El cevap, öpülesi bir cevap" kendim gibi, kendim gibi."
Şimdi bir düşünelim hep beraber, niyetinden şüphe ettiklerimizin hakkında kaçımız iyi niyetliyiz. Yoksa biz ktü niyetli olduğumuz için de "O da bana art niyetlidir" peşin hükmüne mi vardık.. Yada bu art niyet dalgasını hangimiz başlattık.. Zira bu art niyet olayı, kıyıya vurup geri gelen dalga gibidir,biri başlatır, geri döner, çerptığı yerde yeni bir dalga oluşur.. Gider , gelir..

ama durmayı bilmek gerek artık.. Bir defa daha durup , bütün peşin hükümlerden soyunup en azından " neden" diye sormak gerekir karşıdakine.. Masum bir izahı olabilme ihtimali hep vardır.. Hep var olacaktır..

Birilerine ahmaklık gibi gelse de " biri hakkında suizanda bulunup haklı çıkmaktansa, hüsnü zanda bulunup yanılmak" daha iyi olabilir belki de.. En azından yargısız infaz etmenin, vicdan azabını duymamak için..

Neyse böyle işte..
Niyetimden şüphesi olanlar canımı acıtıyor

ÖZÜR DİLERİM...

Bağışla beni anne, sana hayal ettiğin gibi bir damat getiremedim..
Sen de bağışla baba, o çakı gibi başarılı iş kadını da olamadım.
Bağışla beni sevgili eşim, daha çok susmayı ve herşeye rağmen aşık kalmayı beceremedim
anne kuşum ,sen de bağışla ilk adımlarını atarken yanında olamadım..
Bağışlayın kızlar, sizinle beraber diyet yapacak kiloları alamadım
Oğlanlar siz de kızmayın ,king öğrenmek istedim ama okey masasından kalkamadım..
Akrep kökünden gelen tüm akrabalarım, her bayram arayacak kadar özleyemedim sizi kızmayın..
Aşklarım darılmayın ruhumu kaybedecek kadar zeki bulamadım hiç birinizi..


bu kadar özürden sonra
Heyy BEN, sen de afftet beni bütün bunları yapmaya çalışırken seni tümden unuttuğum için...

23 Kasım 2008 Pazar

düşler intihar eder mi?


Sınırları çizilidir düşlerin bile
Ve tel örgülerle kuşatılmıştır dört yanı,
Zorlarsın bazen sınırlarını
Parçalanır düşler
Tellere takılıp..
Kanarlar için için
İki damla kan iner şakaklarından
Karışıp kızğınlığının gözyaşlarına
Pembe güller gibi düşerler
Ve kururlar toğrağa değdikleri an..

Pembe düşlerin intiharıdır bu..
Kuşatılmışlığa karşı umutsuz bir isyanla....




**Bu şiir 16 yaşındayken yazdığım bir şiirdi.. O yıllarda milliyet sanat dergisi genç şairler antolojisi hazırlıyordu.. Ben de bunu yollamıştım...Hiç umudum yokken yayınladılar.. Kitaplara geçen yegane kelimelerim bunlar..

Düşler....
Düşünüyorum. 16 yaşında bir çocuk bunları yazacak ne hayal kırıklığı yaşamış olabilir diye...
Hatırladıklarım beni yine üzüyor.. Bir fark var.. Artık çok zor ağlıyorum..

22 Kasım 2008 Cumartesi

Firar edememek üzerine

13-14 yaşlarımdaydım sanırım bulunduğum mekanlara sığamamaya başladığımda... Hayli başarılı bir öğrenci olmama rağmen , idarenin yaka silktiği bir tiptim. Hani şu ele başı denen cinsinden. Disipline verilmeyişimin tek sebebi , derslerimdeki başarımdı ki ben bu kredimi dibine kadar kullanıyordum .. Hep düşünürdüm, şimdi çığlık atarak sınıftan fırlayıp gitsem. Nereye olduğunu bile düşünmediğim halde tuhaf bir kaçıp gitme dürtüsü vardı içimde.. O zamanlar radikal bir ne derler dini mensubuydum.. Gerçi henüz dinden çıkmadım ama biraz daha ılımlı bir modele geçtim sayılır..
Herneyse, kaçıp gitme isteklerim ünivarsite yıllarında da devam etti.. Koca anfide hala anlayamadığım bir anlaşamama üzerine kurulu garip bir ilişki yumağının içindeydik. 300 tane zeki Türk genci ve ömrünü bu ilme vakfetmiş bir Tür prof. hep beraber nedendir bilinmez ingilizce anlaşmaya uğraşıyorduk.. Biz zavallı düz lise ( her ne demekse bu düz yani vasıfsız lise sanırım ) mezunu garibanlar 1 yılda öğrendiğimiz olağanüstü ingilizcemizle Siyaset bilimine girmeye çalışıyorduk.. o kadar iyi niyetle not tutmaya çabalıyorduk ki.. Umutlarımız hala sevgi ve saygıyla andığım (!) hocamızın içinde ingilizcenin tüm bağlaç ve en derin gramer bilgilerini barındıran yaklaşık bir paragraflık bir cümlesi ile yok oluyordu .. Daralıyordum.. Ait olmadığım bir yerdeydim Allahım.. Anfiye bakardım ve o an blu-tut'umla benimle aynı sinyali veren birini arardım.. Hiç yakalayamadım o sinyali. Kaçmak istedim , kaçamadım..
Gerçi bu duruma 2.sınıfta noktayı koydum ve neredeyse derslere hiç girmedim.. Kimsenin umurunda olmayan protestolarım bana uzman bir okey oyuncusu olma fırsatı vermişti..
Yıllar geçti.. Biz büyüdük ve kirlendi dünya misali.. Ben büyüdüm ve yine kaçmak istediğim yerlerde buldum kendimi.. Ama öğrenmiştim artık.Bazen ne kadar istesen de kaçamayacağın şeyler varmış.. Hayata entegre olmak dedikleri şey bu olsa gerek.. Asimile olmuştuk bir kere.. Öylesine yaşayıp gidecektik..Zorlamadan, zorlaştırmadan.. Somadan, sorgulamadan..
Yıllardır binbir ninni ile uyuttuğum o anarşist çocuk uyandı yine bu günlerde.. "hadi kaç ,bu son şansın " diyip duruyor.. Git başımdan diyorum, başımı belaya sokma diyorum ama hınzır şey rahat bırakmıyor ki..

Çocuk! rahat bırak beni.. Artık kaçmak istediğim sınıflar yada anfiler olmaz, oynama benimle...
Kapısını çarpıp çıkmak istediğim yer oralar kadar dönüşü mümkün yerler değil. Arkamda kalacaklar da umursamadığım hocalar ve bir sınıf dolusu çocuk da değil.. Sen iyisi mi benimle oynama.. Bırak.. Bak deli yanlarımı bilirsin.. Şansını zorlama..
Benim kaçış yollarıma mayın döşemişler sen bilmezsin.. kırmızı bültenlerle ararlar beni.. Ve bulurlar inan bana.. Kaçıp gidemem çocuk.. Kaçamam..
Kaçmadım, kaçmadım,kaçılamaz....
Kaçan bir onikiyi hiç bir ok ıskalamaz...

19 Kasım 2008 Çarşamba

kırmızı yağmurlarımdan mavi sokağa...


Gün üzerinden tüm ağırlığıyla geçmiş gibiydi. Fişi çekilmiş bir çay makinesi gibi tehlikesizdi hayata ve her şeye karşı..Eve gitmeli, uyumalı diye geçirdi içinden. Günlerdir gözüne girmeyen uyku, bütün gücüyle gözkapaklarına çökmüştü. Kapıyı nasıl açtığını bile hatırlamıyordu. Çizmelerini fırlatıp attı koridorun en uzak köşesine.Kapıyı kilitledi, kimse girmesin diye anahtarı üzerinde bıraktı kilidin.. Yatak odasına giden koridorda yürümedi, süründü adeta.. Yatak… Yorganın altına gizlendi.. Savaşta sığınağa gizlenen masum siviller gibi…
…..
Kırmızı yağmur yağıyordu.. Gecenin simsiyahında büyüleyici kırmızı bir yağmur.. Dört yol ağzındaydı..Bembeyaz tülden bir elbise içinde inanılmaz güzeldi. Yüzü her zamankinden daha beyazdı ve saçları her zamankinden daha siyah. Hüzünlü bir çift gözle başlayıp, aralanmış dudaklar ile son bulan bir çehre.. Koşmaya başladı kaçarcasına mı kovalarcasına mı olduğunu kestiremiyordu.. Kaçarken kovalıyordu belki de.. Yerlerde cam kırıkları , ayaklarının parçalandığını hissediyordu.. Her adımda bir daha ve giderek artıyordu acısı.. Kimsenin, kendisinin bile duymadığı çığlıklar atıyordu.. Öldüm mü acaba diye geçiriyordu içinden.. Durmak istiyordu, duramıyordu.. Ansızın koşmak sandığı şeyin, tarifsiz bir nefesin içine çekilmek olduğunu hissetti.. Sürükleniyordu.. Ayakları parçalanıyordu, siyah göz yaşları düküyordu….Bir eşikte durdu birden..İlk ayaklarına baktı, küçücük bir bere bile olmaksızın bembeyazdı..Dönüp arkasında geri bıraktığı yola, yerdeki cam kırıklarına bakmak istedi.. Yol yoktu artık..

Ürkek bir adım attı mavi sokağa.. Çok soğuktu. Kirpiklerinin uçlarındaki buzdan kristalleri hissetti.Kara gölgelerle dolu sokakta şaşkın şaşkın yürüyordu.. Sağa sola , rastladığı bütün gölgelere aynı şeyi soruyordu: “neresi burası?nerdeyim ben?” Hiç biri cevap vermiyordu..Sesini duyan her gölge tarifsiz bir hızla uzaklaşıyordu kendinden..Neden benden kaçıyorlar diye geçirdi içinden…Buzdan zemindeki yüzünün aksine baktı.. Saçlarından yılanlar sarkıyordu, çok korkunçtu.. Elleriyle saçlarındaki yılanları söküp atmaya uğraştı bir süre, başaramayınca vazgeçti.. İlerde, yolun sonunda soluk bir sokak lambasının altında bir karaltı.. Ona ulaşmak için , soğuktan donan ayaklarına aldırmadan son bir gayretle yürümeye başladı.. Öylede duruyordu.. Sırtı dönük. Elini uzattı.. Dokundu.. Buz gibi… Parmak uçları dondu.. Gölge döndü.. Yüzü yoktu.. Sadece masmavi bir çift göz… Buzdan bile soğuk bir çift mavi göz.. “Sen” dedi .. “sensin.. Burası neresi, nerdeyim ben.. sen kimsin..” Nefes nefese bir çırpıda sorduğu soruları ,hiç inişi çıkışı olmayan bir sesle yanıtladı gölge “burada hiç olmamalıydın, sınırlarını bilmiyorsun,git buradan ,uzak dur benden, rahat bırak beni”. “Ama ben…” tamamlayamadı sözünü. Bir buyruk gibi yankılandı gölgenin sesi soğuk mavi sokakta “benden uzak dur!” Sokak lambası patladı birden gökyüzü milyonlarca havai fişekle aydınladı.. Kayboldu gölge…
…………
Telefonun dayanılmaz sesiyle uyandı..
Ter içindeydi..
Bir sigara yaktı..
Bilgisayarını açıp ,maillerine göz attı..
Sadece 1 dakika önce kendi e-mail adresinden yollanmış bir mesaj vardı posta kutusunda.. Korkarak açtı.. Deliriyor olabilir miyim dedi kendi kendine..
Sınırlarını hiçbir zaman bilemedin,, Durman gereken noktayı da.. Kırmızı yağmur yağan sokakta güzeldin sen.. Ne zaman ki benim sokağıma girdin, bitti.. O sokağa hiç gelmemeliydin. Hiç bilmemeliydin o sokağı..Gölgelerle konuşmakla bir hata daha yaptın.. O sokakta gölgelerle konuşulmazdı.. Kurallarımı hiçe saydın sen..Şimdi artık beni daha fazla rahatsız etme.. yorma.. Benden uzak dur artık.. GİT….”
Delirip delrimediğini sınamak için mesajı cevapladı.. “Seni seviyorum” yazıp gönder tuşuna bastı.. Dakikalarca mesaj kutusuna düşmesini bekledi cevap mesajının gelmedi.. Nereye gitmiş , kime iletilmişti..Bu soruların cevabını asla bilemedi..

Sokaktaydı.. Bildik bir yağmur yağıyordu..İlerde görünen sokak lambasına doğru yürüdü..Son bir adım kalmıştı ki.. Lamba söndü.. Gökyüzünde havai fişekler, onu ağlatan bir kutlamaya başladı…

18 Kasım 2008 Salı

...

Duvarlar üzerime geliyor...
Milyonlarca defa yaptığım gibi kaçıp gitme hayalleri kuruyorum kendi kendime..

Sırtımı kimsenin görmediği bir ağaca yaslıyorum yine.. masanın altına saklanmış bir kız çocuğunun göz yaşlarını döküyorum.. Kuşlar ,taşlar, çınarlar, nur yüzlü ihtiyarlar ağlıyorbenimle ... Kimse görmüyor...

En ağıza alınmayacak küfürler dilimde...
Bir şarjörü boşaltmak istiyorum bu gün hayatın beynine...

Sandığım kadar güçlü değilmişim.
Aynalar...
Zarlar...

ne varsa elimde fırlatıyorum boşluğa...

İçimdeki karadelikte kayboluyorum...

Üzgünüm...
Ne komik geliyor bu üzgünüm kelimesi kulagıma..
Ne kadar zavallı, aciz, yetersiz... Üzgünüm...
Üzgünüm bunun yerine başka bir kelime bulamıyorum...

Üzgün olmak yetmiyor zamanı geri almaya..
Zamanı geri almaya hiç bir şeyin gücü yetmiyor..
ve pişmalıklar, bağışlanmayı mümkün kılmıyor....

KAYBETTİM

KAYBETTİM...
SON DEFA DEĞİL ,SADECE BİR DEFA DAHA....

MADEM İLK KAYBIM DEĞİL BU,NEDEN BU KADAR KÖTÜ HİSSEDİYORUM KENDİMİ...

KAYBETTĞİM BİR PARÇAM MI YOKSA...
GÜVENMEK İSTERKEN...
AYAZ....
ÇOK ÜŞÜYORUM...

LANETLİ OLDUĞUMU DÜŞÜNÜYORUM ARTIK..
DOKUNDUĞUM, DOKUNMAK İSTEDİĞİM HERŞEYİ YOK EDİYORUM..

AYAZ...
ÇOK ÜŞÜYORUM...
DÜŞÜYORUM..
DÜŞÜYORUM...

DİRENMENİN FAYDASI YOK ARTIK..
BU BOŞLUK, BU KARANLIK DEV AĞIZ YUTACAK BENİ..
BALIĞIN KARNINDA YUNUS OLACAĞIM YİNE...

BOĞULUYORUM..
AYAZ...
ÇOK ÜŞÜYORUM.
DÜŞÜYORUM..
KARANLIKTA KALBOLDUM..

KORKUYORUM.

15 Kasım 2008 Cumartesi

kalsaydım...

Kalsaydım..
pişman olacaktın soyunduğuna belki de..
kalsaydım son olamayacaktım belki de..

Kalsaydım...
Kaybolacaktık eminim...

Seni sevdim mi...
Salla gitsin...

** Bunları niye yazdığımı bile bilmiyorum.. Belki de hata ama içimden geldi...

Sevgiliye.....

Vedalaştığımız günü hatırlıyor musun?Dönüp bakmamıştın bile.. Ben de bakmamıştım sana.. bir an bile.. Cesaret edemezdim.. O yeşil mavi gözlerini bir defa görsem gidemeyecektim biliyorum.. Gitmeliydim.. Benim kararım değildi biliyorsun.. Düzenimi kurmalıydım.. Yaş geçip gidiyordu.. ArtıkHayatımı mutedil sularda yüzdürmeliydim.. Yorgundum..Sen de beni çok yormuştun, kabul et..
Ahh.. Gittim..
Seni unuturum diyordum. Senin bana benim sana asla uymadığımızı telkin ediyordum kendime.. Ben sana yetmiyordum.. Sen bana fazla ,ben sana azdım.. Sana yetebilecek kimse olacağını da sanmıyorum..
Mutlaka yeni bir sevgili bulacaktım.. Senden daha güzel olacaktı belki de, daha munis, daha sakin, daha huzur verici.. Ne kadar yanılmışım..
Senin ruhumu ele geçirdiğini nasıl farkedememişim..
İtiraf ediyorum..
Senin kadar tutkulusunu görmedim ben.. Yeni bir sevgilim var.. Sevgili değiliz.. Ama beraberiz işte..Mantık ilişkisi bu olsa gerek.. Senin gibi değil.. Senin gözlerine benziyor gözleri.. Ama senin gibi bakamıyor..
Senin hırçınlığın yok onda..
Senin ele geçmezliğin de.. Sana bir ömrü harcadım, keşfedilmemiş ne kadar şeyin olduğunu biliyorum.. Bilmediklerim cabası.. O ise ne kolay keşfedildi bir bilsen..
Zor fetihlerin kadınıyım ben. Kolay ele geçen şeyleri sevmiyorum.. Sen kolay değil ele geçmezimdin .. Seni özlüyorum..
Senin nazını,kaprisini, şehvetini özlüyorum.. Seni insanı deli eden baştan çıkarıcı kahkahanı özlüyorum.. Beni yormanı, çaresiz bırakmanı, karşıma geçip gülmeni özlüyorum..
Seni asla yakalayamayacağım halde kovalamayı, bir gün mutlaka seni elde edeceğim diye hayal kurmayı özlüyorum..Kafayı bulup sana şarkılar söylemeyi..Sana şiirler okumayı özlüyorum..
Senin en bayağı halindeki asaletini özlüyorum.. Senin kahrını da lütfunu da özlüyorum..

Dönüp bakıyorum,verdiklerine ve aldıklarına.. Sevmemem hatta nefret etmem gerek senden..
Yapamıyorum..
Özlüyorum ulan seni.. Köpekler gibi özlüyorum..
Bu gün biri ile tanıştım.. Seni tanıyor.. Sadece seni tanıdığımı söyledim.. Benden selam söyle eski sevgilime dedim.. Söz verdi.. Söyleyecek mi bilmiyorum.. Söylerse selamımı al.. Hiç değilse selamımı al..
Sana geri dönmeyeceğim biliyorsun..
En az senin kadar gururlu bir kadınım sana dönmeyeceğim.
ama hangi kollarda uyanırsam uyanayım bilki seni özleyerek uyuyor olacağım..

Seni seviyorum..
Sakın bunu unutma olur mu..
Sakın beni unutma emi..
Ahh, istanbul.. sana taptık ulan sana taptık diyor ya şair..

al benden de o kadar...

14 Kasım 2008 Cuma

Bu sabah...

Saatin 7 olmasını bekleyemedim evden çıkmak için.. Bacaklarımın yorulmaya ruhumun oksijene ihtiyacı vardı.. Nefes alamıyoum bazen.. Ağzımı alabildiğine açıp dünyanın tüm oksijenini içime çeksem yetmeyecekmiş gibi geliyor ...
Bu şehir..
Senin şehrin..
Asla ait olmayacağımı bildiğim bu şehir, haksızlık etmeyeceğim ki yine güzel.. Hem de çok..
Yollarda gece yağan yagmurdan arta kalan küçük su birikintileri, insanın iliklerini ısıtamasada gözünü kamaştıran sabah güneşi ve hafifçe ısıran rüzgarıyla yine güzel..
Denizin kokusunu hissediyorum.. Deniz.. Ait olmadığım bir başka şehirle tek müşterekleri belki de bu..
Yanımdan geçen arabalardaki insanların , bu deli nereye gidiyor sabah sabah diye geçirdiğini biliyorum..Umurumda değil..Yürümem lazım.. Evimle şehir merkezi arasındaki yürüme yaklaşık 30 dakikalık bu yolu yürümem lazım....
...... otelini geçiyorum. Deniz..... Çok güzel...
Bilenler bilir yolun kenarındaki demirleri.. Yaslanıyorum demirlere..Aşağısı boşluk.. Uçurum denmez belki, ama düşsem ölebilirmiyim diye bakıyorum aşağıya doğru.. Bilmem belki de.. Belki de bu sabah ölümle aramdaki tek engel bu demirler..
Rüzgar.. Yüzümü öpüyor yine...
Ve o an bir şeyi özlediğimi hissediyorum.. Özlediğim bir sürü anlamsız gelebilecek şeylerin yanında bir şeyi daha özlediğimi hissediyorum...
Rüzgarın saçlarıma değmesini.
Ne kadar zaman olmuştu rüzgar saçlarımı dağıtmayalı.. Yada yağmurda ıslananan saçlarımı koklamayalı.. Saçlarımda rüzgarın parmaklarını istedim.. Deliler gibi..
Yol bom boş. Hem biri olsa ne olacak ki.. Kimin umurunda ..Beni tanımaz bu şehir...
Ellerim bir hayatın intikamını alırcasına, beni ve bir sürü şeyi parçalarcasına çekip aldı rüzrala aramdaki perdeyi.
Saçlarımın rüzgara sarılmasını sadece ben gördüm.
Çenemden süzülen tuzlu su göz yaşımıydı..
Neden ağlıyordum...
Bilmiyorum...

Boşver......

Bu gece Bir 70 lik cin alıp (zira rakıdan iyi kafa yaptığı söyleniyor), evin arkasındaki incir ağacının altına oturup sana hiç bir zaman alnamadığın anlamayacağın şeyleri anlatmak isterdim. Küçük bir çocuk gibi, dinlemek istemediği şeyler söylendiğinde kulaklarını tıkayarak şarkılar söyleyen çocuklar gibi beni dinlemek istemediğini bile bile üstelik.

Sana "nerdesin" diye seslenebileceğim bir tepe bile yok..
Nerdesin diyecek cesaretimde..
Ben pes ediyorum artık..
Elimde sana verilememiş bir küçük not ki üzerinde ne yazdığının bile önemi yok, ve içimde patlayıp duran sözlerimden başka hiç birşey yok..
Bu gün gidiyorum...
Gidiyorum..
Gidiyorum dediğimde bile ,bir tek hücrenin tepki göstermediğini bilmek ne kadar acı...

3. sahsın şiiri bile inana daha haiff kalıyor yanımda.. o şiirden hep nefret ettim.. Sairin aczine güldüm hatta alay bile ettim zamanında..
Şimdi ben kaçıncı şahsın şiirini yazarım bilinmez...

Ne kadar komik değil mi..
70 lik cin ve sen....
Ve benim olmayacak hayallerim.

Senin kadar imkansızını, görmedim ben...

sığamadım gözlerine, senin olsun bu şehir...

Hoşçakal....

Düşündüm de umurunda olmayacaksa kime neyi niçin ilan ediyoum ki.

Büyüsene artık....

O kadar çocuk ki ruhun , bir elma şekeri yetiyor seni kandırmaya..
Büyü artık büyü biraz ruhum..
O yağmurda şimşek çakınca korkuyla masa altına saklanan küçük kızsın sen hala...
Hala bir tebessüme inanıyor, hala her gel diyenin kucağına koşuveriyorsun... Gel demese bile aptalca sırnaşıyorsun üstelik.. Şirin sanarak kendini...

Yapma.. sakın yapma bunu...
Seni sevmiyorlar....
seni istemiyorlar...
Sen ablan kadar güzel değilsin çünkü..
Sen kardeşin kadar uysal da değilsin..
Sen sevilecek gibi değilsin.. bunu anlasana..
Ve şansını zorlamasana...

Ama ben....Sanmıştım ki....

Sanma...
Bi daha sakın sanma....
SALAKlıklarının devam etmesi ne acı....

13 Kasım 2008 Perşembe

sizin hiç dostunuz öldü mü?

Sizin hiç dostunuz öldü mü?
Eminim ölmüştür.. Yoklayın şöyle bir zihninizi, mutlaka ama mutlaka kalbinizin bir yerinde ölü dostlar için tahsis edilmiş bir mezarlık vardır.. Kapısından bile geçerken içinizin acıdığı bir yerdir orası..
Çocukluk arkadaşımdı.. Hayatına dair onun önem verdiği tüm ayrıntıları size tek tek anlatabilirim. İlk aşkı ile tanıştığında üzerine olan göleğin rengi ve deseni de dahil -mavi beyaz ekoseli -Onun lise son benim üniversite hazırlık yılımdı.. Sevgili dostum ruhsal olarak zor günler geçiriyordu.. Zaman zaman okulda düşüp bayılıyor hastanede gözünü açıyordu. O yıllarda cep telefonu kullamıyorduk.. (lanet olsun yaşımız çıktı ortaya) Her gün 13.30 da derten çıkıp sadece 15 dakikalığına onu görebilmek için Beyazıt- Maltepe hattında gidip geliyordun.. Tam 1 yıl boyunca. Gittimde görmek istediğim tek şey iyi olduğuydu.. Karşılık beklemiyordum.. Daha doğrusu beklemediğimi sanıyordum..
yıllar geçti.. Büyüdük..
Müştereklerimiz gittikçe azalıyordu ama yine de bağlarımızı ayakta tutmaya çalışıyorduk. Başarıyorduk da.. Başardığımızı sanıyorduk belki de..
taa ki....
O na nasıl da ihtiyacım vardı..Ve sadece bir arka sokağımda oturuyordu..
Gözyaşları içinde aradım onu, dudağımdaki şişliğe buzla kompres yaparken..
Çok kötüyüm diyordum sadece.. Başka birşey diyemeyecek kadar kötüydüm. Gel diyordum.. gel, çok kötüyüm diyordum..
Ahh dostumm
Sevgili dostum
canım dostum
Gelemiyordu
kardeşi ve nişanlısı ile Beyoğluna gitmek üzerelermiş..
Peki dedim..
Sadece peki...
Keşke senin vurduğun yerede kompres yaptığımda iyi gelecek bir şey olsaydı be.

üzgünüm dostum,ölüm gününü not etmediğim için sene-i devriyeni törenle kutlayamıyorum..

sizin hiç dostunuz öldü mü?
Benim öldü..
Ben zavallı o gün bu gün kendime ölümsüz bir dost arıyorum beyhude olduğunu bile bile..

12 Kasım 2008 Çarşamba

izin beklemenin dayanılmaz sıkıntısı....

burda olmasını istediğim bir yazım vardı aslında ama henüz onaylanmadığı için yayınlanamadı..
....
bu sebeple canım çok sıkkın..

11 Kasım 2008 Salı

NEFRETİM Mİ EKSİK?

-yavaş! acele etme tamam .Daha vakit var. randevu ikide zaten.
-olsun gidelim de biran önce, sıramızı başkasına verirler filan.
-öyle bişey olmaz .merak etme.. Hadi sen otur bekle..
-Ben de geleyim seninle..

-Gerek yok.. Bekle sen. Bi çay alayım mı sana.

-yok .. Hadi git gel...
O uzun , upuzun koridoru kimbilir kaçıncı defa yürüyordu umutsuz adımlarla..
Elinde üçbeş kağıtla doktor göründü.
-Hah, geldiniz mi. Harika . Hadi hemen başlayalım. Sanırım bu defa bişeyler bulduk.
Genç adam doktorun karşısındaki koltuğa oturdu. Yüzü her zamanki gibi ifadesizdi.. Onun bu tavrı doktorun sinirlerini bozuyordu.Doktor içinden "oynuyorsun biliyorum, kimse bu kadar kayıtsız olamaz" diye geçirirken genç adamın zihninden "yapma doktor, ben duyarlı insan olduğunu ispat için kendine popüler bunalım hastalıkları yakıştıranlardan değilim" cümlesi geçiyordu.
Ama doktor duymuyordu ..

-Sorunun ne olduğunu bulduk..
-Ne olduğunu sormayacak mısın?

-Bu kadar uğraştıktan sonra bulduğunuz sonucu kendinize saklamayacağınızdan eminim zaten..
-Neyse... Sorun şu..Yaptığımız testlere göre direncinin bukadar düşmesinin sebebi **** eksikliği.. yani senin anlayabileceğin ifadeyle NEFRETİN EKSİK.. Şimdi bir kaç test daha yapmamız gerek.
-Kafama yine o aptalca şeyleri takacaksınız değil mi?
-Evet . Ama bu defa daha kısa sürecek..
-Tamam.
-Dışarda oturan adam...

-Dedem...
-Senin için endişe ediyor değil mi?

-Biliyorum.. (Ah doktor umurumda olan tek şey de bu zaten.. O ihtiyar adam benim için endişe ediyor.. Her defasında benimle beraber o kadar yolu gelip saatlerce bekliyor.. Bu kapıdan çıktığımda yine tamam mı bittimi der gibi bişey sormadan bakacak.. Ve ben ona verecek bir cevap bulamayacağım... )
-Bak bu defa sonuca yaklaştık.. Şimdilik sana verdiğim ilaçları almaya devam et. .Uykunu düzene sokmaya yardım edecektir. (Etmiyor sersem.. etmiyor.. Beynimin içinde kıvranan yılanı uyutmuyor o küçük renkli şekerlemeler..Sırf bu yüzden içki bile içemiyorum. En azından içince uyuşturabiliyordum beynimi)
-Yarın gelirsin.. Bir kaç saat sürecek bir test.. Bir hocam görmek istiyor seni.. (Vayy, terfi ettim desene.. Proflar tarfından gözlemlenecek bir kobay gibi hissediyorum kendimi.. Halbuki bana sorsan sana ne olduğunu , neden olduğunu söyleyeceğim ama sormazsın. Uzman sensin ya.. sen koyacaksın teşhisi değil mi.. İyi sen bilirsin ara da bul bakalım)
-saat 09.00 da burda ol.Bu gece ilaçları alma.. Sonuçları etkilemesin Doğal halinle gözlemlemek istiyorum seni. (Nihayet yaaa.. Bu akşam içebileceğim... off sarhoş olmaya ihtiyacım var.. sana söz doktor senin yerine de içeceğim.Ne de olsa senin düzenli yaşantın böylesi taşkıınlıklara izin vermiyordur.. Merak etme senin içinde... söz sana.. Akşam, çocukları bulmalı...)
-Bana sormak yada söylemek istediğin birşey var mı?
-Hayır..
-O halde yarın sabah görüşürüz..
-Görüşürüz...

Kapıdan çıktı..İhtiyar adam onu görür görmez ayağa kalktı. Onu incitmemek için soramadığı onlarca sorunun gözlerine yansımasına mani olamıyordu.. Hiç birşey konuşmadan binadan çıkarlarken genç adam hala kendi kendiyle sohbetteydi.( ahmaklar sürüsü.. Nefretim etsikmiş..nedenini bulacaklarmış.. ha haaa.. Ben söyleyim mi neden nefretim eksik.. Çünkü kimseyi nerfet edebilecek kadar sevmiyor ve umursamıyorum..Sorun nefret hormonlarımda değil.. Bir de sevgilerimi kontrol etmeyi akıl edebilseydiniz.. ama uğraşın bakalım.. Nasılsa pes edeceksin sen de doktor.Sende senden öncekiler gibi pes edeceksin )
otobüs durağına geldiklerinde durağa yazılmış silik bir yazı dikkatini çekti:

Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir, Müptela-i gama sor, geceler kaç vakittir...

gülümsedi..cebinden çıkardığı kalemle altına şunları yazdı..

Gecelerin kaç vakit olduğunu merak ediyorsan beni ara...053**********

Not:İzni çıkan yazımdır..Teşekkürler...İzin ve esin için...

10 Kasım 2008 Pazartesi

Sana birşeyler yaz(ama)mak..


Sana birşeyler yazmak..
Seni anlatmak değil.. sana yazmak.. Neden mi?
Bilmiyorum. Bazen garip bir kendimi ifade telaşına düşüyorum nedense.. Halbuki bu senin umurunda bile değil.. Keşke umurunda olmamaması da benim umurumda olmasa..
"Sen kelimelerden ibaret bir bilgisayar programı gibisin" deyişini hatırlıyorum.. Bunu söylerken beni küçümser bir eda ile mi söylemiştin, yoksa kelime dansıma bir metih miydi bilmiyorum.. Ne farkeder ki.. Dün akşam ve bu sabah, klavyenin başında kelimelerden medet uman bendim nasılsa.. Boyumun ölçüsünü aldım.. Program hata verdi.. Ctrl+Alt+Del diyip programı sonlandırmak keşke kolay olsa.. O kadar cesur olabilsem keşke....

Nerden çıktın bilmiyorum.. Köhne ruhumun üşüten rüzgarları emen hangi boşluğundan girdin içeri, vaya hangi anahtar deliğinden süzülüp girdin mabedime bilinmez.. Tamam öfkelenme sen hiç bir yere girmedin.. Girmedin tabii ki.. Lanet olsun ki girmedin.. Bir an kapıda ayak seslerini duydum sandım, kapıda tam kapının önünde.. Geldin sandım.. Kapıya koştum.. Arkası ... Arkası koca bir boşluk...

Bana aldırma sen, bunlar bölünmüş bir ruhun hezeyanları belki de.. Birşey olduğu yok.. Birşey olacağı da yok..
Sadece kelimeler...
Kelimeler....
Yazdın...
Yazdım...
Sadece kelimeler...

Bazen özlemek dersin hissettiğine. Özlemek kelimesi utanır ezilir ya taşıdığı yükün altında..
Yada yoruldum dersin, harflerin mecali bile yoktur yorgunluğunda...
Yalnızım dersin, ıssızlık ortasında bu zavallı kelime bile ürker ve titrer ya ıssızlıktan..

Şimdi ne dersem diyeyim halin ifadesi olmayacak biliyorum..
Kelimelere eziyet etmeyeceğim bu defa...
Hal bu haldir; yine anlatamıyorum gibi aciz bir ifademin ardına sığınılan.
Hal bu haldir; yüz defa bin defa on bin defa umurunda olmayan...

Hal senin "bunu tek başına yaşayışını izlemek bana onur verir" dediğin hal midir bilinmez ama,
Hal, benim"bunu yaşamak için sana bile ihtiyacım yok" dediğim haldir...

Biliyorum artık çok zor çok
Kuracak yeni bir hikayem yok
Yine de uğraşıyorum rastgele
Bu eskimiş kelimelerle

BOŞUNA OLDUĞUNU SÖYLEME..
BUNU ZATEN BİLİYORUM.....

7 Kasım 2008 Cuma

senden geriye ben....


Seni ne kadar çok sevmiştim biliyor musun? Bilmiyorsun elbette.. Tanrıya kafa tutacak kadar belki de.. Hani kaderle inatlaşırcasına derler ya işte öyle .. Kıra döke .. olmalı .. mutlaka olmalı diye diye sevdim seni.. Hesapsız .. kitapsız... nedensiz.. Öylesine..
Sen benim kahramanımdın. Sen ilah yaptığım, sen taptığım , sen başka bambaşkamdın. İzahsızdın.. Bütün cemiyet , irin kusan ağızlarla , senin imkansızlığını anlatırken bana, ben elimde yüreğim sana yürüdüm.. al dedim bu yüreği yalvarırcasına.. Al dedim beni.. Beni al dedim..
Geldin.. Aldın beni..
Benimkinden farklı seviyordun sen.. Sevda sözleri yoktu sende.. Kadın kulaklarıya sever diyordun, kadınım diyordun ama kulaklarımda sevda sözleri yoktu.. Sen bir başka seviyordun..
Hoyrattın.. Acımasızdın.. En çok bu haline aşık olmuştum. Sanırım o yıllarda acı eşiğim daha genişti, yada canım hiç yanmamıştı, katlanabiliyordum.
Sen bi başka seviyordun.. Gözlerimde bulutlar olmayacaktı sözüm ona, sağanaklar yağıyordu... Sen seviyordun.. Öyle öğretmiştin bana.. Kalbime soruyordum her defasında kalbim "seviyor"diyordu, ben avutuyordum içimdeki üşüyen elleri.. sana geliyordum.. Sen bir başka seviyordun.
Ayazdı senin sevmen, ellerim üşüyordu..
Yangındı senin sevmen, saçlarım tutuşuyordu..
Ama kalbim her defasında "seviyor seni" diyordu.. Ben avutuyordum içimdeki çocuğu..

zaman geçti.. İçimdeki çocuk büyümüyordu.. büyümeden yaşlanıyordu.. Görüyordum.. Mutsuzdu..
Yalnızlaşıyorduk..
Birbirimizin yalnızlığına bile çare olamıyorduk..

Hala kıyamıyorum sana.. Sen kahramanımdın benim.. Hani şiir der ya;
"Bir dev gibi seviyordu dev
ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin
yapamazdı yapısını
çalamazdı kapısını bahçesinde ebruli hanımeli açan evin. "

yapamadın...
İçimde söktüğün çınarın azametini tahmin dahi edemezsin.
İçimde bıraktığı boşluğu..
Issızlaşıyorum....

Şimdi gözlerime bakıp seni çok seviyorum diyorsun ya ölüyorum...
Keşke ben de diyecek kadar birşey bıraksaydın.. Keşke...

şimdi sana bir şarkı söylemek vardı :
"belki bir sabah geleceksin,
lakin
Vakit geçmiş olacak.
gönül hicran şarabından
yudum yudum
içmiş olacak."

6 Kasım 2008 Perşembe

Şeytan aldı götürdü , satamadan......

Yine kendime sarılıyor kollarım..
bütün kapıların dönüp bolaşıp boşluğa açıldığı gibi.. Hani demiş ya adamın biri hangi kapıyı açsam arkası yalnızlık diye.... öyle bişey işte.. Gözlerimi göremiyorum artık.. yüzüm kaybolmuş sanki.. ellerim yok.. bu ten.. bu teni tanımıyorum..
ya bu ses..
daha doğrusu sessizlik...
yalnızlık insana sesini unutturan sağır bir arkadaş mı gerçekten..
etrafım kalabalık oysa.. milyonlarca cümle kuruyorum bütüm gün.. esprilerime ben bile gülüyorum hatta.. ama bu sessizlik.. kelimelerimin arasında keskin bir ışık gibi gözümü kör eden sessizlik..

üşüyorum...
git gide şuursuzlaşıyor eylemlerim..
kendime sorduğum NEDEN sorusuna cevap bulamamktan yoruldum..
BİR DAHA ASLA dediğim tarihlerin tekerrü etmesi inançlarımı parçalıyor..

Ben kimim?
neyim?
neden böyleyim?

Kim çaldı içimdeki huzuru..
Hani küçükken kaybettiğimiz şeyleri ararken söylediğimiz bir tekerleme vardı? onu söylesem bulur muyum kaybettiğim herşeyi..
Salakça şeylerden medet umma mevsimimdeyim.. Denemeli belki de...
hadi hep beraber arkadaşlar :
"şeytan aldı götürdü,
satamadan getirdi."

bir muhteşem kitap adı geldi aklıma şimdi.. konu ile alakası bende kalsın.. kitabın ad:"VALDO SEN NEDEN BURDA DEĞİLSİN? "

bi Valdo'm bile yok ..
anlıyor musun..
hadi gülümse...

4 Kasım 2008 Salı

Yine mi aynı şeyler....

Kapının eşiğinden süzülüveren karaltı.. Yine mi sen.. Korkuyorum..Hani ayırmıştık yolları... Hani gidecek ve birdaha dönmeyecektin.. Hani unutacaktın beni. Hani benim de seni unutmama izin vercektin.
Mutfağa girerken bir an saçlarıma değen bir nefesle aniden dönüyorum geriye.. Sensin biliyorum. Bu nefesi tanıyorum..
Senden korkmam nasıl da hoşuna gidiyor değil mi?
Sözde kitap okurkeni çaktırmadan kapının eşiğine gözümü dikip dakikalarca geçip geçmeyeceğini beklediğimi biliyorsun.. Orda bir yerde alaycı bir tebessümle beni izliyorsun değil mi?
Eski arkadaşın ben... En iyi arkadaşın... Oyunun kurallarına en iyi uyan arkadaşın ben...
Sana hiç mızıkçılık yapmadım.. Bütün kuralları koymana izin verdim. O halde neden?
Senden kimseye bahsetmedim.Yemin ederim.. Nasıl bahsedebilirdim ki.. Haa evet , bir kişi hariç. Ama inan bana bana inanmadığına eminim. İnan bunu dikkat çekme numarası sanmıştır.. Yemin ederim .. Hiç kimseye kulağıma fısıldadıklarını anlatmadım..
Kim? Ben mi? Ben mi söz dinlemedim?
Ne olur gelme üstüme.. Korkuyorum.. Bakma öyle.. Yüzün bile yokken gözlerin gözlerimi nasıl zincire vuruyor .. Gelme yalvarırırm..
Yapamazdım.
Ben kendimi öldüremem.. Benimle sonsuzda dans etmek için tek yol bu olmamalı.. Ne olursun..
Bu kadar isyan etmemi bekleme benden..
Yapamam.
dokunma bana.. üşüyorum dokunma bana..

bu şiiri ezbere biliyorum zaten ne olur okuma artık.. dayanamıyorum..

tamam söz bunu da yazacağım.. tamam söz yazacağım..
ama söz ver bidaha gelmeyeceksin...
lanet olsun.. pazarlık şansım olmadığını biliyorum..
tamam.. kızma tamam yazıyorum...


Bekleyen


Sen, kacan urkek ceylansin dagda,
Ben, pesine dusmus bir canavarim!
Istersen dunyayi cagir imdada;
Sen varsin dunyada, bir de ben varim!
Seni korkutacak geçtiğin yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu belirsiz kollar,
Enseni yakacak ateş nefesim.
Kimsesiz odanda kış geceleri,
İçin ürperdiği demler beni an!
De ki Odur sarsan pencereleri,
De ki Rüzgar değil, odur haykıran!
Göğsümden havaya kattığım zehir,
Solduracak bir gül gibi ömrünü.
Kaçıp dolaşan da sen, şehir şehir.
Bana kalacaksın yine son günü.
Ölürsün... Kapanır yollar geriye;
Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.
Varılmaz hayale işaret diye
Toprağında bir taş olur, beklerim...


Git artık ne olur...
git ve gelme ne olur...